Son günlerde Türkiye  gündemine  bir Türk Ozanı olan ve bu anlamda kıymetli eserleri bulunan Abdurehim Heyit’in öldüğü iddiaları ile tekrar düşen Çin ve politikaları bu haftada ki yazımızın içeriği olacaktır. Bu bağlamda Çin ve Çin’in dış  politikasına da değineceğimiz yazımızda Çin’in yalnızca ekonomik yükselişinin gündemi meşgul etmesinin yanında dış politika üretiminde ki temel parametreleri ve küresel güç olma iddiasında yumuşak güç politikaları üretme çabalarına ve bunun yanında Çin’in insan ve insanlık adına bu bağlamda bir şey vaat edip edemediğine değineceğiz.

  Son otuz yılda nefes kesen bir ekonomik büyüme ve askeri harcama ile dünya da ABD’nin hegemon pozisyonuna göz diktiği sinyalleri veren ve birçok uzman tarafından da politik ekonomi bağlamında bunun çok uzak olmadığının söylendiği bir tablo da Çin’in dikkatleri üzerine çektiği söylenebilir. Özellikle  içinde bulunduğumuz zaman diliminde dünyadaki siyasi güç dağılımının çok kutupluluğa doğru kaydığına her geçen gün biraz daha tanık olurken bu söylemlerin daha da önem kazandığını ve irdelenmesi gerektiğini görmekteyiz. Bu minvalde  Çin’in kriz döneminde dahi dünya ticaret hacmi içindeki payı artarak yüzde 10 seviyelerini aştığını da söylemek önemli bir tespit olacaktır. Çin’in özellikle son otuz yıldaki yüksek ekonomik performansı ve aynı dönemde dünya lideri pozisyonunda ki ABD’nin küresel siyasi güç dağılımındaki nispi payının sürekli azalma eğiliminde olması, küresel yönetişim bağlamında belirsizlikleri ortaya çıkarmaktadır. Bu noktada Çin’in, ABD’nin pozisyonunu devralmasının yüksek bir olasılık olduğu da daha çok dillendirilmektedir. Bu bakış açısıyla Mart 2010’da dönemin Çin Devlet Başkan Yardımcı Xi Jiping ve Rusya Başbakanı Vladimir Putin şu ortak düşünceyi dile getirmiştir; ‘’Çin ve Rusya ileride çok kutuplu bir dünya düzeni içinde uluslararası ilişkilerin ve demokrasinin dünya yüzeyinde gelişmesi için ortak hareket etmelidirler.’’tüm bu iddialar kapsamında uluslararası sistemin dönüşümleri ve Çin’in bu minvaldeki iddiaları daha da kıymetli bir inceleme konusu olmaktadır. 

     Çin’in siyasi tarihinde önemli kırılma noktalarından bir tanesi olan Mao önderliğinde ki 1949 yılındaki devrim Çin’in küresel ilişkiler bağlamında ve iç politikasında önemli değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Bu devrim sonrası özellikle  uluslararası ilişkilerde aktif olma eğiliminin artması ise Çin Halk Cumhuriyeti’nin liderliğine 1977’de Deng  Xioping ‘in atanmasıyla olmuştur. Yeni politikalar ile Çin’in önemli reformlara giriştiği bu dönemde ‘’önce ekonomi’’ ve ‘’dış dünyaya açılma’’ politikaları 80’lerden itibaren sürekli büyüyen bir ekonomi olma durumunu sağlamıştır. Bugün itibariyle bu tabloya baktığımızda ise Çin’in geldiği son noktada, dünyanın en büyük imalatçısı, en büyük ihracatçısı, ikinci en büyük dış ticaret hacmine sahip ülkesi ve doğrudan yabancı yatırımların ikinci en büyük ev sahibi olduğunu görmekteyiz. 

   Son yıllarda Çin’in küresel piyasalarda varlığının kendi markaları ile artması ve Çin’in küresel ekonomiye entegre olma hususunda ki açıklamaları ve gümrük duvarlarında ki değişiklikler ile dış politika üretmesinde ki değişimlerde önemli başlıklardır. Özellikle kendisini kalkınan ekonomilerin hamisi olarak gören Çin bu anlamda küresel sistemin yeniden inşası noktasında elini güçlendirmek adına bir yol izlemektedir. Bu bağlamda kendisini konumlandırdığı pozisyonla da Çin az gelişmiş ülkelerin de uluslararası sistemde söz sahibi olması gerektiğini ve bu söz sahibi olma durumunun daha da artması noktasında üst düzey beyanlar da bulunmaktan geri durmamaktadır. Bütün bunların yanında Çin’in dış politikasını belirleyen en önemli parametrenin ülkenin iç istikrarı olduğunu görmekteyiz. Bu noktada atılan adımlar ise Çin’in dış politika bağlamında küresel güç olma durumunda ziyadesiyle korkutucu bir tabloyu beraberinde getirmektedir. Öyle ki özellikle Doğu Türkistan özerk bölgesiyle ilgili olarak güvenlik algıları ve buna karşı atılan adımlar bu çekinceleri destekler niteliktedir. Çinli yetkililerin en hassas sinir uçlarını işaret eden bu mesele ile ilgili olarak Çin Hükümeti’nin 2005 yılında ‘’Ayrılık ile Mücadele Kanunu’’ çıkarması ve bu konuda gerekirse ‘’barışçıl olmayan yöntemlere’’ başvurabileceğini ilan etmesi ziyadesiyle endişe verici bir durumu göstermektedir. Özellikle bu coğrafyada olan biten ile ilgili olarak dünyanın net ve açık bir bilgiye sahip olmaması da durumun iyice bir çıkmaza girmesine ve şüphelerin artmasına sebep olmaktadır. Çin’in burada kendisini meşrulaştırmak adına ortaya koyduğu bölgede ki ABD çıkarları ve CIA varlığı iddiaları da bu tutumunu meşrulaştırmamaktadır. Yapılabilen kısıtlı araştırmalar ve bir şekilde coğrafyadan Türkiye’ye gelebilmiş Doğu Türkistanlıları dinlediğimiz kadarıyla ABD’nin bölgede etkili olma çabalarının olduğu izlenimi edinmek mümkün gözüküyor. Ancak bu durum da Çin’in bölgede ki politikalarında şeffaflıktan uzak tutumunu masumlaştırmıyor. Üstelik yine aynı kısıtlı araştırmalar ve görüşmeler kapsamında uygulanan zulmün varlığı da anlaşılabiliyor. Bütün bu durumlara rağmen küresel güç iddialarını gerçekleştirmek adına meşruiyet alanı oluşturmak isteyen Çin bu zulmü reddetmekle kalmıyor ve bu zulme karşı çıkan kamuoyunu boşa çıkarmaya çalışmaktadır. Öyle ki son günlerde ki Abdurehim Heyit’in öldürüldüğü iddiaları ile gündemi meşgul edip sonrasında Ozan’ın videosunu yayınlayarak uygulanan zulmün yalan olduğu imajını vermeye çalıştığını görmekteyiz. 

    Ayrıca dünyanın her bölgesinde var olmaya başlayan Çin, Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar her bölge de etkinliğini artırmaya ve artan enerji açıkları üzerine de bu bağlamda çalışmaya başladığını söyleyebiliriz. Bunun içinde uluslararası sistemde ‘’Barış İçinde Bir Arada Yaşama İlkesini’’ açıklayan Çin, sistemde var olmasının yumuşak güç çalışmalarına da ağırlık vermeye çalışmaktadır. Bu yumuşak güç çalışmalarının başında Çin’in dış politika parametreleri arasında bulunan ‘’Konfüçyüs’’ bakışı gelmektedir. Yumuşak güç için gerekli altyapı yatırımlarını da dünya üzerinde açtığı ‘’Konfüçyüs Enstitüleri’’ ile tesis etmeye çalışmaktadır. 

    Yalnız, Çin’in şeffaflıktan uzak politikaları ve Doğu Türkistan başta olmak üzere ülke içinde ki siyaseti bu yumuşak güç ile ilgili çalışmalarına şüphe ile yaklaşılmasına sebep olmaktadır. Türkiye’nin burada ki tutumunun Doğu Türkistan’da ki tarihsel geçmişin getirdiği bağdan dolayı daha hassas olması gerekmektedir. Ülkemizde yaşayan Doğu Türkistanlılar ve Türkiye’de dönem dönem Çin’e karşı eylemlerin yapılması da ayrıca Türkiye’nin konumu açısından önemlidir. Dışişleri’nin bölge üzerinden bilgi akışı sağlama çabaları ve bölgede ki olaylarda kimi zaman diplomasi işlettiği de bilinmektedir. Üstelik Doğu Türkistan ile bağlantılı birçok Sivil Toplumun olduğu ve sivil toplumların bu konu üzerinde hassas bir duruşunun bulunduğunu da söyleyebiliriz. 1995’te İstanbul’da vefat eden İsa Yusuf Alptekin’in yaşadığı dönemde Türkiye’de ve uluslararası kamuoyunda yaptığı çalışmalarda ziyadesiyle kıymetlidir. 

   Bütün bunlara bakıldığında Çin’in yalnızca ekonomik verileri üzerinden konuşulması ve küresel güç iddialarının bulunmasının eksik kalacağını görmekteyiz. Çin’in dünya siyasetinde yumuşak güç üretme noktasında ki adımların yukarıda bahsedilen durumlardan kaynaklı şüpheyle okunabileceği ve bu şüphelerinde şeffaflıktan uzak tutumundan dolayı her geçen gün arttığını belirtmekte fayda görüyorum. 

   Son olarak Türk Ozan’ı Abdurehim Heyit ve diğer Doğu Türkistanlı mazlumların ABD ve Çin arasında bırakılarak zulme maruz kalmamaları adına duacı olduğumu söylemek istiyorum..