“Canlandı yine çok uzaklardaki yaşanmışlıkların hayali sayfalarımda!  Unutulduğumu yüksek, tozlu bir rafta senelerdir beklediğimden anlıyorum. Üzerim bir parmak tozla kaplı, gelen gideni umut dolu kapağımla seyrediyorum. 

İnsanların beni unuttukları bariz ortada! İçimde onlara ait yüzlerce şey saklamama rağmen, insanların gözünde benim hiçbir değerim yok. Aslında büyülü bir tılsımım hayatlarınıza yön verecek ama sizler ebleh tavırlarınızla burunlarınızın dikine gidiyorsunuz.  Oysa geçmişi bugününüze bağlayan bir koridorum ben. Gelecekteki güzel günlere açılan bir pencereyim! 

Bugün gelen birkaç kişinin dikkatini çektim sanırım. Senelerdir beklediğim bu tozlu raftan ilk defa ten sıcaklığı ile buluştu cildim! Sahaftan, beni alacaklarını işitti satırlarım. Mutlu oldum çünkü birileri beni gözleriyle dile getirecekti. Ben bu düşünceler içinde iken soğuk bir poşetin içine koydular ve yola çıktık. Heyecanlıydım. Ben ki çok yaşlanmış bir tarih kitabıyım. Yazarımın tek tek harflerimi bana yumuşacık kalemi ve duygularıyla işlediğinden beri kimsenin bana bu kadar şefkatle yaklaştığını hissetmemiştim. Bir umut benimki de işte!

Poşetten çıkarıldım. Kapağımın yıpranmış yerlerinde eller gezindi. Her dokunuşun yaralarımı iyileştireceğini düşünürken hiçbir şey hayal ettiğim gibi olmadı! Bana dokunan kişilerde sahte müşfik haller saklıydı. Üstünkörü göz gezdirildikten sonra beni bundan sonra müzede misafir edeceklerini öğrendim. Yine soğuk ve yine insanlardan uzak... Oysa ben insanlara âşık, onların hayatlarına yansıyınca anlam bulurum! Beni oradan oraya sürüklemeleri ve bigâne haller yapraklarımı kırıyor. 

Okumayı seven, kitaplara değer veren insanların sayısı çok az ne yazık ki! Burada bana sadece birkaç saniye ilgi gösteriliyor! Çoğu ne anlattığımla ilgilenmiyor bile! Göz ucuyla, samimiyet barındırmayan tebessümle bakıp geçiyorlar. Meraklı gözlerle cam arkasından bana soğuk bir bakış atıyorlar.

Ortadan açılmış halde duran sayfalarım iskeletimi acıtıyor. Kelime kelime vaveylaya boğulan cümlelerim, biçare bir şekil aldı. Terütaze fikirlerim, yenilikçi düşüncelere ters geliyor. Hayat dedikleri şey son tekmesini bana da böyle vurdu işte!”

Gözlerim dolu dolu müzedeki bir kitaba camın ardından dakikalarca baktığımı fark ettim. Bana ne de çok şey anlatmıştı, o sayfası ortadan ayrılmış yaşlı kitap! İçim acıdı. Hak ediyor muydu bunları acaba? Yoksa ben mi bunları kendi kafamda kuruyordum. Soldan sağa sekiz harfli nostalji ya da yukarıdan aşağıya dokuz harfli melankoli! İçimde tarif edemediğim acıya isim mi arıyordum yoksa?

Kendi muhakememde düşüncelerimi savunmaya geçtim. Bahanelerim bile çıkış yolu üretmiyordu.  Kitaplar hiçbir kötülükte bulunmadıkları halde,  onların hapsedilmelerini anlayamıyordum. İçim buruk, anlamsızlıklara kılıf bulmakla meşguldü! Hiçbir gerekçe bu düşüncelerden sıyrılmama izin vermiyordu. 

“Üzülme insanoğlu! Sizin bu anlamsızlıklarınıza da alıştı bizim satırlarımız! İlk başta bizi yazar sonra ise bir kenarda bekletir oldunuz. Elinizin altında olan internetten dolayı bize ihtiyacınız kalmadı. Benim içimdekileri bile soğuk, samimiyetsiz sitelere aktardılar. Bir yarım orada bütün tartışmalara açık yaşamakta! Bir yarım da burada ibretlik bir görüntüyle sergilenmekte!”

Kitaba her baktığımda o sarımsı, birazı silinmiş sayfalarından bir şeyler fısıldandığını hissediyordum. Değer verilmesi gereken şeyleri ne de çok ihmal ediyoruz. Kendi menfaatlerimize kurban ediyoruz. Ne emeğe ne de yaşanmışlıklara saygı kalmamış! 

Bu düşüncelerin verdiği sıkıntıyla, diğer eserlerin çaresizliğine bakmaya cesaret edemedim. Kalmaya cesaretsiz, gitmeye yorgun bedenimle, kendimi yüzlerce yaşanmışlığa seyirci olan gökyüzünün altına bıraktım. Temiz havanın azizliğine muhtaç, yenilmişliğimi hazmederek! Zamanın upuzun koridorunda kaybolmuşlukları seyrederek, düşüncelerimin içinde kayboldum!