Mevlana Celaleddin Rûmi ( 1207- 1273 )

13. Asırdan beri zaman ve mekan yolculuğunu sürdüren, Mevlana Celaleddin Rûmi, dinler arası bir inanç kimliği yanında, eserlerinde ki evrensel değerlere sahip düşünce ve öğretileriyle, insanlığın modern çağdaki bilimsel buluşlarına kadar katkı sağlayan, başta Mesnevi’sinde beyan ettiği, insan hücresinin biyolojik yapısından atoma ve güneş sistemine, nükleer fizik ’ten astronomi ’ye ve galaksilere kadar uzanan bir fizik ve fizik ötesi bilgeliğiyle bugün uzay yolculuğuna bile ışık tutan bir ilim ve irfan erbabı alim ve mutasavvıftır.Nasıl ki geçmişte inen Tevrat, İncil ve Kuran gibi kutsal kitaplarda yer alan bilgi ve mesajların içeriğini Cenabı Hakkın sonsuz ilim ve hakikatlerini, modern çağda gelişen bilim ve tekniklerin ışığında daha iyi anlıyorsak, hiç şüphesiz  Mevlana’nın daha 13. Asırda insanlığa sunduğu çeşitli bilim dallarını içeren öğretilerini ve öngörülerini, yaşadığımız uzay çağında gün geçtikçe daha iyi anlıyor ve öngörülerinin doğruluğunu modern çağda ki keşif ve buluşları gördükçe her gün biraz daha hayrete düşüyoruz. “Ben Kuran’ın Hz. Peygamberin ayağının toprağıyım” diyen Hz. Mevlana’nın bize anlatmak istediği şeylerin, genelde bizim gibi geleneksel İslam mirasına sahip, hazıra konmuş, işin farkında olmayan Müslümanların anladıkları şeylerden, çok daha farklı şeyler söylemek istediğini düşünüyorum. Yedi asırdır eserlerinde sunduğu Kuran ve Hadis yorumları ve bilgeliğiyle insanlığı peşinden sürükleyen Hz. Mevlana’nın din adamı kimliği yanında, geleceği okuyup, gizli ilimlerden, simyadan, ve astrolojiden haber vererek, bilim adamlarını hayrete düşüren Mevlana’nın, bilgeliyle ilgi bazı kısa bilgi ve belgeleri yazımızın ikinci bölümünde “Mevlana’nın Konya’da devam eden ilim ve irfan yolculuğu”, başlığı altında sunmaya çalışacağız.

MEVLANA YOLU ‘NUN GÜNCELLİĞİ, başlıklı yazımızı iki ana bölümde toplayabiliriz.:

1- Mevlâna ailesinin Belh’ten başlayan ve çeşitli duraklardan sonra Konya’da son bulan hicret yolculuğu. Bu bölümde, tarihi süreçte Mevlâna’nın düşünce kökenlerine inebilmek için, hem doğduğu Belh şehrinin tarihteki yerini, hem de kendisini yetiştiren köklü Mevlana ailesinin tarihi ve kültürel kimliğini, niçin Belh’i terk edip, Anadolu’ya ve Konya hicret ettiklerini, anlamaya ve bu yolculuğun sebep ve sonuçlarını analiz etmeye çalışacağız.

2- Mevlana’nın Konya’da devam eden ilim ve irfan yolculuğu

Bu bölümde ise, Sultanül ulema Bahaddin Veledin ölümünden sonra, babasının yerine geçen Mevlana’nın Şems Hazretleriyle buluşmasını, bu buluşmanın Mevlana’nın izlediği ilim ve irfan yolunda nasıl bir etki yaptığını, eserlerinde Mevlana’yı Mevlana yapan evrensel düşünce ve değerleriyle nasıl tüm insanlığı etkilediğini inceleyeceğiz. Ayrıca Mevlana’nın daha 13. Asırda eserlerinde zikrettiği nükleer fizik, atomlar, astronomi gibi birçok bilim dalına has bilgilere insanlığın ancak modern çağda ulaşabildiğini örnekleriyle göstermeye ve anlatmaya çalışacağız.

1- MEVLANA AİLESİNİN BELH’TEN KONYA’YA YAPTIĞI HİÇRET YOLCULUĞU TARİHTE BELH ŞEHRİNİN YERİ VE ÖNEMİ

BELH’İN KURULUŞ DÖNEMİ VE COĞRAFİ KONUMU

Belh şehrinin tam olarak ne zaman kurulduğu bilinmemekle beraber, tarihçiler tarafından milattan önce 1500- 1000 yıllarında eski İran hükümdarlarından Keyumers tarafından kurulduğu iddia edilmektedir. Mevlana Celalettin Rumi’nin doğduğu, çocukluğunun geçtiği ailesinin anavatanı olan Belh şehri, tarihi kökleri bakımından çok zengin bir derinliğe sahiptir. Stratejik konumu itibarıyla Hindistan'ı kuzeye ve doğuya bağlayan ana ticaret yolları üzerinde kurulduğundan tarihte birden fazla uygarlığa başkentlik yapmıştır. Aynı zamanda Horasının dört büyük sosyal, ekonomik ve dini merkezinden biridir. İslam öncesi ve İslam sonrası dönemde, farklı ırk din ve mezheplerin bir arada yaşamaları sebebiyle çeşitli dini ve kültürel unsurların bir mozaiğini oluşturmuştur. Örnek verecek olursak, Zerdüştlük buradan çıktı ve kutsal kitabı Avesta burada yazıldı. Budizm’in ikinci önemli merkezi burasıydı. İskender’den sonra Yunanlılar tarafından Kurulan Bacteria devletinin merkezi de Belh idi. Ayrıca Doğu felsefesi ile Yunan felsefesinin etkileşiminden oluşan Helenizm’in merkezi de Belh olmuştur.

BELH’TE İSLAMİYET DÖNEMİ

Hz, Ömer (M.642) yılında nihavent zaferinin ardından İran içlerine doğru seferlerin başlatılması emrini vermişti. Bu amaçla Ahnef b. Kays’ı Horasan’ı fetihle görevlendirmiştir. Belh de o dönemde çeşitli isyan ve direnişlerden sonra Müslümanlar tarafından fethedilmişti. Zamanla el değiştirerek Selçuklu dönemine kadar çeşitli ülkelerin hakimiyetine geçen Belh şehri 1206 yılında Harzemşahlılar’ın eline geçmiştir. Mevlâna Celaleddini Rumi Harzemşahlılar’ın Belh’i hakimiyetleri altına almalarından sonra, 1207 yılında Belh’te dünyaya gelmiştir.İslamiyet’in yayılmasıyla hızlı bir değişim yaşayan Belh, İslam'ın Horasana ve Maveraünnehir’e yayılmasında öncülük etmiştir. Bu sayede, 1- Horasan Melamiliğin çıkış yeri, 2- Hanefi fıkhının geliştiği en önemli üç merkezden biri, 3-Abbasilerin ünlü vezir ailesi Bermekiler ile Samani hükümdarlığını kuran ailenin de ana yurdudur. Bu özelliğinden dolayı “Umm-al belad (Şehirlerin Anası)” ve “Kubbetül- İslam” olarak anılmıştır.

BELH, KÜLTÜR VE MEDENİYET ŞEHRİ

Belh'in İslam kültür ve medeniyet tarihinde çok önemli bir yeri vardır. Bir rivayete göre kağıt ilk defa Belh’te imal edilmiş, daha sonra Abbasi veziri Cafer Bin Yahya'nın gayretleriyle Bağdat'ta da kağıt yapımına başlanmıştır. Araplar Belh’e Şehirlerin Anası adını vermişlerdir. Belh’de hadis, tefsir, fıkıh, felsefe, tıp ve coğrafya alanında yetişen âlimler daha sonra Bağdat ve Şam olmak üzere çeşitli şehirlere giderek, İslam kültür ve medeniyetinin gelişmesine önemli katkıda bulunmuşlardır. Bu dönemde Belh de yetişen ve daha sonra ailesi ile Allah yolunda Anadolu’ya seyri sefer yapan Mevlana’nın babası, alimler sultanı Bahaddin Veled’dir.

MEVLANA AİLESİNİN BELH’TE Kİ DİNİ VE KÜLTÜREL KİMLİĞİ

Hüseyin Hatibi

Hüseyin Hatibi Mevlana Celalettin Rumi’nin dedesidir. Ahmet Eflaki dedenin, “Ariflerin Menkıbeleri “isimli eserinde anlattıklarına göre, Hüseyin Hatibi Ebu Bekir Sıddık'ın soyundan Belh’li, Hatip Ahmedin oğlu Celaleddin Hüseyin Hatibi,dir. O daha otuz yaşında Horasan bölgesinde ki bilginler ve ulular arasında yer alan, birçok da müridi olan otuz yaşında bekar bir gençti. Öyle ki Nişaburlu Razi üddin, Bedri Ru’us Şeref-i Akili gibi dünyanın meşhur insanları onun öğrencisiydi. Ayrıca iki üç bin müftü ve keramet sahibi zahit öğrencisi de vardı.

Hüseyin Hatibi bir gece, Hz. Peygamberin bütün sünnetlerini yerine getirdiğini, ama nikah sünnetini ihmal ettiğini düşünür ve üzülür. O gece rüyasında gördüğü Peygamberimiz kendisine “Horasan padişahının kızı ile evlen “der. Yine rivayet edildiğine gibi Horasan ülkesinin padişahı Alaaddin Muhammet Harzemşah‘ın çok güzel ve iyi eğitim görmüş müstesna bir kızı vardı. Bir gece padişah vezirine danışarak: “Bizim kraliçenin bir dengi bulunamayınca ne yapmalı ve ne tedbir almalı? “, dedi. Vezir de: “Kızımıza layık o bilgin de senin başkentin Belh şehrinde, ulu Ebu Bekir Sıddık'ın çocuklarından olan, Celalettin Hüseyin Hatibi hazretleridir.” Dedi. Tanrının takdiri ile aynı gece hem padişah hem vezir ve hem de dünya kraliçesi Padişah’ın kızı Peygamber hazretlerini rüyalarında gördüler. Peygamber padişaha: “Dünya Kraliçesini Hüseyin Hatibi ’ye Nikahladım bundan sonra Kraliçe onundur,” dedi.Böylece Hüsiyin Hatibi Türk prensesi Harzemşah hanedanından Emetullah Sultanla evlendi.

Bahaddin Veled

Hüseyin Hatibinin evliliğinden sonra 1150 yılında oğlu Bahaddin Veled dünyaya geldi. Ama o daha iki yaşında iken babası Hüseyin Hatibi öldü.Babasını küçük yaşta kaybetmiş olan Bahaddin Veled, dirayetli ve kültürlü bir hanım olan annesi nin koruması altında tahsil ve terbiye gördü. Bahaddin Velet gençlik yıllarında büyük bir âlim ve mutasavvıf olan, Necmettin-i Kübra’dan fıkıh, hadis, tefsir dersleri aldı. Necmettin’i Kübra, Tasavvufi Kübra diye bilinen yolun mürşididir.Bahattin Velet de genç yaşta bilim ve hikmetlerle dolu müstesna, parmakla gösterilen bir adam oldu. Tam bu sırada anne tarafından olan akrabalar herkes Bahattin Velet’in hükmü altında bulunsun diye, Bahatin Velet-i padişahlık tahtına oturtmak için söz birliği ettiler. Fakat Bahattin Velet bunu kabul etmedi ve hiç razı olmadı. Bir gün Bahattin Velet babasının kütüphanesine girip kitapları tetkik ettiği sırada, annesi Emetullah Sultan oğlunun yanına gelerek kendisine: “Bizi babana, bu bilimler ve hikmetleri bildiği için vermişlerdi.” dedi. Bunun üzerine Bahattin Velet kendisini tamamıyla dini ilimler tahsiline verip çalıştı ve dünya mülkünden tamamen el çekti. Yine rivayet edildiğine göre, Belh’te bulunan 300’den fazla müftü bir cuma gecesi Peygamber efendimizi rüyada gördüler. Hz. Peygamber bu din ulamalarına: “Bugünden itibaren Bahaddin Vele’te Sultan-ül Ulema deyiniz ve öyle hitap ettiniz” diye buyurdu Sultan-ül ulemanın sonsuz kerametleri ve velâyetinin zuhuru Horasan ülkesinin bel şehrinde yayılınca, İştihatı tüm şehre yayıldı. İmam Fahrettin Razi, Kadı Feyzi Ferazi, Cemaleddini Hasiri gibi birçok akılcı ekole sahip bilginler ve filozoflar, Bahaddin Velet’i kıskanarak ona dil uzatmaya başladılar. Bir gün Bahaddin Velet’in cuma vaazını dinlemeye gelen Fahrettin Razi gibi birçok filozofu ve Muhammed Harezamşah’ı , görünce onları eleştirip, bidadcılar olarak niteledi. “Bu kadar mucize ve delilleri bırakıp hayeller peşinde koşuyorsunuz”dedi.

BAHADDİN VELED’İ GÖÇE ZORLAYAN SEBEBLER

Sufi Ekolünün üstadı olan Bahaddin Veled, Belh’te ilmi ve hitabeti ile halkı yanına çekmeyi başardı. Bu Âlimler Sultanının başarısını kıskanan, Fahrettin Razı gibi farklı ekollere mensup üstatlar, yanlarına Harizimşah Sultanını da alarak, Bahaddin Veled’e çeşitli güçlükler çıkartmışlardır. Rasyonel ekolün temsilcisi, Fahrettin Razi, aynı zamanda eski öğrencisi olan Harizmşah Sultanı’na Bahaddin Velet’i şikâyet ederek, şunları söylemiştir: “Bize ve size asla itibar etmiyor, kıymet vermiyor. Bizim eserlerimizi kabul etmiyor. Zâhir ilmi, bâtın ilmin bir dalı olarak görüyor. Halk ona itibar ediyor. Yakında sizin tahtınıza oturursa şaşmayın” diyor.

BAHADDİN VELED’İN BELH SULTANIYLA TARTIŞMASI

Harizmşah Sultanı, Bahaddin Velet’e gönderdiği bir temsilci ile şu mesajı iletiyor: “Şeyhimiz eğer Belh ülkesini kabul ederse bugünden itibaren padişahlık, ülkeler ve askerler onun olsun ve bana da başka bir ülkeye gitmem için müsaade etsin. Çünkü bir ülkede iki padişahın bulunması münasip değildir”. Bahaddin Velet de gelen elçi ile Sultan Harizmişah’a şu mesajı gönderiyor: “O İslam Sultan’ına selam söyle. Bu dünyanın fani ülkeleri askerleri, hazineleri, taht ve talihlileri padişahlara yaraşır. Biz dervişiz, bize memleket ve saltanat münasip değildir.” Diyor.

BAHADDİN VELEDİN SEFER EMRİ

Böylece kendi dostlarına sefer ediniz! sıhhat ve istifade edeceksiniz Buradan hareket etmemizi kesinleştirmemiz için, Allah’ın yardımı ile hazırlıklara başlayın! buyurdu. Bahaddin Velet’e Muhip ve mürit olan Belh ahalisinin kalbinden feryat ve figanlar yükseldi. Harizemşah kuruntu etmeye başladı ve Sultan-ül Ulema’nın yanına itibarlı haberciler göndererek özür diledi. Sonra Padişah veziri ile Bahattin Velet’in yanına gelerek hareket kararını bozması, gitmekten de vazgeçmesi için yalvardı. Teklif kabul edilmedi. Padişah bahri öyle gidiniz ki, halk farkına varmasın, yoksa kötülükler doğar, büyük bir yıkım olur, diye ricada bulundu. Bahattin Velet de Sultan’ın sözünü kabul edip, cuma günü büyük bir zikir yapılmasını emretti. O günkü son vaazında, Bahaddin Velet sevenlerinin huzurunda şu ibret dolu sözleri söyledi: “Ey fâni ülkenin sultanı, eğer bilmiyorsan ve haberin yoksa benim de senin gibi bir sultan olduğumu bil ve öğren. Sana emirlerin, bana da bilginlerin sultanı derler. Sen benim müridimsin. Senin padişahlığın bir nefesliktir. Benim padişahlık ve saltanatım da o kadardır. Yalnız senin nefesin nefsinden ayrılınca ne sen kalırsın ne tahtın, İkbal’in, memleketin ve ne de halefin ve neseplerin kalır. (Sanki dün bir şey yokmuş gibi) (K.K.25) ayetinde olduğu gibi tamamıyla yok olursun. Hâlbuki ki bizim kıymetli nefesimiz nefsimizden ayrılınca, arzın direkleri olan neslimiz ve çocuklarımız kıyamete kadar ayakta dururlar. İşte ben şimdi gidiyorum, fakat malumun olsun ki, benim arkamdan Tanrının ordusu olan, iyi teçhiz edilmiş, çekirge gibi dünyaya yayılan ve “Onları hiddet ve gazabımdan yarattım” sözünde denildiği gibi hiddet ve gazaptan yaratılan Tatar ordusu sana ulaşacak. Horasan ülkesini zapt edecek, Belh ahalisine ölümün acı şarabını tattıracaklar. Dünyayı altüst edecek ve yüz bin dert ve belâ ile padişahı kendi ülkesinden çıkaracak ve neticede sen Rum ülkesi Sultan’ının elinde öleceksin. “dedi. ( Eflaki C. 1 S. 8,9,10)

NECMETTİN-İ KÜBRA VE MOĞOL İSYANI

Bir gün Necmettin’i Kübra’nın talebeleri Moğollar için, hocam bir dua buyursanız da bu Moğol belası, Müslüman memleketinden uzaklaşın, dediler. Necmettin’i Kübra da “Bu bela mübremdir. Allah’ın değiştirilemez hükümlerindendir. Dua bunu (gidermez) önlemez” demiştir. Bu yüzden Bahaddin Veled  gibi yetişmiş talebelerine dünyanın dört bir tarafına seyrüsefer yapıp, İslam’ı tebliğ etmelerini önermiştir. Cengiz Han Horasana girdiğinde, Necmeddin’i Kübra’ya Belh’i terk etmesini istemiş. Ama o, bazı talebeleriyle şehri terk etmemiş savaşarak şehit olmuştur.

MEVLANA AİLESİNİN BAHATTİN VELET KOMUTASINDA BELH’TEN KONYA'YA HICRET YOLCULUĞU

Eflaki Ahmet Dedenin eserinde yazdığına göre 1212 veya 1213yıllarında “Üçyüz deve yükü tutan kıymetli kitaplarını, dostların ev eşyalarını, azıklarını, onları taşıyacak hayvanlarını hazırladılar. Kırk olgun müftü, aile fertleri ve yakın dostları ile onun özengisi yanında Belh’ten ayrıldılar. Bu tarihte Mevlana beş, ağabeyi Muhammed Alaeddin ise yedi yaşındaydı. Sanki peygamber hazretleri münafıkların eziyetinden ve kıskançların şerrinden mübarek Mekke'den Medine ‘ye göçüyordu. (Ariflerin Menkıbesi C.1. S. 12). ( Göçte yaşanan bu acı ve ıztırarlara Belh’te küçük yaşta şahit olan Mevlana, bir akşam Konya’da Hüsameddin Çelebinin evinde yapılan bir sema sırasında mübarek göğsünü açarak âşıklara yakışır ahlar çekti ve” Zavallı Horasan onarılamayacak şekilde yıkılmadadır” diyerek şu beyiyeleri söyledi: “ Tanrı öz erlerinden birinin kalbi incinmedikçe bir devirdeki halkı rüsva etmez.” “Tanrı erlerinin gazabı bulutu kurutur. Bunların gönüllerinin gazabı dünyayı yakar”dedi) Allah yolunda Belh’ten Konya’ya hicret eden Mevlana ailesinin yolculuğu bir nevi yapısı ve içeriği bakımından. Mekke’den Medine’ye hicret eden Peygamberimizin cihadına beziyordu.

HZ. PEYGAMBERİN MEKKE’DEN MEDİNEYE HİCRETİ

Bildiğimiz gibi Allah Rasulü, İslam’ı tebliğe başladığı dönemde Mekkeli müşriklerin korkunç şiddet ve tehditlerine maruz kalmıştı. Hatta bir ara İslam’ı tebliğ edebilirim ümidiyle, amca çocuklarının bulunduğu baba ocağı, Taif’e gitmişti. Ama daha Taife ulaşır ulaşmaz müşrik Taiflerin damlardan atıp, fırlattıkları taşlı sopalı saldırılarıyla karşılaşmıştı. Hatta bir ara ilk Müslümanlardan yoldaşı Zeyit ,damdan Peygamberimizin kafasına fırlatılan kocaman bir taşı fark edip, anında Peygamberimizin üzerine kapanmış ve kendi kafasına isabet eden taşla kafası yarılmış, üstü başı kanlar içinde kalmıştı. Bu acımasız saldırılar karşısında çok şaşıran Peygamberimiz, yanındaki az sayıda ki yoldaşları ile Taif bağlarına sığınmıştı. Yaşadıkları karşısında adet şok yaşayan Peygamberimiz, Ya Rabbi! acaba ben nerede yanlış yaptım? dercesine nazlanarak bir  ara gözlerini gök yüzüne diktiği sırada kendisine Cebrail A.S göründü ve Peygamberimize: “ Ya Rasulüllah ! Eğer istiyorsan Cenâbı Allah Taif’i yerle bir edecek” dedi. Peygamberimiz: “Hayır! Hayır! Ben bunu istemiyorum. “Bir gün bunların soyundan gelenler, La ilaha İllallah, Muhammed’in Rasulüllah diyecekler” dedi. Sonunda kendisine inen ayetlerin ışığında Mekke’den Medine’ye hiçret etmiş, güçlenen Müslümanlarla Medine Sözleşmesini (Anayasasını) hazırlayarak İslam devletini kurmuş, Kudüs’ün, Bizans’ın, İran’ın kapılarını İslam’a açmıştı.)

YOLCULUKTA İLK DURAK NİŞABUR

Sultanü'l Uleman’ın göç yolunda ilk durağı Nişabur oldu. Nişabur şehrinde tanınmış mutasavvıf Feridüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlana burada küçük yaşına rağmen, Feridüddin Attar’ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştı. Feridüddin Attar Mevlâna’nın babasına, “Yakında; senin bu oğlun, tüm dünya insanlarının gönlüne ateşler salacaktır,” demiştir. Mevlâna’ya da Esrar Name (Kuşların Dili) adlı eserini hediye etmişti.

KÂBE’YE YOLUNDA İKİNCİ DURAK BAĞDAT

Bahaddin Velet ekibi ile Nişabur’dan sonra Bağdat ve Küfe yolundan Kâbe’ye hareket ettiler. Yine Mevlana’nın Hüsamettin Çelebiye anlattıklarına göre, Bahaddin Veled yoldaki konak ve ülkelere gelmeden oranın halkı onu bir günlük yoldan karşılıyorlar, mükemmel şekilde ağırlıyorlardı. Bağdat havalisine yaklaştıklarında şehrin muhafızları kervanın önüne koşarak. “Dur! Hangi kavimdensiniz? Nereden gelip nereye gidiyorsunuz”, dediler. Bahaddin Veled başını mahvesinden çıkarıp, onlara hitaben: “ Allah’tan geldik Allah’a gidiyoruz. Allah’tan başka kimsede kuvved ve kudret yoktur. Biz manasızlıktan gelip manasızlığa gidiyoruz” diye cevap verdi.

Arap muhafızlar şaşakaldılar birini halifeye gönderip durumu bildirdiler ve Horasan'dan çoğu bilgin ve faziletli kişilerin teşkil ettiği kalabalık bir topluluk gelmiştir dediler. Halife bu topluluğun durumunu işitince şaşakaldı. Ve zamanın büyük şeyhlerinden Şahabettin Suhreverdi’ye sarayda bulunması için birini gönderdi. Şeyh Sulhseverdi halifeden Bahaddin velet ’in bu sözlerini duyduğunda, “Bunu ancak Belh’li Bahattin Velet söyleyebilir ; çünkü bu asırda ondan başka biri ne bu çeşit söz söyler, ne de bu tarzda bir dil kullanabilir .”dedi. Hep birlikte Bahattin Velet-i karşılamaya gittiler. Birbirleriyle karşılaşınca, Sühreverdi katırından inip nezaketle Bahattin Velet’in dizini öptü, hizmette bulundu ve kendi malikanesinde doğru yürüdü. Sultan -ü ulema, imamlara medrese daha münasiptir dedi. Mustansiri Medresesi’ne indiler.” Rivayete göre halife “hoş geldin” hediyesi olarak Sultan-ül Ulama’ya çeşitli yemeklerle beraber, altın bir tabak içinde 3000 Mısır altını gönderdi. Bahattin Velet halifenin malı haram ve şüphelidir diyerek gönderilen hediyeleri kabul etmedi. Bu haberi duyan halife çok üzüldü. Halkın da bildiği gibi Bağdat halifesiz çok zalim şedit ve pervasız biriydi. Halife Sühreverdi’yi huzuruna çağırdı ve bu adamın yüzünü mutlaka görmem gerek dedi. Sühreverdi “Ey yeryüzünün halifesi “o sizinle yüz yüze gelmek istemiyor. Ama onun yüzünü belki cuma günü camide görebiliriz, dedi. Bunun üzerine halife Sultan Ulemanın huzuruna gelerek ondan cuma günü Bağdat ahalisi için Bahaddin velet’ten bir vaaz rica etti. Sultan Velet daveti kabul etti. Sultan Velet’in vaaz vereceği haberi duyunca bütün Bağdat halkı büyük camiye toplandılar. Önce sesi güzel hafızlara Kuran okudular. Bahattin Velet Kuran’dan ayetler okuyarak, ibret dolu yorumlar ve örnekler verdi. Halife çok ağladı.Bahaddin Veled mübarek sarığını kaldırarak yüzünü halifeye çevirdi : “Ey Abbas oğullarının halifesi! yazıklar olsun, sen salih bir halife değilsin. Böyle mi yaşamak lazımdı? Şeriat dininde şeriatsızlık yaraşır mı? Acaba bu delili Allah’ın kitabında okudun mu? Bu fetvayı

 Peygamberlerin hadislerinde buldun mu? Bu hütcete ilk dört halifenin sözlerinde ve din imamlarının fillerinde rastladın mı? Şimdi sana haber veriyorum: “O küçük gözlü olan ve etrafı ateş saçanlar, yani Moğol askerleri geliyorlar. Allahın takdirine göre onlar seni şehit edecek ve büyük bir işkence ile öldürecekler. Senin İslam dinine karşı olan kinini canından çekip çıkaracaklar. Ulaş, vaktinde hazır ol, gaflet perdesini gönül gözünden kaldır, akıl kulağını aç, günahlarını bırakarak Allah'a dönmeye çalış. Ondan mağfiret dilemekle meşgul ol.” Dedi. Padişah feryat ederek hüngür hüngür ağladı. Ertesi gün, Patişah Saraydan adamlarıyla Bahaddin Velet’e attılar, paralar ve eşyalar gönderdi. Bahaddin Veled kabul etmedi:” Sadaka almak ne zengine ne de sağlığı yerinde olan bir adama yaraşır. Bizim kâfi derecede malımız ve servetimiz vardır, bize hiçbir şey lazım değildi” dedi. Bahaddin Velet daha Bağdat'tan hareket etmemişti ki, Cengiz Han'ın 500.000'e yakın Moğol askerleriyle Belh’i işgal etmiş olduğu ve Horasan’ın bu kadar şehrini harap ve yağma ettikleri, sayısız esir aldıkları haberi geldi.

KÂBE’Yİ ZİYARET

Üçüncü gün Bahattin Velet küfe yolundan Kâbe’ye hareket etti. Bahaddin Velet ’in komutasında Mevlana ailesi Mübarek Kâbe’yi ziyaret etti. Ziyaret dönüşü Şam’a uğradılar. Burada Muhiddin İbnü’l Arabî ( 1165-1240) ile de görüştüler. İbnü’l Arabî babasının arkasından yürüyen küçük yaşta ki Mevlana’ya bakarak “Sübhanallah! Bir okyanus bir denizin arkasından gidiyor” demiştir. O dönem Melik-ül Eşref Şam’da hükümdardı. Şam halkı Bahattin Velette büyük bir rağbet göstererek orada kalmasını istediler. O, “Allah yurdumuzun Rum ülkesinde olmasını buyuruyor “diyerek razı olmadı. Bizim toprağımız Konya başkentindedir” dedi.

MALATYA DURAĞI

Mevlana Ailesi Malatya’ya geldiği 1226 yılında Cengiz Han ölmüş, oğlu Oktay Hanı da, babasının yerine getirmişlerdi. Sultan Alâaddin de Rum saltanatı tahtına oturmuştu. Malatya’dan tekrar yola çıkışta, Bahattin Veled kafileye Erzincan yöresinden geçmelerini buyurdu.

ERZİNCAN DURAĞI

Erzincan’a yaklaştıklarında, Bahaddin Veled’in müritlerinden şeyh Kâhvârenger Hâceği, şeyh Haccâc ve daha başka müritleri “ Erzincan şehrine de girelim” diye ondan ricada bulundular. Bahattin Velet toplulukla o şehre girmeye müsaade yoktur. Çünkü orada fena adamlar çoktur buyurdu. Erzincan hükümdarı ve eşi İsmeti hatun, Bahattin Velet ‘in peşinden giderek kafileye ulaştılar ve Erzincan’da kalmaları için çok ısrar etiller. Önce kabul etmedi. Kalmaları için çok ısrar edilince, benim için bu şehirde bir medrese yaptırırsanız, bir müddet daha burada kalırım dedi. Bu isteği memnuniyetle kabul edildiği için, Bahattin Velet kafilesiyle Erzincan da 4 yıl kaldı. Erzincan dan ayrılan Bahaddin Velet kafilesiyle Larande’ye (Karaman’a) geldi.

LARENDE (KARAMAN ) DURAĞI

Karaman'da o yıllarda ilin Subaşısı (Valisi) temiz ve sadık bir Türk olan Emir Musa Bey idi. Emir Musa Bey şehrin merkezine Sultan’ül Ulema ve yakınlarının kalabilmeleri için bir medrese yaptırdı. Burada yedi yıl kaldılar.

MEVLANA’NIN KARAMANDA EVLİLİĞİ

Mevlana 1225 yılında Karaman'da itibarlı bir kişi olan, Hoca Şerafettin Lala’nn kızı Gevher Hatun ile 18 yaşında iken evlendi. Bu evlilikten Mevlâna’nın Sultan Velet ve Alaaddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra hanımı Gevher hatunu kaybeden Mevlâna, bir Çocuklu dul olan Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlana’nın bu evlilikten de Muzaffer ettin Emir Alim Çelebi adlı bir oğlu ile Melike hatun adlı bir kızı dünyaya geldi. Onun bir de Şemsettin Yahya adlı genç yaşında vefat eden üvey oğlu vardı.

Aralarında Mevlana'nın annesi Mümine Hatun’un ve kardeşi Muhammet Alaaddin'in de bulunduğu Mevlana'nın soyundan gelen 21 kişinin mezarları, halen Karaman şehrinde Aktekke Cami’ndedir.

AKTEKKE CAMİİ İÇERİSİNDE YER ALAN MEZARLAR

1-Mümine Hatun. 2-Karamanoğlu Emir Seyfettin Süleyman Bey. 3-Ali Çelebi. Şeyh Ebu Bekir. 5- Muhammed Çelebi. 6 Ahmet Çelebi. 7-Şeyh Veled Çelebi. 8- Mustafa Çelebi. 9-Ali Çelebi. 10- Muhammet Alaaddin Çelebi, (1220) Mevlana2nın Ağabeyi. 11-12 (dokuzuncu çocuk mezarı) Çelebi sülalesine ait anne ve akrabalar. 20- Muhammet Alaaddin. 21-Abdurrahman Çelebi.

SULTAN’ÜL ULEMÂ VE AİLESİNİN KARAMANDAN KONYA’YA GELİŞİ

13. Yüzyılda Anadolu’nun büyük bir kısmı Selçuklu devletinin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin başşehriydi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkârlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak dönemini yaşıyordu ve devletin hükümdarı Alâeddin Keykubat, Sultan-ûl Ûlema, Bahaddin Veledi Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya ‘ya yerleşmesini istedi.

ALAADDİN KEYKUBAT’IN MEVLANA AİLESİNİ KONYA’DA KARŞILAMASI

Sultan’ül Ûlema’nın Karaman'dan Konya'ya gelmekte olduğu haberi alınınca, bütün kalem erbabı ve ilim sahipleri, Konya ahalisi ile birlikte, şehir girişinde Mevlana ailesini karşılamaya çıktılar. Alâeddin Keykubat uzak bir mesafeden atından inerek, Sultan-ûl Ûlema’nın elini öpmek istedi. Ama bahaddin Velet kendisine elini değil bastonunu uzattı. O da onun bastonunu ve dizini öptü.

ALÂEDDİN KEYKUBAT’IN SULTAN’ÜL ÛLEMA’YI SARAYA DAVETİ

Alâeddin Keykubat Sultan-ül Ûlema’yı kendi sarayına misafir etmek istedi. Ama Bahattin Velet kabul etmedi ve şunları söyledi: “İmamlara medrese, emirlere saray, tüccarlara han, başıboş gezenlere, zaviye, gariplere kervansaray münasiptir, dedi ve Mevlana ailesi 3 Mayıs 1228 tarihinde Altunapa (İplikçi) metresine yerleşti. Böylece Belh’te başlayan Mevlana yolculuğu, Konya’da son buldu

BAHADDİN VELED’İN ÖLÜMÜ

Sultan’ül Ûlema, Bahaddin Veled 12 Ocak 1231 yılında 85 yaşında iken, Konya’da vefat etti. Sağlığında, “Benim ve benim çocuklarımın ve onların evlatlarının mezarları burada olacaktır”, demiştir. Vasiyet gibi algılanan bu sözleri üzerine mezar yeri olarak , devrinde Selçuklu Sultanlarının gül bahçesi olan 1926 yılından beri ise müze olarak hizmet vermekte olan, Mevlana dergahında ki bugünkü yerine defin olundu. Üzerine mermer kitabeli Horasan çamurundan bir sanduka yapıldı. İlk gününden itibaren ziyaretgah durumuna gelen bu mezar, ileriki yıllarda külliye haline gelen dergahın ilk yapısı olacaktır. Sultan-ül Ulemayı sevenlerden Muinettin Pervane Mevlâna’ya müracaat ederek, babasının mezarı üzerine eşine rastlanmaz bir kubbe ve nadir bir tâk yaptırmak için ricada bulunup Mevlâna’dan izin istedi. Mevlâna, “madem ki senin yapacağın kubbe feleklerin kubbesinden daha güzel olmayacaktır o halde bırakarak da onun mezarı bu gök kubbesi ile kalsın. Bundan vazgeç “diyerek türbe yapımına izin vermedi. Bahattin Velettin ölümünden sonra Burhanettin Tirmizi adlı bir mürid onun yerine medrese sesinin başına geçti ve sırası gelince Mevlana'nın manevi hocası oldu Mevlana'nın hukuk eğitimi ve İslam hukuku tahsil etmek üzere Suriye gitmesini tavsiye etmiştir Mevlana orada yedi yıl kaldı sonra 1240'tan 1244'e kadar manevi yönetici ve müderris olarak Burhanettin yerine geçti. Gerçekten de Mevlana uzun süren eğitimi sırasında tefsir hadis fıkıh gibi dini ilimlerle donanmış büyük bir ilim ve din bilgini olmuştu. İplikçi medresesinde vaazlar veriyordu. Böylece. Babası Bahaddin Velet’in yerine uzun yıllar, farklı Şeyhlerden ders alarak yetişen, Mevlana geçti. (Bakınız Dr. Erdoğan Erol, Mevlana’nın Hayatı, Eserleri ve Mevlana Müzesi S. 9-13)