Dünyada mevcut düzen içinde rahat ve huzur içinde yaşamak neredeyse bir sanat dalı olma yolunda. Nasıl ki resim, müzik, edebiyat, heykeltıraşlık, mimarlık ve daha birçok dalı olan sanatsal faaliyetleri icra etmek için bir yetenek gerekiyorsa eğer, “yaşamak” da artık sanatın bir parçası olacak ve sanat dalları sıralanırken mutlaka “yaşamak” da bu dalların içinde sayılmaya başlanacaktır.

Yaş kemale ermeden yani kaza denilen olaylarla gelen ölümler hep cahillere mahsus bir olay olarak da tanımlanacak zamanla. Hatta o zaman tam da bu zamandır belki de.  Sanatkârlıktan nasibini alamamış, yani uzunca bir süre yaşamayı sağlayamayan, canları korumak için yeterince bir çaba içinde olmayan insanlar, bir köşeye oturmuş, ölümü bekleyen miskinler kategorisinde izah edilecek zaman gelecek…

Sabah evinden çıkıp işine gitmek isteyen bir insanın kaldırımda yürürken bir aracın gelip kendisine çarpması sonucu ölümüne neden olmasını nasıl izah edebiliriz ki?

Ben kendimce izah etmeye çalıştım buna benzer bazı durumları. Azcık da ironik davranarak…

Yoldan geçen onca aracın hemen yanında uzanan kaldırımda yürüyen ve her an oradan son sürat geçmesi muhtemel bir aracın yolunu şaşırıp kendisine gelip çarpma ihtimalini hesap edemiyorsa evinden dışarıya çıkmasın o zaman.  Üstelik de sık sık yaşanan ölümlü kaldırıma çıkan araç haberlerine rağmen… Yollardan sonra kaldırımlar da kanun tanımaz, kural bilmezlere kaldı zira. Kaldırımları otopark olarak kullanan şehir zorbaları da cabası…

Yine benzer bir şekilde bir düğünü düşünün. Her tarafta rengârenk(!) havai fişekler eller tetikte ardı ardına patlayan tabancalar, pompalı tüfekler, mavzerler, keleşler gırla gidiyor her an etrafa ölüm kokusu yayılması muhtemelken siz kalkıp o düğünün bir parçası olmak üzere yola koyuluyor ve eğlenmeye, neşelenmeye, huzur bulmaya gidiyorsunuz… Hâlbuki o kadar tehlikenin içine kendinizi atmaya ve göz göre göre kurşun yemeye bu kadar hevesli olmamalısınız. Şimdi ne demek istediğimi yani bu dünyada uzun yaşamanın formülünü bilen sanatkâr ruhlu insanların neden daha fazla yaşıyor olduklarını anlamış olmalısınız. Madem hemen her düğünde magandalıklar gırla gidiyor, o halde siz de o düğünün bir parçası olmayıverin. Ölmek için bir düğüne gitmeye bu kadar hevesli olunabilir mi?  Düğün eğlencelerinin de ölüm mekânları haline geldiğini kabul edelim artık. Düğün konvoylarında ölen damatlar ve gelinlerin olduğu bir dünyada yaşıyoruz maalesef…

Memleketimizin her bir yanı maşallah şantiye gibi... Her taraf gökdelen inşaatlarıyla donatılmış. İskeleler kurulmuş, vinçler yükselmiş havaların katına kadar. Ama siz ne yapıyorsunuz? Bu şartlarda dahi evinizden çıkıp caddelerde sokaklarda yürüme gafletine düşüyorsunuz.  Başınıza her an bir iskele demiri ya da bir tuğla parçasının düşebileceğini önceden nasıl tahmin edemezsiniz, anlaşılır gibi değil (!) Eğer firma sahipleri tedbir almamakta direniyorlarsa ne olur yani tedbirleri kendiniz alsanız da pisipisine ölmekten kurtarsanız kendinizi ve sevdiklerinizi?

Kalabalıklar içine karışmanın tehlikelerinden de haberdar değilsiniz maalesef. Her an bir terör tehlikesiyle baş başa kalabilirsiniz. Şehirlerde kalabalıklar içinde böyle risklere maruz kalmaktansa, geri dönün köylerinize ve bol bol temiz hava alın. Organik tarım ürünleri falan yetiştirin. Tehlikenin göbeğine göbeğine kendi ayaklarınızla kendinizi niçin gönderiyorsunuz ki?

Etrafınızda ne idiğü belirsiz bir sürü adam kılıklılar dolaşıyor ve siz savunmasız evlatlarınızı kapınızın önündeki parka kaydırak binmeye ya da bahçeye erik toplamaya gönderiyorsunuz.  Göndermeyin kardeşim, evden dışarıya çıkarmayın çocuklarınızı. Hem böyle tehlikelerden haberdar olup hem de çocuklarınızı parklara bahçelere oyun oynamaya göndermek de ne oluyor? Hatta gerekirse kapatın odalara, vurun üzerlerine kilidi hayatları garanti altında olsun(!).

Size bir şey diyeyim mi? Okulların etrafında; uyuşturucu, esrar bağımlıları fink atıyorlar. Allah muhafaza…  Siz iyisi mi çocuklarınıza kendi evinizde aldırın eğitimlerini.

Aracınıza binip çarşıya pazara ihtiyaçlarınızı görmeye gideceksiniz öyle mi? Bu cesareti nereden alıyorsunuz Allah aşkınıza? Gerçekten size ne diyeceğimi bilemiyorum. Caddeler, bir sürü sihirbaz usta sürücüyle doluyken ve marifetlerini sergilemeye meyilli,  usta (!) sürücüler varken siz yarım yamalak sürücülük yeteneklerinizle trafiğe çıkıyorsunuz. Üstelik kimse kurallara uymazken siz kuralları uygulama derdine düşüyor ve “kırmızı da dur, yeşilde geç” oyunları oynuyorsunuz. Kendinizi düşünmüyorsunuz bari aracınıza aldığınız sevdiklerinizi düşününüz. 

Dedim ya “sanattır kardeşim, yaşamak bir sanattır.” Ben etrafımda sanatçı ruhlu adamlar görmek isterim. Gerisinden bana ne. Onlar ölmeyi hak ediyorlar fazlasıyla(!)…  Hak etmeseler evlerinde oturur, resim yaparlar, müzik dinlerler, şiir yazar, balkonlarından manzara seyrederler. 

Yalnız balkonun dışına fazla sarkmazlar onlar. Allah muhafaza, bir serseri kurşununun gelip kendilerini bulabileceğini çok iyi bilirler. 

Elbette doğrulara, dürüstlere, suçsuzlara, tertemiz bir yaşamı tercih edenlere, hilesiz, hurdasız, herkesin hakkına, hukukuna riayet eden, saygı gösteren, kendi hakkını da kimseye yedirmeyen devletin koyduğu kurallara da son noktasına kadar uyan insanlara ihtiyacımız var. İşte o zaman sağlıklı, huzurlu ve mutlulukla uzun yaşamanın sırlarını keşfetmiş oluruz.

Kurallara sadece bizlerin uyması yetmiyor. Öncelikle devletin kendisinin  koyduğu kurallara, vatandaşlarının uymasını temin etmesi gerekir. Kurallarına halkını uyduramayan bir devlet, devlet olmaktan, koyulan kurallara uymayan bir millet de millet olmaktan çıkmış demektir. 

Unutmayalım ki, kuralsız nizam olmaz.  

Herkese, tesadüfe dayanmadan sürüp giden hayırlı ömürler diliyorum.