Bir hışımla evden çıktı. Güne nasıl uyandığını, nasıl hazırlanıp kendini dışarı attığını bilemedi. Sokağa adımını atar atmaz yüzüne sertçe bir tokat indiren soğuk hava kendine getirmişti onu… Şöyle bir düşündü sahi ya Ekim ayını bitirmek üzerelerdi. Ayaz esir alacaktı gök kubbeyi…

Orayı sahip olmakla da kalmayıp, tüm şehri zemheri bir kasvete boğacaktı. İşte hükümdarlığını ilan etmeye hazırlanıyordu. Ondan önce yeryüzüne serilmiş renklere savaş açmak için plan yapıyordu. Sonralarda renksizliğe hapsedecekti her şeyi…  Ve bu savaştan galip çıkacak olanda belliydi.  

Bir an durdu ve yüzünü gökyüzüne doğru kaldırdı. Güne bakana benziyordu. Tek fark güneş yoktu, sema gri bulutlar ile doluydu. O anda çehresine minik minik fıstık yapan damlaları hissetti. Bugünün en güzel tarafı bu olsa gerekti.

Derin bir nefes çekti ve uzun bir süre onu bırakmak istemedi. İçinde ısıttı, sarıp sarmaladı. Tüm hücresini kendine getirmek ister gibi soğuk havayı misafir etti kendinde…

Yavaş ve benimseyerek içine çektiği bu gri, serin havayı; şişirilmiş bir balonun ağzının biranda açıldığı ve havanın hiddetle dışarı doğru fırladığı gibi boşattı içinden…

Yine hayatın telaşesi sardı yüreğini ve hareketlerini… Adımlarını hızlandırdı. İçinden; “şuan sıcacık evimde, elimde kahve fincanım, yarı bedenime serilmiş battaniyem ve önümdeki sehpanın üzerinde benle sohbet etmeye hazır kitabım ile huzur dolu zamanlar geçirmeyi ne de çok isterdim” dedi.  Kim istemezdi ki bunu?

Hayatın metaforu; isteklerimiz ve arzularımız… Varlar ama görünmüyorlar.  Onlarla beraber olmak zihnimizin her alanında kol geziyor fakat hayatın gerçekleri ve keşmekeşi buna bir türlü fırsat ayırmamıza izin vermiyor.

“Emekli hayatı yaşamak istiyorum” dedi.

“Ama öyle geçim sıkıntısı ile geçen, evlatlarımın beni dört duvar arasında terk ettiği, kimsesiz, yalnız, tek derdimin o ayı tasasız geçirmek olduğu bir emeklilik hayatı değil.

Paranın satın alamayacağı koca bir mutluluk… Dört duvarlı kafeste yaşamak yerine, bir karavana sahip olup canım nerede isterse orada konaklayacağım… .Tek evlatlarımın koca bir kütüphanede barınan kitaplarımın olduğu… Hayatım boyunca sohbet edi,p hem okuyup, hem yazacağım bir hayat istiyorum” dedi.

“…Hayatım boyunca sohbet edip, hem okuyup, hem yazacağım bir hayat istiyorum” cümlesini biraz sesli söylemiş olacak ki yol aldığı toplu taşıma aracında yanında oturan kişinin ona dönerek ne demek istediğini anlamaya çalıştığını fark etti. Ufak bir tebessüm ile başını salladı ve önüne döndü.

Hayat, düşünlerimizi dışa vurmaya bile izin vermiyordu. Hemen şahit çıkarıyordu karşımıza ve o anda içimizde bir muhakeme kuruluyordu. Hadi kendini akla aklayabilirsen… Suçsuz olsan dahi suçlulukla damgalanıp, yine iç dünyana çekilmek zorunda kalıyordun.

Her gün dakikaları kovalayarak bir yerlere yetişmesek, bol bol düşünmeye ve okumaya zamanımız kalsa ne olurdu? Bunu yapamadığımız için, o zaman ne yaşayacağımızı da bilemiyoruz sanırım.

İçinde bulunduğumuz hayat ve içimizde bulunan hayat birbirinden bağımsız uç noktalarda olan ütopyalar… Biri gerçek, diğeri mecaz… Biri kalben istediğimiz, diğeri hayatın dayattığı kurallar…   Bu düşüncelerden sıyrılıp işine yetişmenin verdiği rahatlık ile masasına oturdu. Yaşayıp gidiyoruz işte…  Bazen içimizde yalnız, bazen de cümle âlem beraber…

İki hayatımızın da aynı olması dileğiyle yazı dostlarım. Selâmetle…

***

24 Ekim 2019 Perşembe günü saat: 10.00-14.00 arası Selçuklu Kongre Merkezi’nde Selçukya Kültür Sanat Derneği standında ilk kitabımı imzalayacağım.  İlk fuar heyecanımı paylaşmak ve “Kalemin Dört Mevsimi” adlı kitabımın sayfalarını aralamak isterseniz imzaya beklerim. Yazılarda buluşmak dileğiyle…