O kadar uğraştan sonra, Birinci Dünya Harbi'nin aleyhte bitmesi, işgallerin başlaması, birçok yönetici ve aydın zümrede bedbinliği artırmıştır. Önemli bir kesim, güçlü ile bir olmanın gerektiğini düşünerek kurtuluşu mandacılıkta görmeye başlamış, işgalci devlete göre çeşitli mandacılıklar ve onların kuruluşları türemeye başlamıştır. İki kol yani İngiliz ve Amerikan mandacılığı baskındır. Türkçe İstanbul, Sabah, Alemdar, Peyam ve Peyam-ı Sabah gazeteleri, Ali Kemal, Sait Molla, Refi Cevat, Refik Halit gibi yazarlar, İngiliz Muhipler Cemiyeti mensupları, İngiliz “müzahereti”nden yanadırlar. Celal Nuri (Ati), Necmeddin Sadak (Akşam), Velid Ebüzziya (Tasvir-i Efkâr), Cevat (Zaman), Ahmet Emin (Vakit), Mahmut Sadak (Yeni Gazete), Yunus Nadi (Yeni Gün), Halide Edip, Dr. Celal Muhtar, Tahsin, Wilson Prensipleri Cemiyeti üyeleri, Amerikan mandasını savunmaktadırlar (Sarıhan, 1996, 88).

Ümitsizliği bu kadar artıran durumlar, işgalciler tarafından hiç de eksik edilmemektedir. Son Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin kapatılması, “memleketin müdafaasına elverişli addedilen şahsiyetlerin” toplanarak bir hamlede Malta'ya sürülmesi bunlardandır. Ayrıca kahredici bir ayrıntı vardır ki, hep göz ardı edilmektedir: “Hükümet işleri –ve hatta saray- İngiliz zabitlerinden Maxwell'le Yüzbaşı Benet'in ellerinde idi.” (Kuran, 1945, 373). İngiliz sinsi siyasetinin, iç boğuşmayı hızlandırmada kullandığı saray, hükümet kaynaklı menfi gelişmelerin bu bilgi ışığında değerlendirilmesi gerekmektedir. Fakat bütün olumsuzluklara rağmen bağımsızlıktan yana olanlar da vardır. Kayıtsız şartsız bağımsızlık taraftarı olanlar, Sebilürreşad dışında pek nadir görülmektedir. Hukuk profesörü Ahmet Selahattin bunlardandır.

Belli başlı yazarların, mandaya taraftarlık ettiği zillet ortamı, Âkif'i “çıldırtacak dereceye” getirmiştir. O esareti, zilleti, meskeneti benimsememektedir. Sebilürreşad'da “Türklerin yirmi beş asırdan beri istiklâllerini muhafaza etmiş bir millet oldukları tarihen müspet bir hakikattir. Türkler istiklâlsiz yaşayamaz.” diye haykırmaktadır (Fergan, 1962, 128). 1919'da “Yeis Yok”, “Azimden sonra Tevekkül” şiirlerini yayınlar. “Hüsran”ında ise, ilân ettiği hüsran değil, tam tersi mücadele azmidir: “Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı, / İslâm'ı uyandırmak için haykıracaktım.”

1919'un netameli günleri ardından hükümet meydanı, cami kürsüsü, kahvehane, cephe demeden haykıracağı ve rüzgâr estireceği günler gelecektir.

Âkif, Mütareke dönemine, başyazarı olduğu derginin hükümet tarafından kapatılması ile birlikte bir çeşit yasaklı girer. Sebilürreşad, 4 Temmuz 1918 tarihinden itibaren yirmi ay süre ile yayınlanmaz. Zaten 1916'da 11 Mayıs tan itibaren altı ay yayınlanmamış, dergi buna sebep olarak “kâğıt kıtlığı ve parasızlığı” göstermiştir (Kocakaplan, 2002, 119). İttihat ve Terakki yönetiminin basın özgürlüğünden anladığı, ancak güdümlü basındır. Dürüstlüğünü bildikleri, 1908'de üyesi olduğu halde Âkif ve ekibine bile göz açtırmamışlardır.

Mehmet Âkif, 1918'de Şeyhülislamlık makamına bağlı olarak kurulan devrin bilim akademisi hüviyetindeki Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye Cemiyeti adlı kuruluşa başkâtip olur (genel sekreter). Dört yıl yaşayabilen ve Ceride-i İlmiye adlı bir de dergi yayınlayan cemiyet, İslâm inancı ile ilgili her türlü soruna ilmî metotlarla cevap arayacak, yayınlar yapacak, alanında uzman dokuz üyeden oluşan bir akademi hüviyetindedir. Âkif, bu kurumda genel sekreter olarak göreve devam ederken 3 Şubat 1920'de aynı zamanda üye olarak atanır (Albayrak, 7, 182). Dildeki derinliği bilindiği için, aynı zamanda İstanbul Darülfünunu'nda Maarif Nezaretine bağlı olarak kurulan Kâmus-ı Arabî Heyeti üyeleri arasında yer verilir (Okay-Düzdağ, 2003, 433).

İstanbul işgal altında, savaşın ezen, soysuzlaştıran, bunaltan şartları devam etmekte, Mondros Ateşkes Antlaşması, işgalin vasıtası olarak kullanılmaktadır. “Bir taraftan yiyecek içecek darlığı, diğer taraftan fırkacılık mücadeleleri artmakta, üstelik o mahud İçtihad'cı gibi (A. Cevdet) din düşmanlarının İslâmiyet'e saldırmaları şiddetlenmektedir.” (Eşref Edib, 1960, 132).

O, Mütareke'nin “korkunç ve kara günlerini” yırtmak üzere milleti birlik ve uyanmaya çağırır. Artık particilik, hizipçilikle uğraşacak zaman değildir: “Hürriyeti aldık dediler!” dediler, gaybe inandık; / “Eyvah bu baziçede bizler yine yandık!” / Cemiyete bir fırka dedik, tefrika çıktı; / Sapasağlam iken milletin erkanını yıktı. / “Turan eli” namıyla bir efsane edindik; / “Efsane, fakat, gaye!” deyip az mı didindik? / Kaç yurda veda etmedik artık bu uğurda? / Elverdi gidenler, acıyın eldeki yurda!”

Âkif, yalnız ekonomik olarak, belki hayatının en elverişli günlerini yaşamaktadır. Maaşı ve işi iyidir. Fakat yüreği, vatanın içine düşürüldüğü durum karşısında huzur içinde değildir.

DEVAM EDECEK