Juan-Juanlar'ın bozkırı işgal ettikleri çağlara dayanan bir hikâyesi vardı: Sarı-Özek'i işgal eden Juan-Juanlar tutsaklara korkunç işkenceler yaparlarmış. Bazen de onları komşu ülkelere köle olarak satarlarmış. Satılanlar şanslı sayılırmış, çünkü bunlar bazen bir fırsatını bulup kaçar, ülkelerine dönerek Juan-Juanlar'ın yaptığı işkenceleri anlatırlarmış. 

Ama asıl işkenceyi, genç ve güçlü oldukları için satmadıkları esire yaparlarmış. İnsanın hafızasını yitirmesine, deli olmasına yol açan bir işkence usulleri varmış. 

“Esirlerin elleri kolları bağlanıp saçları usturayla kazınıyor. Kesilen devenin boyun derisi çıkarılıyor ve bu deriyi saçı kazınmış esirlerin kafasına geçiriyorlar. Başları sağa-sola oynamasın diye boyunlarına da tahta kalıp geçirip doğru çöle salıyorlar. Çığlıkları duyulmasın diye de elleri-ayakları bağlanıyor.

Kızgın güneş altında büzülen deri başı mengene gibi öyle sıkıştırıyor ki, esirin çıkmaya başlayan saçları dönüp yeniden başa batıyor. Beyin, bu basınç altında değişime uğruyor. Kızgın çölde aç-susuz birkaç gün geçiren bu esirlerden birçoğu dayanamayıp ölüyor ve orada gömülüyor. Sağ kalıp belleğini yitirerek mankurt olanlarsa günlerce beslenip güçlendiriliyor ve yeterince güçlendikten sonra köle pazarına götürülüp satılıyor.

“Mankurt” kim olduğunu, soyunun-sopunun nereden geldiğini, adını, çocukluğunu, anasını-babasını bilmezdi, kısacası insan olduğunun bile farkında değildir. Benlik bilincini yitirdiği için efendisine iktisadi açıdan büyük avantajlar sağlar!

Herhangi bir köle sahibi için en büyük tehlike, kölesinin başkaldırmasıdır. Her köle fırsat bulunca isyan eder; oysa mankurt köleler arasında kaçmayı, karşı koymayı, başkaldırmayı düşünmeyen, alışılmışın dışında tek varlıktır. Köpeklerin sahiplerini dinlemeleri gibi mankurt ta efendisinin sözünden dışarı çıkmaz.''

Cengiz Aytmatov'un 1980 yılında yazdığı Gün Olur Asra Bedel adlı eserinde Kırgız destanlarından istifade ederek uzun anlatılmaktadır.Bu milyon beyitliManas destanına kadar uzanmaktadır.

Toplumsal hafıza kaybı yaşadığımız günümüzde durum farklımıdır? Elbette hayır. Hatta daha vahimdir. O zaman mankurtlaştırılanların sayısı bir seferde onlarla ifade ediliyordu. Şimdi ise milyonlar; Juanjuanların yerini alan, Siyonizm'in, pençesinde mankurtlaşmaktadır. İnancı gereği dünyayı kendine köle etmek ve dünyanın tüm zenginliklerinin sahibi olduğunu, bunu da Allah'ın, kendilerinin “seçilmiş kavim” oldukları için kendilerine verdiğini iddia eden sapkın bir inanışla yapmaktadırlar.

Emanet bilinci; Toplumsal hafızayı oluşturur.Toplumsal hafıza ise aidiyet duygularını kuvvetlendirir. Emanet bilincinin kaybolduğu, aidiyet duygularının duyarsızlaştığı toplumlarda kıyamet yakındır.

Toplumumuzu, günümüz argümanlarıyla parçalamaktadırlar. Sağcı-solcu, Fenerli-Galatasaraylı, ünlüler-gönüllüler, bitmek tükenmek bilmeyen TV dizileri,insanı devreden çıkartan teknolojik eğlence ile, “toplumsal hafıza” kaybına sebebiyet vermektedirler. Toplumdan kopuk,kendi kültüründen bihaber,sözde sanatçıların batının en aşağılık değerlerini yaldızlayarak “ışıltılı hayat” adı altında sunulması zaman denilen en değerli kavramını ekran başında otlaşarak geçirmemizi temin etmektedir.Onların, kıllarını tüylerini örnek alan gençlerin; fizik,kimya,matematik,felsefe ve dünya meseleleriyle ilgilenmesini ne kadar bekleyebiliriz?

Geçmişinden koparılmış toplumumuzu çeşitli fraksiyonlara ayırarak, kardeşi kardeşe düşman edip, birbirleri ile uğraşmaktan, düşünce ve vicdan hürriyetinden uzak bırakılmaktadır. Liseyi bitirmiş çocuklarımızın büyük bir bölümü 7x8=56 ettiğini bilmemektir. Ama falanca aktristin kaç sevgili değiştirdiğini, kaç gayrimeşru ilişkisinin olduğunu şıppadak bilmektedir. Eğitim sistemindeki bu çarpıklık diğer tüm kurumlara da sirayet etmiştir.

Belediyelerimiz üzerine vazife olmayan işlerle uğraşarak adeta Siyonizm'in değirmenine su çekmektedirler. Birisi “itin öldüğü” yere birkaç kelebek, birkaç sivrisinek uçurmak için milletin parasını heba etmektedir. Bir diğeri uçmayan uçak,on dakikalık çay evi,insanların tek buluştukları olay düğün ve cenazelerde bile evlerinde gitmeyi engelleyen düğün ve taziye evleri yapmayı hizmetten saymaktadır.Sonrasında da kökü ve tarihi olamayan şehirlerle yarışmak için yüksek bütçeli tanıtımlarla Dünyanın öbür ucuna gitmektedir.Siyonizm'in hizmetkarı, “kapitalist dünyanın kuklası”,emanet bilinci gelişmemiş yöneticilerin,fikir fukarası toplumumuzu içine düşürdüğü hal mankurtluktan daha vahim noktadadır.

”Fikir Fahişeliği”nin pirim yaptığı,özellikle görsel medyamız, toplumun mankurtlaşmasını teşvik etmektedir.Toplumsal hafızaya sahip bir toplumda bu “fikir Fahişleri”nin yaşaması mümkün değildir.Ancak; “Fikir Fahişeleri”nin köşe ve ekran tuttuğu medyamızda “Büyük Türkiye”, “Yeni bir dünya” idealini nasıl anlatacağız topluma?

Singapur;  İkinci Dünya harbinden sonra Amerikalı askerlerin ve Avrupalı kartlaşmış,zürriyetten düşmüş, sapkın ruhlu para babalarının salyalarını, taze vücutlara akıtmak için kurulmuş “eğlence!”; Asıl adıyla fuhuş yeridir.

Sidney; İngiliz valisi ile yönetilen Avustralya adasının bir şehridir.Yani kökü ve tarihi yoktur.İngilizlerin eğlence mekanıdır.

Hal böyle iken dünyanın en eski, hatta ilk yerleşim birimini(Çatalhöyük) sınırlarında bulunduran, Selçuklu payitahtı Konya'yı buralarda yarıştırmak toplumsal hafızayı yitirtme çabası değil de nedir?

Aslımızı,tarihimizi,emanet bilincini,aidiyetin yoğunluğunu yaşayamadık bari modern dünyanın eğlenceli şehirlerine benzeyelim demekten başka nedir?

Trafik karmaşası çözülememiş, şehirleşmesi; Dünyada emsali olmayan,kötü planlamayla ucube haline getirilen,kıytırık parklarla ilizyonun şahikasına varan ve şehrin en işlek meydanlarında, kaldırımlarında hayat kadınlarının kartvizitleri ile dolu,Trafiği amansız ve ölümcül hastalığa yakalanmış bir şehri, kıyaslasanız kıyaslasanız ancak zikrettiğiniz şehirlerle kıyaslarsınız.Viyana,Paris,Roma,Endülüs hatta Atina ile yarıştıramazsınız.Çünkü o şehirlerin; Şehir ve toplum hafızası yerinde.Yerinde olmayan biziz.Çünkü yapılan onca tahribata karşı durmak, şöyle dursun adeta bu keşmekeşliği destekler bir, toplum olduk.

Okullarımızda anne babaya itaat ve saygıyı, “kafa benim kafam sen karışamazsın” diye katlettik.Otobüslerde yaşlıya,hastaya,çocuklu bayana,hatta genç kızlarımıza yer verirdik,şimdi kafamızı çevirir olduk.Dürüstlüğü saflık olarak,sahtekarlığı uyanıklık olarak benimseye başladık.

Alkol yaşı ortaokul, sigara ilkokula kadar indi. Okul önlerinde uyuşturucu ticareti had safhaya ulaştı. Camilerin, okulların yakınlarına turizm adı altında alkollü yerler, kara kara kâffeler için ruhsatlar verdik. Haksızlık, hukuksuzluk almış başını gidiyor. Komşuluk hukuku diye bir şey kalmamış. Adliyelerimizdeki dosya sayısı nüfusumuzu ikiye katlamış. Herkes birbiri ile davalık, güven duygusunun kalkmasıyla karz-ı hasen; saflık, salaklık olarak değerlendirilmeye başlamış. Namus paranın gücüne göre endekslenmiş. Para namussuzluğun üzerini bembeyaz örtüyle örtmüş.

Hülasa Cengiz Aymatov'un anlattığı yıllarda yapılan işkencelerle mankurtlaştırılan insanların sayısı onlarla zikredilirken şimdi toplum olarak vahşi kapitalizmin tüketim amaçlı, toplumu yok etme projesinde, toplum olarak mankurtlaştık.

Son yüzyılda fikri derinliği olmayan sığ düşünce yapısıyla, yüzeysel ve kulaktan dolma bilgilerle donanmış bu donanımsız yöneticilerin, yazarçizer takımının, sözde aydınların, sözüm ona sanatçıların, toplumumuzu getirdiği nokta bu, bundan dahası olamaz.

Juanjuanlar; yakaladıkları Kırgız gençlerinin hafızasını yitirttiriyorlardı, şimdikiler ise toplumun hafızasını sıfırlıyorlar.

Allah encamımızı hayır eylesin.

Azhab 72; “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”

Peygamber a.s; “Münafığın alameti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.”

“İş, ehil olmayanlara verilince, kıyameti bekleyiniz.”