Bu yazıda Mevlana Celalaeddin Rumi'nin eğitim görüşleri PDR alanına etkileri açısından incelenmiştir. Bu incelemede büyük ölçüde Prof. Dr. Mustafa Ergün'ün “İnsan ve Eğitimi”adlı kitabından yararlanılmıştır.

Eğitimin ilk amaçlarından biri, kişinin olgunlaştırılmasıdır. Çünkü olgunlaşma sağlanmadan bilgi ve hüner bir işe yaramaz. Kişide olgunluk esastır; bilgisizlik bile olgun kişide bilgi ve hüner haline gelir; olgun olmayan kişide bilgi ve hüner ise, bilgisizlik ve hünersizliğe dönüşür.   İnsanların öğrendikleri bilgiler ve bilimler hep kendisi içindir. Fıkıh öğrenen kendi haklarını korumak, astronomi ve yıldız bilgisi öğrenen kendisi ve çevresi için uğurlu ve uğursuz zamanları bilmek, tıp öğrenen kendi sağlığına özen göstermek veya bu yoldan para kazanmak için bunları öğrenir. Bütün bilgi ve bilimler, bu evrendeki varlıkları ve olayları inceler. Ancak insan bütün evrenlerin aslıdır, özüdür.

Mevlana'ya göre eğitimle insanın içine ekilen tohum o kişinin gayretiyle daha önceden insan ruhunun ve zihninin iyi hazırlanması ve tohum ekildikten sonra da iyi bakılması suretiyle yeşerecek, büyüyecek, yeni ürünler verecek ve onların iyi olanları da başka insanların ruhuna ve zihnine ekilecektir. Unutmamalı ki. Bilgi tohumları insan kafasın da depolanmak için verilmiyor; insan beynini de bir ambar olarak kullanmak büyük bir israftır (Ergün,1993:s.276/282).

Görülüyor ki Mevlana eğitimi daha çok kişinin kendini geliştirmesiyle devam edeceğini ve bilgiyi sadece kendi kafasında depolayarak değil paylaşarak yani nesilden nesile aktarılarak daha da yeşereceğine işaret ediyor.

O, insanlara alçak gönüllü, doğru olmalarını, iyilik yapmalarını öğütlemiştir. O, her türlü sevgisizliğe, kötülüğe, bağnazlığa karşı İslami ve insani ilkeleri şiir, musiki ve raks içinde birleştirip dile getirmiş, etkisini yüz yıllarca sürdürmüş büyük bir yaygın eğitimcidir. Kendisinden sonra Mevlevilik tarikatı kurulup gelişmiştir. Bu tarikata özellikle aydınların, hatta bazı padişahlar ve devlet adamlarının bile girdiği (III.Selim, II.Mahmut, Abdülmecit) görülmüştür.  (Akyüz, 2011, s. 54-55-56).

Mevlana'nın bu eğitim görüşünün devlet liderlerini etkilemesi ve onun kurduğu tarikata girmeleri Mevlana'daki liderlik eğitiminin ne kadar iyi olduğunu gösterir.

2.1.Eğitime Etki Eden Faktörler

Kalıtım: Müslüman fikir adamları çerçevesinde Mutezile grubunun “akıllar temelde birdir; insanlar arasındaki farklar akıl ve anlayışlarının farklılığından ziyade bellemek, denemek ve uğraşmaktan kaynaklanır” şeklindeki iddiaları Mevlana tarafından kabul edilmemiştir. Ona göre insanlar arsında çeşitli yönlerden farlılıkları vardır ve göz rengi, deri, saç rengi, boy, cinsiyet v.s. gibi farklılıklar da fert insanların yaratılışlarına kadar gider. Yeryüzündeki insanların akılları arasındaki farklar mertebe ve derece bakımından yeryüzünden gökyüzüne denktir(Ergün,1993:s.292).

Mevlana, insanlarda fiziksel olarak farklılıkların olduğuna değinmektedir; ancak insanlar arasındaki akıl farkını daha farklı değerlendirmektedir. Kalıtımın insanın davranışlarını, fiziksel özelliklerini değiştirdiğine dair söylemler de bulunmaktadır.

Yetenek ve Yatkınlık:Ona göre varlıklarda yetenek ve yatkınlık olmayınca dış şartlar ve uyaranlar onda istenilen, olumlu etkiler yapamazlar. Mesela, güneş bir çevredeki her şeye aynı etkileri gönderir. Altın güneş altında parlar, oysa söğüt ağacı parlayamaz, ama altından farklı olarak yeşerir, güneş canlı ağaçları yeşertirken kuru ağaçlarda bu etkiyi yapmaz (Ergün, 1993:s.295). Bir insanın bir alana yeteneğinin olmaması durumunda istese bile onu mükemmelleştiremez. Bunu ancak yetenek sayesinde elde edebilir.

Gelişme ve Olgunlaşma:Mevlana'ya göre büyüme ve olgunlaşma ilk önce ihtiyaçları farklılaştırır. ihtiyaçların farklılaşması düşünceleri, hayalleri, ilgileri değiştirir. Eski duygu ve düşüncelerin bir anlamı kalmaz. Olgunluk çağında insan daha çok doğrulanmış bilgilere, bilgilerden inanca, inançlardan görüşlere ulaşır. Bu arada sık sık zanlarla bilgi ve inançların karıştırıldığı görülür (Ergün,1993:s.298).

Gelişme ve olgunlaşma kavramları her yaş için farklı bilgiler fikirler! edindirir. Yani çocukluk çağı ile ergenlik çağındaki gelişim evreleri tamamen farklıdır;  yalnız çocukluktaki gelişim evresi, ergenlik için bir temel oluşturur.

3. Mevlana'nın Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Alanındaki Eğitim Görüşlerini Öğrenmek

Gençlik dönemi, fizyolojik gelişme ve değişmelerle birlikte psikolojik değişikliklerin, duygusal iniş çıkışların yaşandığı bir devredir. Maddî refahın her şeyin üstünde tutulduğu bir anlayışın hakim olduğu bir çağda yaşayan gençler, öz değerlerinden habersiz, amaçsız bir kitle halinde ahlâkî ve felsefî bir boşluğa sürüklenmektedirler. Sosyal bir varlık olan insan, yaratılışındaki fizikî ve ruhî özellikleri gereği bir arada yaşamak zorundadır. Bununla birlikte iç ve dış dünyasındaki çeşitli sebepler yüzünden hem kendine hem de topluma yabancılaşanlar da bulunmaktadır. İçinde bulunduğu şartlar gereği adeta toplumdan tecrit edilmiş bir hayat yaşayan günümüz insanı, diğer insanlar hakkında sağlıklı bir bilgiye sahip olamamaktadır. İnsanı tanıma oranında problemlerine çözüm bulunabileceği düşünülünce insanların birbirlerini yakından tanımaları ve anlayabilmelerini önemi kolayca anlaşılabilir.

3.1.Çocukluk Dönemi

İnsanın hayata merhaba dediği çocukluk döneminde (3-12 yaş arası), yetiştiği aile ortamında bir model arayan her çocuk, kendini özdeşleştirmek istediği bir babaya bir anaya ihtiyaç duyar. Eğer ana baba yoksa yakın akrabadan biri onların yerini alır. İnsan sevmeyi ana kucağındaki sıcaklıkta, en yakınları tarafından kendisine gösterilen sevgiyle korunmada öğrenir. Bundan yoksunluk ya da ölçüsüz sevgi ve korunma ileride aksine bir takım psikolojik bozukluklar, ruhî bunalımlar, sinirlilikler ve sapıklıklar yaratır. Bu bakımdan çocuğun en önemli ruhî ihtiyacı sevgidir. (Adasal,1980:s.119)

Çocuğun Eğitimi

Mevlana hazretleri daha çok çocuk eğitimi üzerinde durmuş ve çocuğun eğitimi boyunca nasıl eğitilmesi gerektiğini, hangi kademelerinden geçtiğini ve edep ve ahlak boyutunu ele alarak açıklamıştır.

3.1.1. Çocuğun ilk öğretmeni annedir

Mevlâna çocukların henüz bebek olduğu dönemlerde annelerinin sözleriyle kulaklarının dolduğu ve büyüyünce de bu söz ve üslupla konuştuğunu belirterek (Mesnevî, IV/3037) annelerin çocukları üzerindeki etkisini önemle vurgular. Tabi ki hal böyle olunca annelerimize büyük bir sorumluluk düşmekte ve ilk eğitimi vermeleri özelliklerinden dolayı sanki hiçbir şey anlamaz gibi görünen çocuklarına çok hassas ve olumlu bir üslupla davranmaları gereği ortaya çıkmaktadır. Mevlâna yine burada çocuklarına kızdıklarında “geber” diye bağıran anneleri eleştirir; ama yine de onları kayırarak “Annen sana geber, dese bu sözüyle sendeki kötü huyun gebermesini ister” der (Mesnevî, III/4017). Mevlâna ayrıca çocukların oyunlar vasıtasıyla da olgunlaştığını; erkek çocuklarının tahta kılıçlarla, kız çocuklarının da oyuncak bebeklerle oynayarak farkında olmadan kendilerini geleceğe hazırladıklarını belirtir (Mesnevî, VI/2255; V/3597, 3598). Mevlâna'nın bu fikirleri de yine son yıllarda bilimsellik kazanan 'oyunla eğitim' formasyonunun yüzyıllar öncesinde ortaya konmasıdır. (Şimşekler, s. 140)

3.1.2.Çocuk ve okul

İlk eğitimini annesinden alan çocuğun ikinci eğitmeni okuldaki hocasıdır. Mevlâna'ya göre; çocuk okula giderken eğitiminden sorumlu olan öğretmen kadar babası da sorumluluk sahibidir. Artık büyüyüp evden çıkan çocuk öğretmeni ve babası vasıtasıyla eğitimine devam eder. (Şimşekler, aynı yer)

3.1.3. Babanın görevi

Çocuğunun düzenli olarak okula gitmesini temin etmek; eğer gitmek istemiyorsa onu ödüllendirme yöntemiyle para ve çeşitli hediyeler vererek gitmesini sağlamaktır. Çünkü çocuk henüz okulda görüp öğrendiklerinin faydasını, ileride ne işe yaradığını henüz bilmemektedir.     Yine Mevlâna'ya göre; çocuk okuldaki bilgilerin ne işe yaradığını bilip, anladıktan sonra hiçbir zorlama olmadan okula gidecektir (Mesnevî, III/4585-4588; IV/2578). Yani kısaca söylemek gerekirse babanın çocuğunun eğitimindeki görevi; onun eğitimi için gerekli olan maddi-mânevî alt yapıyı tesis etmektir. (Şimşekler, aynı yer)

3.1.4. Öğretmenin görevi

Okula gelen çocuğu okuma-yazma ve çeşitli misaller vermek suretiyle diğer ilimleri öğreterek yetiştirmek; okula gelemeyecek kadar hasta bile olsa çocukları evine çağırarak hasta yatağında eğitime devam etmesidir. Öğretmenin başarısı da öğrencinin istekli olmasıyla doğru orantılıdır (Mesnevî, VI/1656). Öğretmen bazen de okula gelmeyen veya dersi iyi anlamayan öğrenciye ceza verir (Mesnevî, V/3006 vd.). Mevlâna'ya göre; bu cezalandırma sonucunda çocuk ölse dahi öğretmenin diyeti gerekmez. O, çocuğu kendi hizmetinden geri durduğu için cezalandırmamış, öğrencinin eğitimi için bu cezayı vermiştir. Çünkü öğretmen aynı zamanda Allah'ın vekilidir (Mesnevî, VI/1519). Fakat aynı işi baba yapsa diyet gerekir. Zira çocuğun babaya hizmeti farzdır. Baba çocuğunu kendine hizmette geri durduğu için; yani 'kendisi' için cezalandırmıştır (Mesnevî, VI/1518 vd). (Şimşekler, aynı yer)

3.1.6.Çocuk ve sanat

Mevlâna öğretmensiz bilgi öğrenilmeyeceği gibi ustasız da san'atın bellenmeyeceğine dikkat çeker ve teorik ve pratik eğitimin de gereğini vurgulayarak şöyle der:

“Dünyada en aşağılık sanat bile hiç ustasız elde edilebilir mi?
Her sanatın öncesi bilgidir, ondan sonra icra, amel gelir...
Ey akıl sahibi! Sanat öğrenmeye çalış; fakat o sanatı ehil olan kerem sahibi temiz bir kişiden öğren.
Kardeş, inciyi sedefin içinde ara, sanatı da sanat ehlinden iste!
Bir adam derici olsa, bu sanatını yaparken kirli bir elbise giyse bu elbise onun zenginliğini, yüceliğini azaltmaz ki!
Demirci demir döverken yırtık-pırtık bir elbiseye bürünse, halkın nezdindeki itibarı eksilmez ki!
Şu halde kibir elbisesini bedeninden çıkar; bir şey belleyip öğrenme hususunda aşağılık bir elbiseye bürün. Bilgi sahibi olmanın yolu sözle; sanat bellemenin yolu ise iş iledir.” (Mesnevî, V/1054-1057, 1059-1062). (Şimşekler, s. 141)

3.1.5. Çocuğun görevi

Çocuk kendisine sağlanan bu imkânlar çerçevesinde kendisini yetiştirmek; derste hocasını, dükkânda ustasını iyi dinleyerek ona saygı duymak ve asla onlarla iddialaşmamaktır (Mesnevî, VI/1656; II/1578). Yine Mevlâna san'at öğrenen veya öğrendiğini zanneden gençlere şu önemli tavsiyelerde bulunur:

“Ticarette olgunlaşmamışsan yalnız başına dükkan açma; yoğrulup ustalaşıncaya kadar birinin emri altına gir!
Ustaya müracaat etmeksizin sanat öğrenip, dükkan açan kişi şehirde de alay konusu olur, köyde de!” (Mesnevî, II/3455, III/590). (Şimşekler, aynı yer)

Gençlik dönemi kendi içerisinde ergenlik ve uzamış gençlik dönemleri olmak üzere iki safhada incelenebilir. Ergenlik çağı (12 ile 18 yaş arasıdır), çocuklukla gençlik dönemleri arasında yer alan, gelişme, ruhsal olgunlaşma ve hayata hazırlık dönemidir. Hem bedensel hem de psikolojik açıdan birçok temel değişiklikler bu dönemde oluşur ( Cüceloğlu, 1997:s.345).

3.3.Gençlik Dönemi

Uzamış gençlik dönemi (18-25 yaş arasıdır), gençlerin çok fazla idealist olduğu, her şeyi tozpembe gördüğü, hayatın oldukça uzun, ruh dünyalarının farklı olduğu bir dönemdir. Gençler, çocukluk döneminde idealize ettikleri dünyanın hayal ettikleri mükemmel dünya olmadığını fark edince bunu gerçekleştirme çabası içine girerler. Onların ruh dünyalarıyla gerçek hayat arasında çelişkiler vardır. Her şeyin kendi ideal dünyalarındaki gibi olmasını isteyen gençler, istediklerini elde edemeyip gerçekleştiremeyince çeşitli davranış biçimleriyle tepki gösterip taşkınlık yapabilirler.