Son haftalarda ülkemizde bu güne kadar dünya tarihinde görülmemiş olaylara tanık oluyoruz.

17 Aralıkta başlatılan yolsuzluk operasyonunun ilk günlerinde hiçbir bakanını yedirmeyeceğini (Bu söze gıcık oluyorum. Türk Milleti yamyam mı ki bakan veya bürokrat yesin!) açıklayan Başbakan Erdoğan, olaya ismi karışan bakanlar ile otobüs üzerinde halka gülücükler dağıttı. Ertesi günde de bakanlar istifalarını sundular. Bu istifalar akıllara “Madem suçsuzdular ve kendilerine güvenleri vardı, niçin istifa ettiler?  Gaye soruşturmanın selameti ise niçin istifa için bir hafta beklediler?” sorusunu getirdi.

İstifalar oluncaya kadar, operasyonda oğlu gözaltına alınan İçişleri Bakanı gerekli gördüğü atamaları ve görevden almaları yerine getirdi. Bu görevden almalar ve atamalar, bizde soruşturmanın bundan sonra sağlıklı bir şekilde yürütülemeyeceği fikrini doğurdu. Operasyonun yapıldığı il olan İstanbul'un yeni Emniyet Müdürü Başbakan'ın özel uçağı ile götürülüp görev yerine teslim edildi. Belki bazılarımız bunda ne var, uçak başbakanlığın olsa da devletin malı, emniyet müdürü de devlet görevlisi diye düşünebilir. Normal bir dönem için bu söylenen geçerli olabilir, ancak başbakan'ın başında bulunduğu hükümet üyelerine yönelik bir operasyonun olduğu bir zamanda bu akıllara, acaba? sorusunu getirir.

Başbakan davanın seyrini değiştirebilmek için görevden almalarla yetinmeyerek konuyu sokaklara taşıdı. Mitingler yaparak nasıl bir oyunun kurbanı edilmek istendiğini anlatıyor. Yargıda ve emniyette yapılan bütün değişikliklere rağmen hâlâ kendisini emniyette görmüyor olmalı ki yargıyı halka şikâyet ediyor. Gece- gündüz demeden mitingler düzenliyor.

Yargıya güven konusunda daha önce başbakanın yaptığı açıklamaları bilmesek kendisine hak vereceğiz. Ama! Ergenekon ve Gezi Parkı olayları sırasında yargıya ve polise söz söyletmeyen başbakan, bu gün o kişilerle aynı dili kullanıyorsa burada durup düşünmek gerekiyor. Yine Ergenekon ve Gezi Parkı olaylarında protesto gösterileri yapanlara kullandığı dili, başbakanın bu gün tekrar gözden geçirmesi gerekir, sanıyorum.

Bu konu tamamen dış destekli ve hükümete yönelik bir kurgu olsa dahi, başbakanın olaya müdahale tarzı ve yaptığı mitinglerde kullandığı dil gocunacak bir şeyler olduğunu gösteriyor. Başbakan ülkede kendi üzerinde bir güç olmasına tahammül edemiyor. Kendisini yürütme, yasama ve yargının üzerinde görüyor. “Ben olmasam hiçbir şey olmazdı.” düşüncesine kaptırmış kendisini. Halen kendisinden önceki seksen yılı rakip olarak görüyor. O dönemde yapılanları geçmek yerine, yok sayarak benden önce ve benden sonrası diye ülkeyi ikiye ayırıyor.

Gerçekleri söylemek yerine, geçmişi toptan reddediyor. On yıldır özelleştirmesini yaptığı KİT kuruluşlarının nereden geldiğini söylemiyor. Kendisinden sonra gelecek olan iktidarlara özelleştirip para kazanacakları neler bıraktığını anlatmıyor.

Başbakan kendisini devletin yerine koyuyor ve kendisine yapılan her hareketi ve eleştiriyi devlete yapılmış addediyor. Kendisini bu makama getiren sistemi kuranların hiç birisini hayırla yad etmiyor.

Başbakan, 17 Aralık'ta yapılan operasyonu sakin kafa ile düşünüp “Bizler de insanız, etrafımda bulunanlar veya onların çocukları hata yapmış olabilir. Yapılan bu hata bütün partiyi bağlamaz, Suçu olan varsa cezasını çekmelidir. En doğru karar, benim yönettiğim ve bütün atamalarda söz sahibi olduğum yargının kararıdır. “ diyebilmelidir.

Ülkeyi iki kutba bölüp, ,insanları bir birine düşürmek siyaset değildir. Bu, “Ben varsam ülke var, ben yoksan ülke de yok olsun!” anlayışıdır. Yapılacak olan soruşturma ve yargı sonucunu sabırla bekleyip, bu işten AKlanarak çıkmak olmalıdır.

Emrine amade basın yayın kuruluşları ile davanın yönünü çevirmeye çalışmak, suçsuz olunsa bile insanların kafasında soru işaretleri bırakacaktır.

Son söz, “İnsanlar, suçsuz insanlara attıkları iftiraların aynısını yaşamadan ölmezler.” imiş .