“Hayallerinden bir dünya kur. Ve o yaşamı umutlu gözlerle bekle… Gözbebeklerin sevgi ile ışıldasın. Tüm dünyaya meydan okuyan kocaman kahkahaların olsun.

Bu dünya seni kâh üzecek, kâh sevindirecek. Her ikisinde de inancını kaybetme. İnançla birlikte, sabrı da sarıp sarmala, sahiplen benliğinde… Bazı zamanlar her şeyin seni üzmek için birbiri ardına dizildiğini düşüneceksin. Sakın pes etme. Adım adım tırmandığın bu yokuşta fırsata dönüştürdüğün engeller olsun hep… 

Çok oku, hep oku, daim oku… Hiç bilenle, bilmeyen bir olur mu? Sen okudukça daha çok bilmediğini hisset… 

Elbet hata yapacaksın. Canın acıyacak, kalbin kırılacak… Sakın isyan etme! Keşkelerin ardına sığınma… Onlar sığınaktan çok umutsuzluğa neden olur. 

İnancın daim olsun. Güzel günlerin çok uzakta olmadığını düşün. Her sabaha kocaman bir ‘günaydın’ ile başla… Olmayanlara takılıp kalmak yerine, sahip olduğun güzelliklere şükret. Gönlün, duaya sahip çıksın. İki avucunun arasında bir tılsım gizli... Çekinme ona sığınmaktan. 

Vakit buldukça yaz. Beyaz kâğıtlar, tüm kara düşünceleri hapseder içine… Dök ne var, ne yoksa onun üzerine… Yaz, çiz, karala… En güzel sırdaştır o sana… Düşüncelerinden, hayallerinden bir uçak yap savur masmavi semaya… 

O ağzı var, dili yok deyiminin timsali... Sana gönül dilinle hitap eden, seninle konuşan tek şey…  

Kimseyi gözünde büyütme… Unutma senden değerli kimse yok. Çok büyümen lazım… Körpe düşüncelerin daha süt çocuğu… İyi bakılmaya muhtaç. Sen ne yer, içersen o bilgi bilgi büyür zihninde…

Vaktini dolu dolu değerlendir. Oku, yaz, gez, gör. Kusursuz bir hayat yoktur. Fakat avantaja dönüştüreceğin, güzel dersler vardır.

Unutma, eksin yahut artın olsa da; sen, sen iken güzelsin…”

Elindeki kâğıda tebessümle bakarken buldu kendini… Bir sabah gözlerini açmış ve başucunda duran komedinin üzerindeki kâğıdı fark etmesi uzun sürmemişti. O anda kendini harflerin oluşturduğu anlam sihrine bırakmıştı. Altında ne bir isim ne de yazana ait bir simge vardı.

Bu cümleler onu o kadar çok etkilemişti ki, bir anda düşüncelerinde rahatlama hissetti. Gece çok şiddetli bir baş ağrısı ile uykuya dalmıştı. Hayat, bazen hayalleri de hasta ediyordu. İyileşmek için umut ilaçlarına ihtiyaç duyuyordu insan.

Bir anda duraksadı. Yüzündeki tebessüm kayboldu. Olanlar aklını bir bir işgal etmeye başladı yine… Ona hayat çelmesini çoktan takmış ve tozlu yollarda tepetaklak yuvarlanmasına neden olmuştu. Üzeri toz, toprak içindeydi. Çırpsa da geçmeyecek üzüntülerdi bunlar… Yakasına yapışmış onu bırakmıyorlardı.

Kâğıda tekrar dönüp baktı. Onda yazanlara inanmak istiyordu. Gözleri dolmuştu. Kelimelere bakarak, onlara tekrar şefkatle dokundu. En altta ki küçük bir cümleye gizlenmiş kelime dikkatini çekti. Şöyle yazıyordu: 

“Hayat, rengiyle insanları cezbeden bir lavinia… Sen onun görkemine kapılıp, kendini hüsrana boğma…” 

“Lavinia!”  (Ölüm çiçeği)