‘’İnsan ‘’şey’’den farklı olarak tabiata değil, hayata doğan bir varoluşa sahiptir. Bu nedenle insan, tabiata bağlı beşeriyetin yanında metafizik bir varlıktır. Metafizik bir varlık olduğu için de, her şeyiyle  bir sorudur.’’ Diyen İhsan Fazlıoğlu’nun  bu okuması bizim medeniyet iddialarımız ve bu bağlamda ki söylemlerimiz açısından önemli bir giriş olarak kabul edilebilir. Bugün küresel siyasette büyük söylemler geliştirerek iddia sahibi olabilmek için bu iddialarımızı temellendirmek ve meşruiyet alanı oluşturmak zorundayız. İnsanın varoluşsal sorgulamaları ve geliştirilen söylemlerin insan bağlamında okunması büyük iddialarında temelini inşa etmektedir. Bu noktada çok boyutlu bir hüviyete sahip olan bu durumun her boyutuyla irdelenmesi gerekmektedir. Bütün bu boyutların temel referans noktalarının hedeflediği olgunun insan olduğunu söylemek mümkün gibi gözüküyor. Bütün teolojik görüşler ya da dinimsi ideolojik söylemlerin aslında insanın metafizik bir varlık olması dolayısıyla ‘’soru’’larına cevap verme durumu da bu iddiamızı güçlendirmektedir. 

   Bu minvalde bugün küreselleşme çerçevesinde ve küresel söylem geliştirme noktasında tartışmalara konu olan modernizm ve post modernizmkavramları da önemli bir yer teşkil etmektedir. Modernizmin batı merkezli bir görüşle dünya/insan okumaları olduğu kabulüyle bakıldığında bugün küreselleşme ile bir çok yere sirayet eden tarafı da bizi ziyadesiyle ilgilendirmektedir. Modern dönem sonrası bir dünya ile ‘’ne’’liği hala tartışılan post modern dönemin de yine bizim için yadsınamaz bir okuma olduğu söylenebilir.  Küreselleşme teorileri kapsamında diyalektik gereği yerelin güçlendiği ve yerelinde kendi iç dinamiklerinin gündemi meşgul ettiği post modern dönemde, post modernizmin aslında batının dünya okumaları kapsamında üretim ağı ya da kapitalist bakışından bağımsız düşünülemeyeceği söylemi hiçte yabana atılacak bir söylem gibi durmamaktadır. Üstelik modernizm eleştirilerimizin aslında yine modernizmin kavramlarıyla yapılmasından kaynaklı modernizme hizmet ettiği bir durumda söz konusudur. Öyle ki modernizme karşı geliştirilen bu söylemlerin aslında hem diyalektik gereği hem de modernizm kavramlarıyla olması dolayısıyla modernizmi besleyen önemli bir tarafı vardır. Her ne kadar post modern dönemin yerele yaptığı vurgu ile batı dışında ki kimi düşünürlerin bunu bir fırsat olarak görme durumu olsa da bunun pekte öyle olduğunu düşünmediğimi ifade etmek istiyorum. 

   Tam da bu nokta da Türkiye’de medeniyet okumaları kapsamında kıymetli bir yere sahip olan ve büyük söylemler geliştirmek adına temel oluşturma kazanımlarını elde edebileceğimiz İbrahim Kalın’ın ‘’Barbar Modern Medeni’’ kitabından alınacak notlar ziyadesiyle kıymetlidir. Bugün ki anlamıyla batı merkezli bir okuma ile medeni tanımlamalarına karşı çıkarak yeni bir medeni/medeniyet bakışı geliştirdiğini düşündüğüm kitapta ontolojik sorgulamalara yapılan atıfların önemle irdelenmesi gerekmektedir. Ayrıca medeniyeti, maddi-fiziki dünyanın tanzim edilmesiyle yakından ilişkilendiren ve medeniyete kültürün ötesinde bir bilinç ve davranış biçimi anlamını yükleyen kitapta medeni olma durumuna yüklenen anlamın ters düz edildiğini söylemek mümkün olacaktır. Dahası insanın ontolojik sorgulamaları çerçevesinde medeniyetin temellerine kadar ‘’ne’’liğine yapılan vurguda bu temellendirme de birçok cevabı vermiş gibi duruyor. Bununla birlikte modern-prometeci öznenin en büyük yanılgısı, sınırlı ve kibirli yapısıyla varlığın sırrına erdiğini sanmasıdır, diyerek de temel de modernizmin ve onun medeniyet iddialarının en önemli sorunsallarından birisine değinmiştir. Bunun da ötesinde ‘’barbarlık’’ kavramının ekonomik-teknolojik imkansızlıkile doğrusal bir bağlantısının olmadığını söyleyerek de medeniyet iddiaları ile meşruiyet alanı oluşturan batı merkezli bakışa bir cevap vermiştir, denebilir. 

    Ayrıca Fukuyama’nın ‘’Tarihin Sonu Tezi’’ ile ortaya konan son fikrinin tarih ve medeniyet tartışmaları açısından önemine atıf yapması da bu bağlamda zihin açıcıdır. Tarihin, toplumun yahut metafiziğin sonu iddialarının sadece bir akış sürecini değil, insanlığın küresel nihai bir hedefini ifade ettiği gerçekliği de başka bir sorgulamayı beraberinde getirmektedir. O sorgulama da şu ki; bizim bir ‘’son’’ iddiamız var mıdır ve bu son iddiamızın medeniyet söylemimizde ki yeri nasıl inşa edilecektir. Bu sorgulamanın da yapılarak cevaplanması elzem bir çalışma olarak durmaktadır diye düşünüyorum.

   Bütün bunların ötesinde yukarıda bahsettiğimiz ontolojik sorgulamalarımıza verilen cevapların hangi kavramlar ile oluşturulacağı da büyük bir sorunsaldır. Burada da İhsan Fazlıoğlu’nun ‘’kavram’’ ile ilgili okumaları ve ‘’kavramların şahsi manevisi’’ ile ilgili söylemlerine kulak vermek lazım gelmektedir. Kavramların kişilikleri ile oluşturulan yapının toplumsal ilişkiler bağlamında kritik bir yere sahip olduğu gözükmektedir. Öyle ki bir bireyin intiharı sonrası geride bıraktığı en motto söylemin ‘’hayatın anlamı kalmadı.’’ Olduğuna baktığımız da toplumlarında kavramların şahsi manevisini kaybettiğinde ne olacağını görmek mümkün gibi duruyor. 

     Öyleyse büyük söylemler ile küresel siyasette yer edinmek için önemli ayaklardan birini belki en önemlisini teşkil eden medeniyet iddialarının bütün bunlar çerçevesinde gelişmesinin elzem olduğunu düşünüyorum. 

    Üstelik ‘’medeniyet’’ kavramının Medine ile olan ilişkisi bağlamında son iddiamızın da Peygamber ve Kur’an çerçevesinde inşa edilebileceği bakış açısıyla Konya’nın da bu söylemlere bir katkı yapabilir mi diye düşünmekteyim. Öyle ki yerelin önemine de yer verdiğimiz yazımızda yerelin önemine binaen yerel bir gazete de bu pencereden bir bakış geliştirmek mümkün müdür? Bütün bu bağlamlar da Konya’da, ‘’Konya Büyükşehir Belediyesi, İl Turizm ve Kültür Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı, Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve Selçuk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’’ ortak çalışması ile bir  ‘’Siyer Müzesi’’ inşa edilebilir mi diye düşünmekteyim…