Seçim günü yaklaştıkça TV'lere çıkan konuşmacıların söylemleri sertleşiyor ve tarafgirlikleri aleni olarak ortalığa dökülüyor.

Geçenlerde birkaç gazetecinin katıldığı bir program izliyorum. Genellikle bu tür tarafgir programları izlemem ama bu sefer farklı! Programda sevdiğim ve takdir ettiğim, yıllarca birlikte çalıştığımız bir gazeteci var. Merakla bekliyorum söyleyeceklerini! Sıra kendisine geldiği zaman konuşmasına başlıyor tanıdığım gazeteci. Konuşurken öyle cümleler kuruyor ki ben tanıdığım kişi ile ekranda konuşan kişinin aynı şahıs olup olmadığı konusunda şüpheye düşüyorum.

Mesela benim tanıdığım gazeteci ayakları yere basmayan hiçbir iddiayı ciddiye almaz ve kendisi de bu tür konuşmalardan imtina ederdi! Ama yaptığı konuşmaya bakıyorum kendi stili değil. Peki, insanları bu hale getiren olay ne? Çıkar diyeceğim ama benim tanıdığım gazeteci dünya çıkarına meyledecek birisi değil. Korku, endişe vesaire olabilir mi? diye düşünüyorum, ama kimseye pabuç bırakacak birisi de değil. Bu gazeteciyi böyle konuşmaya zorlayanın ne olduğunu çözemedim, ama mutlaka bir sebebi vardır.

Mesela bu gazeteci dostum “muhalefet partileri iktidardaki partiyi düşürmek için her yolu deniyor. Ülkeyi koalisyona götürecek bu tür çalışmalar provokasyondur ve hainliktir” diyor.

Tabii ki de bu gazeteci de iyi biliyor ki bütün siyasi partilerin kuruluş amacı iktidara gelip ülkeyi kendi programları çerçevesinde yönetmektir. Hiçbir siyasi parti kendisinden başka bir partinin iktidara gelip ülkeyi yönetmesi için çalışma yapmaz. Bu tür bir çalışma kendi kendini inkardır.

Demokrasilerin olmazsa olmazı siyasi partilerdir. Siyasi partilerin iktidara gelmemek için kuruldukları siyasi sistemlere de diktatörlük denilir. Diktatörlük ile yönetilen ülkelerdeki siyasi partiler, iktidar partisinin alternatifi olmadığını halka anlatmak ve baştaki idarecinin iktidardan düşmesi sonunda ülkenin kaos ve anarşiye sürükleneceğini dolaylı bir şekilde anlatmakla yükümlüdürler.

Mübarek yönetimindeki Mısır, Esad yönetimindeki Suriye, Saddam yönetimindeki Irak, Kaddafi yönetimindeki Libya vb. ülkeler bu konunun örnekleri idiler. Bu liderlerin güçlü olduğu dönemlerde hiçbir siyasi parti iktidara gelmek için mücadele etmedi. Hep figüran olarak kalmayı tercih ettiler. Ne zaman ki dış destekli halk ayaklanmaları meydana geldi ancak o zaman biz de varız dediler.

Şimdi iktidarda bulunan Parti içinde kendilerini aydın, gazeteci, alim gibi vasıflarla tanıtanlar gönüllü (!) propaganda memurluğu yapmakta, kendilerini demokrat addettiklerini söylemelerine rağmen tek parti iktidarı için yırtınmaktadırlar.

***

Siyaset dünyamızın yetiştirdiği en renkli simaların başında gelen Bülent Arınç yine yaptı yapacağını. Manisa'da AKP'ye oy istemek için yaptığı konuşmada seçmenden 400 vekil isteyenleri eleştirdi. Huzur ve istikrar için tek parti iktidarı isteyenlere çattı. Ben kimseden oy dilenciliği yapmam dedi. Yine de aba altından sopa göstermeyi ihmal etmedi, vatandaşa “çıkarınızın ve kazancınızın nerede olduğunu iyi hesap edin” dedi. Ardından da Manisalılar akıllıdır, çıkarlarının nerede olduğunu iyi bilirler cümlesini sarf etti.

Tabi burada ne mesaj vermek istediğini sadece Bülent Arınç bilir. Ama 400 milletvekili isteyenin kim olduğunu ve istediği olmayınca da ülkenin ne duruma geldiğini vatandaş çok iyi biliyor. Bakalım 1 Kasım seçimlerinde vatandaş 400 milletvekilini alamayınca koalisyonun kurulmasını engelleyen ve ülkede terörün artmasına neden olan icraatların (açılım süreci) sorumlusuna gerekli cevabı verecek mi?

***

Almanya Başbakanı Merkel ülkemizi ziyaret etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan – Merkel görüşmesi başkent Ankara yerine İstanbul'da yapıldı. Muhalif medya Sayın Cumhurbaşkanı'nın Merkel'le görüşmek için İstanbul'a gittiğini yazdı. Bir de Merkel ile Suriyelilerin Türkiye'de kalması için pazarlık yapıldığını, bunun için mali destek ve Türkiye vatandaşlarının vizesiz AB'ye girebilmesinin istendiğini yazdı.

Şayet yazılanlar doğru ise düne kadar Muhacir dediğimiz Suriyeliler bu kapsamdan çıkıp mülteci konumuna geçtiler. Bu durumda Ensar konumunda olan Türkiyeliler hangi konuma geçmiş olurlar? Çünkü Muhacir ile Ensar arasında bir maddi pazarlık olmaz ve sırf Allah rızası için bir birlerini kucaklarlar. Ortaya Muhacirler üzerinden pazarlık konusu girerse durum değişir, ne Muhacirlik kalır ne de Ensarlık!

Uyanmak yok, uyumaya devam!