Bugün sabah uyanıp her zaman olduğu gibi memleketimin bugünkü ahvaline yani haberlere bir göz atayım dedim. Doğaldır ki, “kayyum” konusu haberlerin en tepesini işgal ediyordu. Bu karara destek verenler, kararın karşısında duranlar, demokrasi havarileri, darbe çığırtkanları yani herkes doğru olandan yana değil de; kendi mezhebi, meşrebi, milliyeti, menfaati, pozisyonu ve dahi ahlaki penceresinden bakıyordu hep olaya.

Daha dün makam, memuriyet ve sorumluluk sahibi iken, HDP’ye, PKK’ya, onların temsilcileri olan belediye başkanlarına, yöneticilerine ağza alınmayacak sözlerle mukabele edenler, makamları ve sorumlulukları bitince nasıl da bol keseden atıp devletin yöneticilerine kurşun gibi ağır sözler edebildiklerini de gördüm haberlerde. Zira şu an sırtlarında yumurta kefesi bulunmuyordu.

Siyasetin ve onu yapanların nasıl bir karakter yapısına sahip olduklarına, 60-70 yıllık ömürlerini ihtirasları uğruna nasıl da bir tek cümle ile heder edebildiklerine şahitlik ettim.

“Allah kimseyi yanlışı savunur bir duruma düşürmesin” diye de dua ettim herkese, hepimize… Gerçekten de çok kötü bir hal…

“Neyse, onlar siyaset çöplüğünün pisliklerinde debelenmeye devam etsinler” diyerek haberlerin diğer konu başlıklarına göz gezdirmeye devam ettim.

“Türkiye dünyada birinci sırada…” şeklinde bir başlık ilişti gözüme... Haberin devamında; “Türkiye’nin 8.07 milyar dolar ile dünyada yapılan insani yardımlar sıralamasında birinci sıraya yerleştiğinden” bahsediliyordu. “Dünyada geçen yıl toplamda 27.3 milyar dolarlık insani yardım yapıldığını, bunun üçte birinin Türkiye tarafından karşılandığını” söylüyordu haberi yapan HaberTürk gazetesi… Türkiye’yi, 6.68 milyar dolar insani yardım yapan ABD izliyordu.

Dünyada en fazla insani yardım alan ülkelerin Suriye ikinci sırada ise Yemen olduğundan bahsediliyordu haberde.

Bu haberin içeriği beni oldukça duygulandırdı. Bu dünyanın Allah tarafından tüm insanlığın hizmetine sunulduğunu, insanların dünyadan başka yaşayabilecekleri bir ortam bulunmadığını düşündükçe ama güçlünün, güçsüzün elinden ekmeğini alıp onu açlığa mahkûm ettiği, hatta bombalarla, kurşunlarla katlettiği gerçeğinden de hareketle bütün bu yapılanlardan kendi adıma insanlığımdan utandım, utanıyorum.

Elbette her millet kendi topraklarının sınırlarını korumak için her türlü tedbiri almak zorundadır. Bu maksatla ordular kurmak, savaşa hazır olmak ve bu uğurda canlarını feda edecek kuvvetleri hazırda bulundurmak gerekirdi. Şehitlerimiz bizleri bu vatanımız üzerinde rahat ve huzur içinde yaşayalım diye verdiler/veriyorlar canlarını. Bu pencereden bakınca ülkemize gelen yabancıların güvenlik, iaşe, barınma ve diğer bütün ihtiyaçlarını karşılama girişimleri bazı kesimlerden bazen haklı bazen de haksız bir şekilde tepkiler almaktadır. Ülkemizi korumak için biz canımızı veriyoruz ama başkaları ülkemizde rahat içinde yaşıyorlar” diyerek görüntüde haklı serzenişlerini dile getiriyorlar.

“Benim kendi insanım aç,  açıkta ve işsiz iken neden başka ülkelerin insanlarına benim vergilerimle yardım ediliyor ki? şeklinde düşünceler içine girebilmektedirler.

Öncelikle ülkemizin bulunduğu coğrafya; İskandinav ülkelerinin ya da diğer Avrupa ülkelerinin bulunduğu bir coğrafyadan çok farklı bir coğrafyadır… Bölgede bulunan petrol kaynakları ve bir İsrail Devleti’nin yani Küçük Amerika’nın bulunması ve daha birçok nedenlerden dolayı on binlerce uzaklıkta bulunan ve kendi kendine dünyanın jandarmalığını yapma görevi üstlenmiş olan ABD gibi, İngiltere gibi, daha yakın bölgedeki Rusya gibi emperyalist devletlerin ilgisini çekmektedir.

Bu ülkelerin bölge üzerindeki emellerini gerçekleştirmeleri için yaptıkları her girişim ülkemizi yakından ilgilendirmekte ve oradaki karışıklıklar ülkemize mülteci akınına sebep olmaktadır. Suriye meselesinin en başında sınır kapılarını kapatıp, sınır boyu askeri tedbirlerle abluka altına alınsaydı ve bir tek bile Suriyeli sınırlarımız içine alınmasaydı acaba şu anki pozisyonumuz daha mı güzel olacaktı? Ben inanıyorum ki o şekilde bir politika izlenmiş olsaydı şu an sınır boylarında binlerce ölüm olayı olacak ve dünyanın asıl istediği senaryo gerçekleşmiş ve ülkemiz, dünya milletleri nezdinde “katliamcı” damgası ile damgalanmış ve ülkemizi işgal projeleri çoktan uygulamaya konulmuş olacaktı. Bu haldeyken bile bu senaryoların bir kısmı ardı ardına uygulamaya konulmuş ama milletimizin ve devletimizin basiretli davranışları bu senaryoları akamet uğratmıştır.

Ülkemizin Suriye’de yaşananlara kayıtsız kalması asla düşünülemez. Ülkelerinden ayrı, ülkemizde bir sığınmacı gibi yaşayan Suriyeli ve diğer bütün yabancıların rahat ve huzur içinde yaşamalarının sağlanması da sadece Türkiye’nin çabalarıyla gerçekleşebilecek bir konu olmayıp bütün dünya milletlerinin bu konuda birlikte hareket etmeleri gerekmektedir. Sıkıntıların üstesinden sadece Türkiye Cumhuriyetinin çabaları ile gelinmesini beklemek safdilliktir. Türk Milleti ve Devleti yine de elinden gelen neyse onu yapmakta kararlı görünmektedir.

Türk Milleti bu bakımdan dünyada görevini yapan yegâne millettir ve tarih, Türk Milleti’nin bu tutumunu mutlaka kalın harflerle yazacak ve gelecek zamanlar, Türk Milletinin çok büyük bir millet olduğunu tüm dünya tescil ettirecektir.

Dünyada Türk Milleti kadar merhametli, feraset sahibi, vicdanlı, yardımsever ve ekmeğini mazlumlarla bölüşebilen bir başka millet yoktur.

Okyanuslarda küçücük bir şişme botla yol alırken; nereye, hangi gerekçelerle gittiğinin bile farkında olmadan düşüp boğularak ölen Suriyeli bir çocuğa ağlayan bir başka milletin ferdi var mıdır acaba?

Bu çocuğa ağlamak için o insanların yüreklerinde eksik olan şeyin MERHAMET olduğunu bilmemek için merhametsiz olmak gerekir.

“Tarihin sınavından geçiyorken insanlık,

Diyemezsin “bize ne?” öfke ile bir anlık.

Nasıl aydınlanacak bu zifiri karanlık,

Taşımazsan üstünde ağır mesuliyeti?

Yeşertelim yeniden kalplerde merhameti.” T.Y.