İffet denince, insanın kendi arzularının baskılarına karşı koyarak, Allah ve insanlar nezdinde kendisini küçük düşürücü davranışlardan sakınmasını sağlayan ahlâkî erdem ve yetişkinlik kastedilir. Irz da, genel anlamıyla insanın ve yakın çevresinin şeref ve itibâr kaynağı olan, mânevî kişiliğini oluşturan değerler bütününü; özel ve dar anlamıyla ise cinsiyet alanındaki iffet ve namusunu ifade eder.

İslâm dininde her iki anlamıyla da iffet ve namus, kişilerin en temel haklarından olup, bunlara yapılan saldırılar suç ve günah sayılarak dünyevî ve uhrevî müeyyidelere konu edilmiştir. İslâm'da zinânın ve zinâya götüren yolların yasaklanması, örtünmeyle ilgili emir ve düzenlemeler, esâsen hem kişilerin iffet ve namuslarını hem de toplumsal ahlâkı korumaya matuf tedbirlerdir.

Dinî ve ahlâkî yönden gün günah sayılan davranışlar, hukuk düzeni tarafından da belirli derecede cezâlandırılarak topluma kıvamını veren bu üç kurum arasında sağlam bir ilişki kurulması gerekir. Bu sebepledir ki İslâm hukukunda iffet ve namusun önemi, aile kurumunun kutsallığı sebebiyle "zinâ iftirası" ağır bir suç sayılmış, Kur'ân ve sünnette cezası (hadd-i kazif) 80 celde (sopa) olarak belirtilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur: "Namuslu kadınlara zinâ isnadında bulunup sonra bunu ispat etmek için dört şahit getiremeyenlere 80'er sopa vurun ve onların şahitliğini asla kabul etmeyin. Onlar tamamen günahkârdırlar. Ancak bundan sonra tövbe edip ıslah olanlar müstesnâdır. Allah, çok bağışlayıcı ve merhametlidir. (Nur Suresi. 4. ayet) Buna göre zinâ iftirası suçu, iffetli bir kimseye zinâ isnâd edilip, zinâ suçunun ispatı şartı olan dört şahidin getirilmemesi halinde söz konusu olur.

İslâm hukukunda, özellikle vazgeçilemez değerlerin korunmasına yönelik olarak ağır cezâlar tertip edilmiş olan zinâ gibi suçların ispatında objektif kıriterler kullanılmış ve suçlar belli bir aleniyet kazanmadan cezâlar tatbik edilmemiştir. Bu tutum aile kurumunun yıpratılmasını, insanların iffet ve namusunun kolayca kirletilmesini önleyen ciddi bir önlemdir. Gerçekten insanlar ırz ve namus konusunda çok hassas olduğundan, diğer bir ifadeyle insanların iffeti lekesiz, temiz ve beyaz bir zemine benzediğinden bu alanda yapılan her dedikodu, fevkâlâde etkili olur ve bu dedikodulara konu olan şahıs açısından telâfisi imkânsız mağduriyetler doğar. İslâm bu tür dedikodulara fırsat vermemek, şüphe ve zanna dayalı hüküm vermemek için böylesine ağır bir isnâdda bulunabilmeyi sıkı ispat şartlarına bağlamış, kesin delille ispat edilmenin mümkün olmadığı durumlarda susulmasını, şahsî kanaat ve bilgilerin gizli tutulmasını istemiştir.

Namus ve iffeti hedef alan zina iftirası dışında kalan diğer bühtan ve iftiralar da Kur'ân ve Sünnet'te yasaklanmış, kınanmış ve mesuliyeti gerektireceğini ifade edilmiş ise de herhangi bir ceza şekli öngörülmemiş, bu konuda gerekli tedbirleri almak toplumların inisiyatifine bırakılmıştır. Böyle olunca her bir toplumun huzur ve bütünlüğünü koruyabilmek için kendi dönemlerinin ve toplumlarının şartlarına da uygun bazı hukukî düzenlemelere gitmeleri ve değişik çözümler geliştirmeleri mümkün ve gereklidir. Zîrâ dürüst kimseleri yıpratıcı, toplumsal huzuru bozucu dedikoduların, yalan yanlış haber ve iftiraların önlenmesini, sadece dinin ve sosyal ahlâkın yaptırım usullerine bırakmak doğru olmaz. Hukuk düzenin de bu konuda destekleyici bir takım önlemler alması daima büyük önem taşır.

Editör: TE Bilişim