Geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Trump’ın ‘yüz yılın barış planı’ adı altında açıkladığı gerçekte ise tam manasıyla Ortadoğu’yu daha da karmaşık hale getirecek ve huzursuzluğu tüm Müslüman ülkelere yayacak olan plan, gözlerin bir anda Kudüs’e, Filistin’e çevrilmesine yol açtı.

Çin’de ortaya çıkan ve tüm dünyayı tehdit eden Korona virüsünden daha da tehlikeli olan Trump'ın Orta Doğu planının tepki çeken en olumsuz kısmı, Kudüs'ün tamamen İsrail'e bırakılması ve İsrail’in başkenti olarak açıklanmasıdır.

Tarih boyunca; üç ilâhî dinde de önemli bir yere sahip olan ve kutsal sayılan, ayrıca her üç dine de ev sahipliği yapmasından dolayı çok sayıda savaşa sahne olan Kudüs, özellikle Müslümanlar için çok önemli bir şehir.

Kudüs’ün tarihi gelişimi ve önemi:

Kudüs; üç semavi din olan İslam, Yahudilik ve Hristiyanlık için çok kutsal yerleri içinde barındırıyor. Kutsal yerlerin önemli bir kısmı Doğu Kudüs’te yer alıyor.

Trump’ın ‘Yeni Ortadoğu Planı’ ile ilgili gelişmeler sürerken, Kudüs’ün bu kadar önemli olması da herkes tarafından merak edilmektedir mutlaka… Kudüs'ün böyle ehemmiyetli bir konumda olmasının sebebi tarihi gelişimi ile ilgilidir. İşte Kudüs’ün tarihi gelişimi:

Arapça ‘bereket, mübarek olma’ gibi anlamlara gelen El Kuds olarak, İbranice Yerûşâlem olarak adlandırılan Kudüs, dünyanın en eski kentlerinden birisi.

Tarih boyunca, birçok kutsal yapıya ev sahipliği yapmasından dolayı çok sayıda savaşa sahne oldu ve defalarca yıkıldı, yeniden inşa edildi.

Kudüs konumu itibariyle, İsrail ve Filistin'in orta noktasında yer almaktadır. Bu nedenle her iki ülke için de büyük öneme sahip olmaktadır.

Mescid-i Aksa’nın ilk kıble olması ve Miracın ilk durağı olması dolayısı ile Kudüs, Müslümanlar için elbette çok önemli.

Kudüs ismi Kur'an'da doğrudan geçmemekle birlikte bu şehirden Mescid-i Aksâ'nın mübarek kılınan çevresi şeklinde bahsedilmiş, bulunduğu bölge "mukaddes toprak" olarak nitelendirilmiştir. (İsra 1)

Hadislere göre; Mescid-i Aksa, Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi ile beraber ziyaret amacıyla seyahat edilebilecek üç mescidden biridir ve yeryüzünde Mescid-i Haram'dan sonra inşa edilen ikinci mesciddir.

Ebû Zerr el-Gifârî, Peygamberimizden şöyle nakleder: ”Yâ Resûlallah! Yeryüzünde ilk inşa edilen mescid hangisidir?” diye sordum. Dedi ki: Mescid-i Haram. ”Sonra hangisidir?” diye sorunca, ”Mescid-i Aksa” cevabını verdi. Dedim ki: Aralarında ne kadar süre var? Dedi ki: Kırk sene.” (Müslim)

Mescid-i Aksa; “en uzak mescid” anlamındadır. Mekke’ye olan uzaklığından dolayı böyle adlandırılmıştır. İlim, irşâd ve mârifet merkezi olan Mescid-i Aksâ, İsrailoğullarına gönderilmiş olan Peygamberlerin karargâhı olmuştur.

  1. kaynaklara göre Kudüs şehri kurulduğunda çölden ibaretti, ne vadi ne de dağlara rastlanıyordu.

Şehre ilk hicreti milattan 3000 yıl önce, Arap Kenâniler yaptı ve daha sonraki göçler ile Kudüs şehri genişledi. İlk önce adını Kenan yeri koydukları bölgede Kenâniler bir şehir kurdular. Şehrin adını Urşelim koydular ve burayı şehir merkezi haline getirdiler, vatan ve toprak sahibi oldular. Şehrin adı daha sonra Yebus oldu. Kenâniler yıllar boyunca bu bölgeye yapılan saldırılara karşı durdular.

M.Ö.16.asırda Kudüs şehri Mısır Firavunları tarafından ele geçirildi. Bedevi kabilelerinin saldırıları sonucu şehir bir süre bedevilerin hâkimiyetinde kaldı. Daha sonra Mısır kontrolüne girdi. (M.Ö 1301-1317)

M.Ö. 1015-975 yılları arasında Hz. Davud’un hükmetmesiyle Kudüs, Birleşik İsrail Krallığı'nın başkenti ve dini merkezi olur. Hz. Davud’un 40 yıl süren hükümranlığının ardından oğlu Hz. Süleyman Kudüs’ü yönetmeye başlar.

Bu dönemde Moriah Dağı üzerine Kutsal Tapınak inşa edildi. Bu nedenle Mescid-i Aksa'yı Yahudiler de kutsal kabul etmekte ve bu bölgeye Süleyman'ın inşa ettiği tapınağa nispetle Tapınak Tepesi adını vermektedirler.

Burayı Tapınak bölgesi olarak gördükleri için, birçok radikal Yahudi grup aynı bölgede yeniden Süleyman Tapınağını inşa etmek üzere kurumsal çabalar içerisine girmiştir. Bu çabaların bir parçası olarak İsrail Devleti, Mescid-i Aksa'nın altında, tapınağın kalıntılarını bulmayı amaçlayan arkeolojik kazılara girişmiştir.

Hz. Süleyman'ın ölümünden sonra on kuzey kabilesi krallıktan ayrıldı. Bunun üzerine Kudüs, Yehuda Krallığı'nın başkenti olarak kaldı. Milattan önce 722'de Asurlular, İsrail Krallığını işgal etti.

Ardından M.Ö. 587 yılında gerçekleşen Babil istilası, Birinci Tapınak Dönemini sona erdirdi. İkinci Tapınağın yapımına M.Ö 535'te başlanmış ve M.Ö 515 yılında İkinci Tapınak açılmıştır.

Hz. İsa'nın gezdiği yerlerden olan İkinci Tapınak yıkıntıları, Hristiyan hacılarının geldiği bir hac merkezi oldu. Bu yıkıntılar "Beyt-i Makdis" olarak da anılmaktaydı. Hristiyanlar için Kudüs’ün kutsallığı, Yeni Ahit’e göre Hz. İsa’nın bu şehirde çarmıha gerilmesinden ve 300 yıl sonra Azize Helena’nın Hz. İsa’nın hayatındaki hac noktalarını belirlemesinden gelmektedir. (Yeni Ahit; Kitab-ı Mukaddes'te Hristiyanlarca kutsal kabul edilen 27 kitapçıktan oluşan bölümdür.)

M.Ö. 332’de Büyük İskender Filistin’i ele geçirdiğinde Kudüs şehrine sahip oldu.  Büyük İskender öldükten sonra yerine gelen halifeleri hâkimiyeti devam ettirdiler. M.Ö 323’de Batilamas Filistin’i ele geçirdi ve Mısır topraklarındaki hâkimiyetine kattı. M.Ö 198’de Kudüs, Suriye’de bulunan Sulukilere tabi oldu.

Bizans hâkimiyeti:

M.Ö.63 yılında Kudüs’ü, Roma imparatorluğu ele geçirdi ve Roma İmparatorluğu’nun merkezi haline geldi.

Kudüs sonra Doğu Roma (Bizans) ve Batı Roma İmparatorluğu olmak üzere 2 kısma ayrıldı. Filistin, doğu tarafta (Bizans'ta) kaldı. Şehir iktisadi ve ticari olarak 200 yıl boyunca istikrar içinde kaldı. Kutsal mekânlara hac mevsimlerinde gelen ziyaretçilerden maddi anlamda çok faydalanıldı.

Bu istikrar Kudüs’te daha fazla devam etmedi. 2. Farisi kral Suriye'yi işgal etti ve bu işgal Kudüs'e kadar uzadı. Farisiler; Kiliseleri, mabetleri ve mukaddes yerleri yerle bir ettiler. Bölgede kalan Yahudiler, Hristiyanlardan intikam almak için Farisilere katıldılar ve böylece Bizanslılar şehri kaybetmiş oldular.

Bu durum uzun sürmedi ve Bizanslılar, miladi 628 yılında Filistin’i Farisilerin elinden aldı ve Bizans şehre tekrar hâkim oldu. Genel olarak tarihe baktığımızda Filistin bölgesinde ve özellikle Kudüs’te Yahudilerin bulunduğu zaman çok kısadır.

Hz. Ömer’in fethi:

Kudüs'ün Müslümanlaştırılması Peygamber Efendimizin sağlığında 620 yılında başladı. Kudüs’ün, İslamiyet'te ilk kıble olması ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in Kudüs'ten miraca yükselmesi şehrin önemini artırdı. Bu önemi dolayısı ile, Bizans İmparatorluğu yönetimindeki Kudüs, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde İslâm ordusu tarafından fethedildi.

Miladi 636 yılında İslâm Ordusu Ubeyde Bin Cerrah komutasında şehri kuşattı. Patrik Safronyus altı ay sonra şehrin anahtarını yalnızca halifeye vermek şartıyla teslimiyeti kabul etti. Halife Hz. Ömer şehri teslim almak için Kudüs'e gitti. Patrik de ona teslim oldu. Fetih, Hz.Ömer’in şehre gelmesiyle gerçekleşmiş oldu.

638 yılında Halifelik yönetim alanını Kudüs'e kadar genişletti. Hz. Ömer, bu dönemde Yahudilerin kente girmesine izin verirken, Hristiyanların ve kutsal alanların da Müslümanların yönetimi altında güvende olacağını temin etti.

Hz. Ömer fetihten sonra Mescid-i Aksa'ya geldi. Mescid-i Aksa'ya girdiğinde şöyle dedi: "Allahu Ekber! Bu, Allah Resulü'nün bize tarif ettiği mescittir." Bu sırada Mescid-i Aksa metruk bir tepe halindeydi ve merkezinde büyükçe bir kaya bulunmaktaydı.

Halife Hz. Ömer, daha sonra üzerine Kıble Mescidi'nin kurulacağı alana, Aksa Hareminin güney bölgesine bir mescit inşa edilmesini emretti. Hz. Ömer döneminde bu mescit yaklaşık 1000 kişiyi alabilecek ahşap bir yapıdan ibaretti. Bu yapı Emevî halifesi Muaviye b. Ebu Süfyân dönemine kadar korundu.

Emeviler dönemi:

Hz.Ömer (r.a) devrinden sonra Emeviler Kudüs’ü kontrol altına aldılar ve şehre çok önem verdiler. Hicretin 41. senesinde (M. 661) Emevî Devleti kurulduktan sonra, Emevîler, Hz. Ömer'in Mescid-i Aksa içerisinde inşa ettirdiği Kıble Mescidi'ni yenilediler. Bu sırada yapı malzemesi olarak ahşap yerine taş kullandılar ve yeni mescidi 3000 kişiyi alacak şekilde genişlettiler.

Mescid-i Aksa'daki en büyük yenileme M. 685 senesinde Emevi Halifesi Abdulmelik b. Mervân döneminde başlamış oğlu Velid b. Abdulmelik döneminde tamamlanmıştır.

Günümüze kadar gelen Kubbet-üs-Sahra binası da Halife Abdülmelik bin Mervan devrinde 687-691 yılları arasında inşa edilmiştir.

Abbasiler dönemi:

Mescid-i Aksa M. 746 senesinde büyük ölçüde yıkılmasına neden olan bir depreme maruz kalmıştır. 750 yılında Emevî halifeliği son bulmuş, Abbâsî Devleti kurulmuştur. Abbasiler 750 ile 878 yılları arasında Kudüs’e hâkim oldular.

Abbasi halifesi Ebu Cafer el-Mansûr, Mescid-i Aksa'yı yeniden inşa etmiş, inşa faaliyeti M. 771'de sona ermiştir. 774'de bir başka deprem, Mansûr'un yeniden inşa ettiği bölümlerin büyük bir kısmının tahrip olmasına neden olmuştur. 780'de Halife Muhammed el-Mehdî binanın yeniden yapılmasını emrederek, binayı ence arttırmış uzunlukça kısaltmıştır.

Kudüs, Abbasiler devrinde büyük bir ilim merkezi haline gelmişti.

Kubbetu's-Sahra:

Kubbetu's-Sahra, Mescid-i Aksa'nın merkezinde bulunan ve tepenin en yüksek yerini teşkil eden kayanın üzerine inşa edilmiş bir kubbe ve bu kubbeyi taşıyan bir yapıdan ibarettir. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in Mirac'a çıkış sırasında ayak bastığı son yeryüzü parçasının bu kaya olduğuna inanılır.

Üstü altın kaplı olan Kubbet-üs Sahra Kudüs’ün her yerinden görülür. Bir dönem Kubbet-üs Sahra’yı ele geçiren Haçlılar, burayı kiliseye çevirmişlerdir. Daha sonra Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü fethettikten sonra burayı kilise olmaktan çıkararak, cami olarak ziyarete açmıştır. Bugünkü görünümüne ise Osmanlı padişahları tarafından birçok kez yapılan tamirat ve eklemelerle kavuşturulmuştur. Yüzündeki Çiniler tamamen Osmanlı ürünüdür.

Mescid’i Aksa ile Kubbet-üs Sahra karşılıklı olarak aynı avlu içinde yer alırlar. Kubbet-üs Sahra çok görkemli bir kubbeye sahip olduğundan genellikle Mescidi Aksa sanılır.

Selçuklu Hâkimiyeti:

Kudüs, 969-1071 yılları arasında Fâtımîler’in hâkimiyetinde kaldı ve Fâtımîler’le Karmatîler ve Cerrâhîler başta olmak üzere çeşitli bedevî gruplar arasındaki mücadelelere sahne oldu.

Fâtımîler’den sonra Kudüs 1071 yılında Selçukluların hâkimiyetine girdi. Selçuklular’ın batıya akınları sırasında önde gelen kumandanlarından olan Atsız b. Uvak, Kudüs’e girdi ve Fâtımî valisini görevden uzaklaştırarak şehre hâkim oldu. Atsız, Mısır Fâtımî Halifesi Müstansır-Billâh adına okunmakta olan hutbeye son verip Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh ve Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan adına hutbe okuttu.

Selçuklular’ın Kudüs’e hâkim oldukları yirmi beş yıl içerisinde şehir Sünnî çizgide önemli ilmî gelişmelere sahne oldu. Ancak gerek iç karışıklıklar gerekse yoğun Moğol saldırıları nedeniyle Selçuklular Kudüs’te uzun süre kalamadılar. Kudüs Selçuklulardan sonra tekrar Fatımilerin eline geçti.

Haçlıların işgali:

1099’da Haçlılar ilk haçlı seferini gerçekleştirdiler. I. Haçlı Seferi’ne katılan ordular, yaklaşık üç yıl süren yürüyüşten sonra 7 Haziran 1099 Salı sabahı o sırada Fâtımîler’in elinde bulunan Kudüs’ün karşısındaki en yüksek noktaya ulaştılar.  

Haçlılar 13-14 Temmuz gecesi genel taarruza geçtiler. Beş hafta süren kuşatmadan sonra şehir düştü. Şehre girdikten sonra Kudüs’te büyük bir katliam yapan haçlılar Kudüs Krallığını kurdular.

Müslümanlar Kudüs’ü fethettiklerinde Halife Hz. Ömer hıristiyanlara can ve mal güvenlikleri konusunda söz vermiş, onların haklarını belirten bir anlaşma imzalamıştı. Haçlılar ise tam aksine bir davranışla şehirde bulunan bütün Müslümanları ve müslümanlara yardım ettikleri gerekçesiyle bütün Mûsevîler’i öldürerek dünyada eşi görülmemiş bir vahşet örneği sergilemişlerdir.

Haçlılar evlerde, camilerde ve yollarda bulunan herkesi kadın, çocuk demeden öldürdüler. Mescid-i Aksa’ya sığınmış olanlar da kılıçtan geçirildi. Bu katliamın görgü tanığı olan tarihçi Raimundus, mâbedlerin bulunduğu bölgeye (Harem-i şerif) giderken cesetlerin ve dizlerine kadar çıkan kan birikintilerinin içinden geçmek zorunda kaldığını söyler. Katliam bütün dünyada dehşet uyandırmıştır. Kurbanlarının sayısı kesin olarak belli olmamakla beraber bilinen husus, Kudüs’te mevcut müslüman ve Mûsevîler’in tamamının öldürüldüğüdür. Bu cinayetler İslâm dünyasını yasa boğdu.

Haçlılar Kudüs’teki bütün müslüman eserlerini de yağmaladılar. Kubbetü’s-sahre ve Mescid-i Aksâ’daki değerli eşya tahrip edildi, çalınıp götürüldü. Camiler kiliseye çevrildi veya başka maksatlarla kullanıldı.

Büyük bir katliam yapılarak boşaltılan şehre Müslüman ve Yahudilerin kente dönüşünü engellemek için Yunan, Bulgar, Macar, Gürcü, Ermeni, Suriyeli, Mısırlı, Nasturi, Maruni Hristiyan topluluklar yerleştirildi.

Selahaddin Eyyübi’nin fethi:

88 yıl haçlıların kontrolünde kalan Kudüs, 1187 yılındaki Hittin Savaşı sonunda Selahaddin Eyyubi tarafından fethedildi ve Kudüs Krallığı’nın sonunu getirdi. Mi‘rac kandiline denk düşen 27 Receb 583 (Miladi 2 Ekim 1187) Cuma günü Kudüs’ü haçlıların elinden geri alan Selahaddin Eyyübi, Kudüs halkına en iyi şekilde muamele yaptı.

Haçlılar’ın 88 yıl önce kana buladıkları şehirde hiçbir taşkınlık yapılmadı. Müslümanlar zafer sevincini olgunluk içinde kutladılar. Yahudilerle Müslümanların şehre tekrar dönmelerine ve Doğu Hristiyan nüfusunun Kudüs’te kalmasına izin verildi.

Hıristiyanlara ait kutsal yerlerin idaresi Ortodoks kilisesine teslim edildi. Selahaddin Eyyübi, Haçlılar tarafından saray olarak kullanılan Mescid-i Aksa’yı camiye çevirdi. Kübbetü's Sahra’nın üstündeki haç işaretini kaldırttı.

Şehrin idaresini düzene koyduktan sonra restore, mimari ve yenilenmesine çok önem verdi. Mescid-i Aksa’ya Nureddin Zengi'nin hazırlamış olduğu minberi hediye etti. Bu minberin işlemesi İslam şaheserlerindendir.

Avrupalılar Kudüs’ü geri almak için İngiltere, Fransa, Almanya krallarının idaresinde, yeni Haçlı Seferleri düzenlediler. Kudüs’ü ele geçirmeye uğraşan Haçlılar’ın bu girişimleri başarıya ulaşmadı.

Ancak Selahattin Eyyübi’nin vefatından sonra Haçlılar Kudüs’ü tekrar ele geçirdiler. İngilizlerin elinde 11 yıl boyunca kaldıktan sonra Müslümanlar tarafından geri alındı. 1243 ile 1244 yılları arasında Moğollar saldırıda bulundular ve şehri aldılar.

Memlükler dönemi:

Kudüs; Memlük Devleti’nin ilk kuruluş yılları sırasında (1250-1260) Suriye’deki Eyyûbîler ile Memlükler arasında birkaç defa el değiştirdi. Abbâsî Halifesi Müsta‘sım-Billâh’ın aracılığıyla Suriye’deki Eyyûbîler ve Memlükler arasında 1253’de yapılan barış antlaşması ile Kudüs Memlükler’e bırakıldı. Ancak Filistin ve Kudüs 1256 yılında tekrar Eyyûbîler’in eline geçti.

Memlükler’in, Moğollar’a karşı 1260 yılında kazandığı Aynicâlût zaferiyle Eyyûbî hânedanı da sona erince Kudüs Memlük idaresine geçti ve istikrarlı bir yönetime kavuştu. Aynı zamanda Hilâl-haç mücadelesinin sembolü konumundaki Kudüs için Haçlı tehlikesi de ortadan kalkmştı.

Böylece Kudüs, 1517 yılına kadar Filistin, Mısır ve Şam’a hâkim olan Memlüklerin hâkimiyetinde kaldı. Bu dönemde Memlükler ile Haçlılar arasında birçok savaş gerçekleşti.

Memlükler, müslümanlar tarafından üçüncü mukaddes şehir kabul edilen Kudüs’e büyük önem vermişler ve şehri yeniden imar etmişlerdir. Haçlı işgalinin ardından Kudüs’ün yeniden bir İslâm şehri haline gelmesi Memlükler tarafından yapılan bu yoğun imar faaliyetiyle gerçekleşmiştir. Günümüzde Kudüs’te bulunan 150 civarındaki önemli tarihî eserin sekseni Memlükler devrine aittir.

15. yüzyılda Memlük Devleti’nin ekonomik yapısının bozulması Kudüs’ü de etkiledi. 16. yüzyıl başlarında Memlükler’in artık bölgede asayişi sağlayamadıkları görülmektedir. Bu dönemde Kudüs’e yapılan bedevî saldırıları hacıların şehre gelmesini engellemiş ve şehrin ekonomisine büyük darbe vurmuştur. Nihayet 1516’da Mercidâbık Savaşı ile Suriye’yi ele geçiren ve bir süre sonra Kahire’deki Memlük yönetimine son veren Osmanlılar Kudüs’e de hâkim olmuşlardır.

Kudüs Osmanlı Toprağı oluyor:

Osmanlılar 28 Aralık 1516’da Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferinde Sinan Paşa komutasında Kudüs’e girdiler. Osmanlı Devleti en güçlü dönemlerini yaşıyordu ve kendisine hedef olarak batıyı seçmişti.

Ancak bu dönemde Safevi Şahı İsmail tarafından körüklenen şiî propagandası Anadolu da fitne uyandırmıştı. Mısır, Filistin ve Suriye’ye hâkim olan Memlükler de Safevî Şahı İsmail ile işbirliği halindeydiler.

Bu nedenle Yavuz Sultan Selim öncelikle Anadolu birliğini yeniden sağlamak amacıyla bu bölgenin üzerine yürüdü ve peşpeşe fetihlerle bölgeyi tamamen kontrolü altına aldı.   

Yavuz Sultan Selim fetihten sonra Mukaddes Kudüs şehrini 31 Aralık 1516 tarihinde ziyaret etti ve şehrin ismini Kudüs-ü Şerif olarak değiştirdi. Mescid-i Aksa ile Kubbetüs Sahra’yı da ziyaret eden Yavuz Sultan Selim buralarda namaz kıldı ve şehirde dolaşarak Kudüs halkına ihsanlarda bulundu.

Osmanlı Devleti Kudüs'e 400 yıl hâkim oldu ve Kudüs Osmanlı Döneminde 400 yıl boyunca barış ve huzur içinde yönetildi. Kudüs’ün eğitim ve kültür hayatı da Osmanlılar döneminde önemini korumuş, devralınan İslâmî miras daha da büyütülmüş, Kudüs ilmî cazibe merkezi olmayı sürdürmüştür.

Osmanlı için Kudüs her zaman büyük önem taşımıştır. Kanuni Sultan Süleyman, Sultan 4.Murad, Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve 2.Abdülhamid han başta omak üzere bütün Osmanlı sultanları Kudüs’e çok önem vermişler ve Kudüs Şehri için pek çok hizmette bulunmuşlardır.

Ancak Osmanlının zayıflama dönemlerinde Batılılar tarafından Filistin ve Kudüs üzerinde yoğun girşimlerde bulunulmuştur. Özellikle 2. Abdülhamid döneminde Siyonizmin temsilcileri tarafından Filistin’e yahudi göçü için yoğun çabalar sarfedildi.

Bunlardan biri de Teodor Herzl idi. 1897’de toplanan Basel Siyonist Kongresi’nden çıkan karar gereğince Avrupalı Yahudilerin, Filistin topraklarına yerleştirilmesi gerekiyordu. Filistin’i sömürgeleştirme niyetinde olan Siyonizmin önünde güçlü bir engel vardı: Sultan 2. Abdülhamid Han…

Siyonist Lider Theodor Herzl, Abdülhamit Han’a bir teklif götürdüklerini aslı Almanca olan günlüklerinde uzun uzun anlatır. Buna göre Avrupalı zengin Yahudiler 20 milyon sterlin olarak tahmin ettikleri Osmanlı’nın dış borcunu ödeyecekler, Sultana her türlü medya desteği verecekler buna karşılık göç etmelerine izin verilecek ve Filistin topraklarından kendilerine bir “avuç (!)” yer verilecekti.

Teklif 2. Abdülhamid’e götürüldüğünde alınan cevap Yahudiler için büyük bir hayal kırıklığına sebep oldu.

“Ben bir karış dahi toprak satamam, zira o bana değil, milletime aittir. Milletim bu İmparatorluğu kurup kanlarıyla mahsuldar kıldılar. Onu, bizden koparılmadan önce üzerini kanımızla bir kere daha kaplamayı biliriz. Ancak bizim cesetlerimizi parçalayarak oraya sahip olabilirsiniz.”

Yine Theodor Herzl hatıratında Abdülhamid Han’ın “Dindaşlarımızın ölüm fermanını bu göçlerin önünü açarak imzalamam asla mümkün değildir” dediğini yazmaktadır.

Filistin’de kurulacak bir Yahudi devletini engellemek amacıyla diplomatik, siyasî, yasal ve zekice yapılan bütün girişimlerle mücadele eden Sultan Abdülhamit, Siyonizme hizmet eden ABD elçisini kovmaktan çekinmedi.

Ancak Siyonistlerin faaliyeti duracak gibi değildi. Herzl, Osmanlı Devleti’ni ikna edemeyeceğini anlayınca bu işi Büyük Güçler ile halletme stratejisini gündemine aldı. Onun günlüğüne düştüğü not şöyle:

“Planım, Sultan’a karşı bir kampanya açmak, sürgün edilmiş prensler ve Jön Türkler ile temas kurmaktır.” Bu, Siyonizmin İngiltere başta olmak üzere bütün batılı büyük güçler’in himayesine girmesi ve Abdülhamid’in devrilmesini desteklemesini getirecekti.

Abdülhamit Han devrilerek Osmanlı, İttihat ve Terakki eliyle 1. Dünya Savaşına sokuldu ve bu savaşın ardından Kudüs’ün yönetimi de birçok yer gibi Osmanlı idaresinden çıkarak İngilizlere geçti. 1948 tarihinde de İsrail Devleti Batı Kudüs’te kuruldu.

Osmanlı sonrası:

1.Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti’nin yenilmesiyle, Kudüs’ün geleceği de köklü değişikliklere mâruz kaldı. 1917 yılı Kudüs için bir kader yılı oldu. İngiltere 2 Kasım’da yahudilerin bölgede siyasî bir varlık oluşturmalarını destekleyeceğini açıkladı. 11 Aralık’ta da İngiliz askerleri Kudüs’e girdi. İngiliz işgali, Kudüs’te yaklaşık 100 yıllık Haçlı işgaliyle kesintiye uğrayan 1200 yıllık Müslüman yönetimini sona erdirdi.

Aralık 1917’den itibaren Kudüs giderek İslâmî karakterini yitirmeye başladı. Bu dönemde yerli nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Müslüman ve hıristiyan Araplar’ın yerine yeni gelen yahudiler yerleştirildi.

Kudüs 1917-1920 yılları arasında İngiliz askerî yönetiminde, 1920 den itibaren de 1948’de İsrail Devleti’nin kuruluşuna kadar İngiliz sivil yönetimi altında kaldı. İngiliz yönetiminin yoğun yahudi göçüne izin vermesiyle Kudüs ve daha geniş mânada Filistin çok büyük olaylara sahne oldu.

İngiliz yönetiminde Kudüs köklü demografik, ekonomik ve kültürel değişiklikler yaşadı. Şehir içinde yahudi nüfusu Arap nüfusunu geçti. Ekonomik olarak da Araplar kendi imkânlarıyla, dışarıdan yoğun maddî destek alan yahudilerle mücadele etmek zorunda kaldı.

İngiltere, 1947’de Birleşmiş Milletler’e sunduğu Filistin’i paylaştırma planında Kudüs’e milletlerarası bir statü verilmesini önerdi.

14 Mayıs 1948 tarihinde İngilizler bölgede İsrail işgalci devleti kurdular ve çekildiler. O tarihte Arap İsrail çatışmaları başladı ve İsrail, Batı Kudüs’ü işgal etti. Ürdün ise eski şehri yani Doğu Kudüs’ü ele geçirdi. Böylece Kudüs Batı ve Doğu olmak üzere ikiye bölündü.

İsrail, Ocak 1950’de Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı olarak Batı Kudüs’ü başşehir ilân etti ve parlamento ile birlikte diğer önemli hükümet birimlerini oraya taşıdı.

1967 Arap-İsrail savaşında şehrin tamamını işgal eden İsrail, aşırı güç de kullanarak şehri yahudileştirme çalışmalarına hız verdi. Yeni yerleşimlerin şehri kuşatıcı şekilde planlanması ve özellikle Doğu Kudüs’te yoğunlaşarak bölgenin Arap nüfusunu geride bırakması dikkat çekiciydi.

Birleşmiş Milletler’in birçok defa kınamasına ve karşı çıkmasına rağmen İsrail, Kudüs’ün Arap-İslâm yapısını zayıflatma politikalarına devam etti ve nihayet 21 Ağustos 1980’de doğusu ve batısıyla birleşik Kudüs’ün İsrail’in ebedî başşehri olduğunu ilân etti.

16 Eylül 1982’de Sabra ve Şatilla Katliamı yaşandı. İsrail yanlısı aşırı sağcı Hıristiyan Falanjist milislerin Sabra ve Şatilla’daki mülteci kamplarına düzenlediği saldırıda 2 bin 750 Filistinli hayatını kaybetti.

İsrail’in Kudüs ve Filistin’de Araplar’ın haklarını kısıtlayıcı politikaları 1987’de Batı Şeria’da “intifâda”ya yol açtı. 1990’lı yıllarda da Kudüs’ün Arap-İslâm yapısını değiştirmeye yönelik politikalara devam edildi. Bu tarihlerde, tarihî mekânların yıkılması, Arap gayri menkullerine el konulması, çeşitli sebeplerle Araplar’ın şehri terketmesinin sağlanması gibi politikalar sonucu Kudüs’teki yahudi mülklerinin birkaç kat arttığı görülmektedir.

25 Şubat 1994’de El Halil Katliamında Amerikan asıllı İsrailli yerleşimci Baruch Goldstein, ramazan ayında İbrahim Camii’nde ibadet etmekte olan 29 Filistinliyi öldürdü, 125’ini ise yaraladı.

22 Mart 2004’de Hamas’ın kurucularından Şeyh Ahmet Yasin’e suikast düzenlendi. Şeyh Yasin İsrail saldırı helikopterlerinden açılan ateş sonucu hayatını kaybetti.

17 Nisan 2004’de Hamas’ın Şeyh Ahmed Yasin’den sonraki lideri Abdülaziz El-Rantisi İsrail güçleri tarafından öldürüldü.

9 Ocak 2005’de Mahmud Abbas Filistin Ulusal Yönetimi Devlet Başkanı seçildi.

28 Şubat - 3 Mart 2008: İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda en az 117 Filistinli hayatını kaybetti, 200 Filistinli de yaralandı. Yaklaşık 800 Filistinlinin evi tahrip edildi.

27 Aralık 2008: İsrail, mezuniyet töreninin yapıldığı bir polis merkezini vurarak aralarında Hamas’ın üst düzey güvenlik görevlilerinin de bulunduğu 140 polisi öldürdü ve Gazze Şeridi’nde “Dökme Kurşun Operasyonu”na başladı. 60 savaş uçağının katıldığı operasyonun sadece ilk saatlerinde 200’ü aşkın Filistinli hayatını kaybetti.

31 Mayıs 2010: “Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım” sloganıyla yola çıkan Gazze’ye Özgürlük Filosu’na, İsrail donanması uluslararası sularda saldırdı. Mavi Marmara gemisindeki 9 Türk yardım gönüllüsü öldürüldü, 50’yi aşkın gönüllü de yaralandı.

30 Kasım 2012: BM Filistin’e, BM’de üye olmayan gözlemci devlet statüsünü verme kararı aldı. BM Genel Kurulu’ndaki oylamada BMGK’nın beş daimi üyesinden Fransa, Rusya ve Çin bu kararı desteklerken İngiltere çekimser kaldı ABD ise hayır oyu kullanmıştı.

7 Temmuz 2014: İsrail Gazze’ye yönelik 51 gün sürecek saldırılarını başlattı. Saldırılarda 530’u çocuk 302’si kadın 2 bin 100’den fazla Filistinli öldü, 10 binden fazla Filistinli de yaralandı. İsrail tarafında ise 64’ü asker 70 İsrailli öldü, 720 İsrailli de yaralandı.

İsrail işgali hâlâ devam etmektedir. Bu süreç içinde şehir halkı sadece taşla işgale karşı direnişe devam ediyorlar. Siyonist İsrail Devleti’nin, kendilerine vadedildiğine inandığı Nil’den Fırat’a kadar olan bölgeyi kapsayan Arz-ı Mev’ud (Vadedilmiş Topraklar) da Büyük İsrail’i kuruncaya kadar da durmayacağı anlaşılıyor.

Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa, İsrail tarafından yönetilmektedir ve yahudi askerlerinin çizmesi altındadır. İsrail’in, Kudüs’ü yahudileştirmeye yönelik çalışmaları devam etmektedir. Arap Müslümanları şehirden tamamen çıkarmak için planlar kuruyorlar.

Kudüs; Adaletin, hukukun, insanlığın ve huzurun var olduğu bir ortamı aramaktadır ve bu ortama kavuşmak için gelecek günü özlemle beklemektedir. Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.