Hz. Osman, halife olur olmaz minbere koştu. Ulular ulusu peygamberin hutbesi üç basamaktı. Ebu Bekir minbere çıkınca ikinci basamağa, Ömer de zamanında İslam'a ve dine saygısı dolayısıyla üçüncü basamağa oturmuştu.

Osman devri gelince o üst basamağa çıktı. O bahtı kutlu, oraya oturdu.  Boşboğaz adamın biri ona sordu: "İlk iki halife peygamberin yerine oturmadılar. Sen nasıl oldu da onlardan üstün olmaya kalkışıyorsun? Hâlbuki mertebe bakımından onlardan aşağısın sen.

Osman dedi ki:" Üçüncü basmağa otursaydım, beni Ömer'e benziyor sanırlardı. İkinci basmağa otursaydım, Ömer'e benziyor, onun misli!

Bu üst basamak Mustafa'nın (SAV)makamı… O padişaha benzememe zaten imkân yok."

Ondan sonra o merhametli halife, hutbe okuyacak yerde a ikindiye yakın bir vakte kadar sustu kaldı. Kimse de hadi, okusana diyecek kudret de yoktu meclisten çıkıp gidecek kudret de.

Halkın ileri gelenlerine de bir heybet çökmüştü bayağılarına da. Mescidin içi, damı nurla dolmuştu. Can gözü açık olanlar o nuru görebiliyorlardı… Bırak onları, körler bile hararete gelip, coşmuşlardı.

Körün gözü, güneşin doğduğunu hararetinden anlar. Fakat bu hararet her duyulanın hakikati görülsün diye gözü açar. Hararetinde sıkıntılı bir hal vardır… Hakiki güneşin hararetiyle gönlü açar, gönüle bir ferahlık, bir genişlik verir. Kör, evveline,  Allahın nuruyla hararetlendi mi ferahından, "ben görüyorum, gözlerim açıldı benim." Der.  Adamakıllı, hoş bir sarhoşluktur bu… Yalnız can gözünün açılması için aşılacak az bir yol vardır.

Bu, körün güneşten nasibidir… Allah doğrusunu daha iyi bilir ya… Bunun gibi belki yüzlerce nasibi de vardır. O nuru gören kişinin ahvalini anlatmak, hiç Ebu Ali Sina'nın harcı mıdır? Yüz kat kuvvetli bile olsa bu dil, kim oluyor ki eliyle görüş perdesini oynatmaya kalkışıyor? Perdeye elini sürerse vay ona! Allah kılıcı elini kesiverir! Hatta el de nedir ki? Bilgisizliğinden serkeşlik eden başı bile keser, koparır!

Bunu söz olsun diye söyledim, yoksa onun eli nerede?

Dilden, sınıklıktan arınan göze, söylenen, nakledile gelen sözde görülen, bilinen hakikate yüz binlerce yıllık yol var desem yine de az söylemiş olurum! Fakat kendine gel, sakın gökyüzünün nurundan ümit kesme! Allah dilerse o nur, bir anda sana erişiverir. Meselâ, yıldızların madenler üzerinde yüzlerce tesiri vardır. Allah'ın kudreti onu, madenlere her an ulaştırmadadır.

Gökyüzünde bir yıldız olan Güneş, karanlıkları giderir. Allah güneşiyse, Allah'ın sıfatlarıyla daimidir.

Ey yardım isteyen güneşin tesiri! Beş yüz yıllık yola olan gökten yeryüzüne geliverdi ya! Zühale üç yüz bin beş yüz yıllık, hatta daha da nice yol var. Fakat tesiri anbean görünüp durmada… Dilerse Allah, güneş doğunca gölgenin dürülüp kaybolduğu gibi onun da tesirini dürer, kaybeder. Güneşe karşı gölgenin ne değeri olabilir.

Yıldız gibi tertemiz ruhlar, gökyüzündeki yıldızlara feyiz verir, yardım eder. Görünüşte o yıldızlar, bizim varlığımıza, sağlığımıza sebeptir; ama hakikatte bizim batınımız, iç yüzümüz, gökyüzünün durmasına, varlığına sebeptir. Hükemâ, "insan küçük âlemdir" derler; fakat Allah'ın hakîmleri ise "insan büyük âlemdir" demişlerdir. Çünkü hükemânın bilgisi, insanın suretine aittir. Bu hakîmlerin bilgisi ise, insanın hakikatine ulaşmıştır. Surette sen, küçük bir âlemsin; ama hakikatte en büyük âlem sensin. Görünüşte dal, meyvenin aslıdır. Fakat hakikatte dal, meyve için var olmuştur. Meyve elde etmeye bir meyli, meyve vermeye bir ümidi olmasaydı hiç bahçıvan ağaç diker miydi? Şu halde meyve, görünüşte ağaçtan doğmuştur; ama hakikatte ağaç, meyveden vücut bulmuştur.

Mustafa (SAV)onun için, "Âdem ile bütün peygamberler, benim ardımda ve sancağımın altındadır." Dedi.  O hünerler sahibi onun için "Biz, sonda gelen; fakat en ileri giden ve ön dölü alanlarız." Buyurdu. Suret bakımından ben âdemden doğmuşum, hakikatte onun atasının atasıyım ben! Melekler bana secde ettiler… Âdem benim ardımdan yürüdü, yedinci kat göğün üstüne çıktı. Hakikatte babam, benden doğdu… Ağaç meyveden vücut buldu.

İlk düşünce, iş âleminde son olarak zuhur etti. Hele vasfa mazhar olan düşünce! Sonuçta bir an içinde gökten nice kervanlar gelmekte, göğe nice kervanlar gitmektedir! Bu yol bu kervana uzun gelmez. Ova, üstün gelen kişiye geniş gelir mi hiç?

Gönül her an Kâbe'ye gitmekte… Beden de Allah'ın izniyle gönül tabiatına bürünmekte! Bu uzunluk, kısalık, bedene göredir. Allah'ın bulunduğu yerde, uzunun, kısanın lafı mı olur?

Allah, cismi tebdil etti mi gayri fersaha bile bakmadan yürür gider.

Ey yiğit! Lafı bırak gayri! Şimdi yüzlerce ümit var, hemen adım ata gör! Gözünü yumdun mu bakarsın ki gemide oturmuş uyuyorsun… Öyle olduğu halde yol almadasın.

Peygamber bunun için, "Ben, zamane tufanına gemi gibiyim. Biz ve ashabım, Nuh'un gemisine benzeriz. Kim bu gemiye el atar, kim bu gemiye girerse, kurtulur." Buyurdu.

Şeyh beraber olunca kötülüklerden uzaksın. Gece gündüz gitmektesin, gemidesin. Canlar bağışlayan cana sığınmışsın. Gemiye girmiş uyuyorsun. Öyle olduğu halde yol almaktasın.

Zamanın peygamberinden ayrılma! Kendi hünerine, kendi dileğine pek güvenme! Aslan bile olsan, değil mi ki kılavuzsuz yol almaktasın, kendini görüyorsun, sapıksın, hor hakirsin. Ancak şeyhin kanatlarıyla uç da şeyhin askerlerinin yardımını gör.

Zaman olur, onun lütuf dalgaları sana kanat kesilir. An gelir, kahır ateşi seni taşır, götürür. Kahrını, lütfunun zıddı sayma! Tesir bakımından ikisinin de birliğini gör! Bir zaman seni toprak gibi yeşertir… Bir zaman seni sevgilinin havasıyla doldurur, şişirir. Arifin bedenine cemad vasfı verir de orada neşeli güller, nesrinler bitirir. Fakat bunları o görür, başkası değil. Temiz içten başka hiçbir şey cennetin kokusunu alamaz.

İçini, sevgiyi inkârdan arıt da orada, onun gül bahçesindeki reyhanlar bitsin.

Yokluk küheylanı da ne güzel buraktır… Yok olduysan seni varlık makamına götürür.  Dağlar, denizler ancak tırnağına dokunabilir; o derece süratlidir. Duygu âlemini derhal geride bırakıver. Ayağını gemiye çek de can sevgilisine giden can gibi oturduğun yerde yürüye dur. Elsiz ayaksız, evveline evvel olmayan Allah'a kadar git. Canların, yoklukta elsiz ayaksız varlık âlemine koştukları gibi. Duyan, gaflet uykusunda olmasaydı, sözde kıyas perdesini yırtardın.

(Mesnevi, C:4, B:487)

Editör: TE Bilişim