Bugün itibariyle bu köşe aracılığıyla siz değerli okurlara ulaşma fırsatı tanıyan ‘’Yenigün Gazetesi’ne’’ teşekkürlerimi sunarak yazıma başlamak istiyorum. Yerel basının önemi ve toplumda ki karşılığının bilinci ile başladığım bu serüvende sizler ile kurmayı hedeflediğim iletişimin benim için çok önemli olduğunu da belirtmek isterim. Ekseriyetle dış politika, ekonomi, politik gündem ve bazen de yerelden olaylara değinmeyi istediğim bu serüvende sürdürülebilirlik ve devamlılık esasıyla sizlerle birlikte olmayı arzulamaktayım.

İlk yazımda Türkiye gündeminde yeteri kadar karşılık bulduğunu düşünmediğim ve yeterli akademik çalışmanın bulunmadığını fark ettiğim Filipinler’de meydana gelen referandum ve bu bağlamda Morolu Müslümanlara değinmek istiyorum. Türkiye’nin son dönemde ki barış sürecindeki etkisi ve sivil toplum aracılığıyla coğrafya ile kurduğu önemli bağa rağmen ortaya çıkan önemli tablonun Türkiye’de  yeteri kadar yer edinmemesine şaşırmamak elde değil. Özellikle coğrafyada ki Müslümanlara ulaşan ve onlara yardım götürenlerden dinlediğim kadarıyla bölge halkının Türkiye’yi bildikleri ve önem vererek bize bağladıkları umutların olduğunu söylemek mümkün gözüküyor. 2010 sonrası hızlanan barış görüşmelerinde bölge Müslümanlarının anayasa yapımı için Türkiye ve Konya ziyaretleri de bizim için ziyadesiyle önem arz etmektedir. Bu ziyaret kapsamında anayasa yapımında Ahmet Sorgun ve Hüsnü Tuna isimlerinin ‘’dünya beşten büyüktür.’’ İddiası bağlamında ki etkileri de bizim için çok kıymetli bir husustur. 

   Coğrafyanın ve olayların tarihsel arka planına göz attığımız takdirde karşımıza çok uzun yıllara dayanan bir mücadelenin olduğu gerçekliği karşımıza çıkıyor. Filipinler, 7000 adadan oluşan ve 110 etnik gruba sahip bir devlet olarak irdelendiğin de toplumsal fay hatlarının oluşumuyla ilgili birçok cevabı vermektedir. İspanyol koloni dönemi ve sonrasında Amerika koloni dönemi de göz önüne alındığında bölgede ki etnik ve dini fay hatlarının derinleştiğisöylenebilir. Bölge de çoğunluğu oluşturan Hristiyanların karşısında yüzde beş civarında bulunan Müslümanların, coğrafyada ki varlıkları 13-14. Yüzyıla kadar uzanmaktadır. Bölgeye Arap tüccarlar aracılığıyla 13.yüzyılda ulaşan İslam’ın bugün orada önemli bir nüfusa sahip olduğunu görmekteyiz.  1450 yılında Sulu Sultanlığı ve 1515 yılında Maguindanao Sultanlığı ile bölge de o yıllarda iki tane Müslüman devleti kurulduğunu da bugün bilmekteyiz. 

   İspanyol Koloni döneminde oluşan sosyo-ekonomik ayrışma, Amerika Koloni yönetimi altında derinleşmiş ve Filipinler Cumhuriyeti bağımsızlığını elde ettikten sonra da devem etmiştir. Bu bağlamda Müslüman kimliğinin, farklı etnik kimliklerin mağduriyetlerini ifade edebilecek bir kimlik olarak ortaya çıktığı ve ötekileştirilme politikalarına karşı bir direnç noktasına dönüştüğü söylenebilir. 1965 yılında Filipinler Cumhuriyeti kurulmasıyla birlikte devlet başkanı F. Marcos’un ‘’tek ırk, tek ulus ve tek kader’’ vurgusuyla uyguladığı baskı politikalarına karşı Morolulardan tepki gelmiştir. Marcos döneminde ‘’Jabidah Katliamı’’ sonrası Morolu bir gencin öldürülmesi halkı daha net bir mücadele alanı oluşturmaya itmiştir. Bununla birlikte 1968 tarihinde ‘’Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi’’ kurulmuş ve toplumsal desteği hemen sağlamıştır. Hemen sonra ki yıllarda ulus inşası ve meşruiyeti sağlamak adına Müslümanlara karşı girişilen politikalar bağlamında toprak reformu ve zorunlu göç hadiseleri direnişin genele yayılmasına sebep olduğunu söylemek yadsınamaz bir gerçek olarak bugün söylenebilir. Örgütün finansal anlamda İslam İşbirliği Teşkilatı tarafından fonlandığı ve örgütte ki direnişçilerin Libya ve Malezya da eğitim aldığı bir süreç işletilmiştir.  

 İslam İşbirliği Teşkilatı sayesinde örgüt uluslararası tanınırlık noktasında da önemli bir kazanım elde etmiş gibi gözükmektedir. 1976’da başlayan barış süreciyle ise 1977’de örgütten ayrılarak İslami bir mücadele vurgusunu artırmak isteyen grup ‘’Moro İslami Kurtuluş Cephesi’’ni kurmuş ve barış sürecinin devamında muhatap alınan tek yapı olma hüvviyetini elde etmiştir. Barış görüşmeleri çerçevesinde 11 Eylül saldırıları sonrası bölge de ortaya çıkan Abu Safya Örgütü sebebiyle bir aksaklık ortaya çıksa da Moro İslami Kurtuluş Cephesi bu örgüte karşı da mücadele edince kendi meşruiyetini elde etmiştir. Sonrasında hızlanan barış görüşmeleri çerçevesinde Moro’nun isteğiyle çoklu diplomasi de Türkiye’de yer almıştır. Filipinler Hükümeti ise Japonya ve İngiltere’ye yer verilmesini talep etmiştir. Türkiye’nin bölgeye ulaşan sivil toplum aracılığıyla önemli bir kamuoyu oluşturduğu da net bir gerçekliktir. Ribat FM’in bölge de kurduğu radyo da bu minvalde çok kıymetli gözükmektedir. 

   Üstelik Türkiye doğrudan devlet olarak resmi bir şekilde bölge Müslümanlarına 500 bin dolardan fazla hibe de bulunmuştur. 2010’da barış sürecinin hızlanmasıyla bölgede ki kanaat önderleri anayasa çalışmaları için Türkiye ile bağlantıya geçmiş ve Konya’da Ahmet Sorgun’u ziyaret etmişlerdir. Moro’nun referandum ile kabul ettirdiği anayasa çalışmasında bu nokta da Hüsnü Tuna ve Ahmet Sorgun’un etkisi de Türkiye ve Türkiye’nin ‘’dünya beşten büyüktür’’ iddiası açısından ziyadesiyle önemlidir. Üstelik bugün Moro’da yine bu isimlerin önderliğiyle 5-6 STK ortaklığında büyük bir külliye inşası da bu minval de yadsınamaz bir kıymete haizdir.

Moro’da Dutarte’nin başkanlık süreciyle Obama’ya küfür etmesi ve Amerika ile ilişkileri Çin’e çevirme politikası bölge ve Türkiye açısından dikkatle incelenmesi gereken bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır.