Renklerin içinde yitip gitmek istediniz mi hiç?

 Yeşilin dibine vurmak, maviyi boylamak, kırmızıda yüzmek; moru, daima moru, ille moru iliklerinizde hissetmek… Öyle ki damarlarınızda aktığını duymak morun; kokusuyla boyanmak, beyninizdeki sinir uçları yanıncaya kadar içine çekmek nevinden düşünceler çaldı mı zihin kapınızı?

Kelimelerle düşünürüz eyvallah. Fakat gözler kapanınca gördüğümüz son görüntünün rengi kalır ya zihin ekranında hele de güneşliyse hava kırmızının o içe öğen can alıcılığı yayılır damarlarınıza.  Bunun gibi renkler ve kokuların çağrıştırdığı yaşanmışlıklar değil midir düşünmek bir parça da. Buna göre insan duyularıyla anımsar böylelikle “Duyular düşünceye yardımcı olur.” diyemez miyiz pekâlâ?

Renklerin ruhumuzda bıraktığı akis tıpkı kokular gibi derin ve etkili.  Misal sevdiğiniz birini sevdiğiniz renkler içinde temaşa etmek en az bir gül-i ranayı koklamak kadar haz vericidir. Bilenler bilir gül-i rana dışı sarı içi kırmızı olan, nadir rastlanan kıymetli bir güldür. Divan edebiyatında, sarı tarafın; aşığın yüzünün sararıp solmasını, kırmızı taraf ise aşığın içinin kan ağladığını anlatmak için (mazmun) olarak kullanılır.

Neyse efendim konumuza dönecek olursak renklerden oluşan bir hafızaya sahipse insan; bir kokunun yıllar öncesine götürebilmesi gibi renkler de pekâlâ zamanda yolculuk yaptırabilir kanaatindeyim.   Dumanı üstünde mis gibi Türk kahvesinin baş döndürücü kokusunun verdiği hazla fincanın üzerindeki çini mavisinin yaşattığı zevk arasında pek bir fark yoktur.   Sevgilinin, annenin, babanın, evladın kokusunu duymak ve yüzünü görmek birbirine muvazidir zira.    Kokunun rengi vardır mesela rengin kokusu olduğu gibi. Yağmur, gri imsi yeşil ile kahverengi arasındadır; rayihası gibi toprak rengine de kaydığı görülür zaman zaman.  Her çeşit gülün rengi Kâinatın Güneşinin kokusunu taşır her daim.  Saba yeli kızıla çalan sarıdır; minik bir bebeğin yanağındaki renk cennetin kokusu. Bir annenin sedasında tarçın renkli kurabiyeler, bir babanın duasında sapsarı başakların efiltisi.

Alı al moru mor bir yazı bu azizim. Çıkından ne çıkarsa, Yüce Yaratıcı ne ilham etmişse tuvale yansıyan o.   

Bazılarına göre bir hastalık belirtisi gibi gelebilir bu söylediklerim. Hatta tıp dünyasında tanımlanmış bir ismi bile var: sinestezi. Sinestezinin birkaç şekli mevcut iken bir kısım sinestezik, şekilleri ve kokuları zihnine renk olarak işleyebilmekteymiş. İnsanın duyularını renkli bir şekilde zihnine işlemesinin anormal, siyah beyaz hatta gri işlemesinin normal sayılması ne kadar normal! Bilinmez. Pek çok ünlü sanatçının hayatı bu şekilde algıladığı da yadsınamaz bir gerçek. Bunlar arasında ünlü ressam, fizikçi dahi ve yazarlar mevcut. Bu durumda bahsettiğim olayın bir eksiklik ya da hastalık mı yoksa kazanç veya mucize mi olduğu tartışılır sanırım.   

Dünyaca ünlü Alman filozof Goethe, bu tür durumların genel fizik kurallarıyla değil beynin henüz keşfedilmeyen gerçekliğiyle açıklanabileceğini düşünüyormuş.  Bu bana da mantıklı geliyor. İnsan beyni tüm yönleriyle çözülmeyi bekleyen bir muamma ne de olsa. 

Netice: gören gözü, işten kulağı, koklayan burnu ve bunlar aracılığıyla duyumsadığımız tüm hoşlukları nimet olarak verene sayısız sonsuz şükürler olsun. İyi haftalar