Her şeye çabuk alışıyoruz Katre’m. Endişelerimiz saatlik, acılarımız günlük oldu. Düşüncesiz, hissiz bir mahlûkat olduk. İnce düşünen, hisli insanlar atlara binip bu devrin umursamazlığından kaçıp gittiler. Arkalarından bir bardak su dökmemize dahi izin vermeden…

Bugün kıyamet kopsa, yarın ahirete alışacak ve hemen uyum sağlayacak hale geldik. Ne zaman böyle olduk Katre’m? Daha birkaç ay önceki güllük gülistanlık hayatımızı bir günde virüsün pençesine teslim ederek hayatlarımızı kısıtladık. Ve yine bir günde bu hayata alıştık. Yasaklara, kısıtlamalara, evde hapis kalmaya… Daha sonra yavaş yavaş bunların kalkmaya başlamaları ile can telaşına düşen bizler, birkaç günde dışarı çıkmaya ve hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya alıştık.

İlk zamanlar ufak endişelerimiz olup, koruyucu kurallara dikkat ederken; baktık bir şey olmuyor muhteşem mizacımız ile maskelerimize yeni görevler edindirdik. Çevremizde hasta olanları duymamıza rağmen, sağır rolü oynamaya başladık. Canlarını bu illetten dolayı verenlerin cenazelerine gitmeyince sanırım üzülme duygumuzu kaybettik.

Doktorlarımızın çırpınışlarına ve bağırışlarına hiç gelmeyeyim bile Katre’m. Üç maymunu tüm insanlar anlaşmışçasına toplumca aynı anda ve istikrarla uygulamaya başladık. Şayet tam tersi olsa idi hepimiz el birliği ile bu durumdan kurtulmak için tüm kurallara uysaydık! Ne mi olurdu? Belki şuan çoktan eski hayatlarımıza kavuşmuş olurduk.

Çocuklar Katre’m çocuklar. En büyük düşmanları ile baş başa kaldılar. İnternet esir aldı onları. Eğitim ve öğretim sekteye uğradı. Oyunlar şeddeli nüfuz etmeye başladı masum hayatlarına…  Öğretmenler eğitim yuvalarını özledi.

(Öğrencilerime hasret kaldım Katre’m.)

Fakat biz mühimsememeyi abartmaya başladık. Dört gözle güzel günleri bekleyip, kurallara uyanları; hayal kırıklığına uğratıyor bazıları… İçleri ayrı, dışları ayrı… Haberlerde görüyorum da gezenlerin çoğu evde kalmayı öğütlüyor. Kendinin yapmadığı davranışı dile getireni kim gaileye alır ki?

Ufak bir hikâye okumuştum. Aklıma o geldi. Seninle de paylaşmak isterim Katre’m;

“Annesi küçük çocuğu yaramazlık yaptığı için azarlamış. ‘Git şu sandalyede otur ve ben kalk diyene kadar da sakın kalma’ demiş. Çocuk gidip sandalyeye oturmuş. Bir dakika sonra,

‘Anneciğim! Dışım oturuyor ama içim ayakta. Bir mahzuru var mı?’ demiş.”

Bizim durumumuz da tam zıttı, bedenimiz dışarda fakat içimiz evde… Bir mahsuru var mı acep?

Kurtulalım diye kelime kelime dua zikrederken, güzel şehrim göz göre göre uçuruma doğru ilerliyor. Neredeyse hepimizin bir yakınının, sevdiğinin, komşusunun başına bu hastalık musallat olmuş olsa dahi ders çıkaramıyoruz.

Bir de buna mütevellit gelen kısıtlamalara sinirlenip, isyan ediyoruz. İlklere; yoğunluğun çok olduğu şehirler arasında girmeye çalışmayıp, tamamen temizlenen memleketlerin ilki olmak için uğraşalım diye bir teklifim var size Mevlevi Şehri’nin güzel sakinleri… Ha ne dersiniz?

Hepimiz eski hayatlarımızı özledik. Biliyoruz ki bu günler de ömür boyu sürmeyecek. Fakat kısa ve ümitli veya uzun ve hüzünlü sürmesi bizlerin ellerinde… İllaki dışarda olması gereken kişiler var. Onların daha hassas olmasını ve çıkmak zorunda olmayanların ise evde zevk alacakları başka işler ile meşgul olmalarını rica ediyorum.

Gelin el ele vererek birlikte başaralım. Sizsiz olmuyor!