Putların Muhammed adını duyunca secde etmeleri, Dedesi Abdülmuttalib'in Onu Haktan Dilemesi

Hz. Halime, Hazreti Muhammed Mustafa'yı( Salât ve selam onun üzerine olsun) sütten kesince, tıpkı bir reyhan ve gül gibi avucunun içine aldı. Onu iyi ya da kötü her şeyden sakınıyor, böylece o şahlar şahını dedesine teslim etmek istiyordu.

Korkusundan emaneti hep yanında taşıyordu. Böylece o Kâbe'ye gidip Hatîm'e (put) yaklaştı.

Gökten şöyle bir ses duydu:

"Ey Hatîm, sana çok büyük bir güneş vurdu.

Ey Hatîm, bu gün sana yedeğinde ikbal bulunan muhteşem bir şah gelecek.

Ey Hatîm, kuşkusuz bu gün yeni baştan yüce canların mekânı olacaksın. Temiz canlar, iştiyaktan sarhoş olmuş vaziyette bölük bölük sana gelecekler."

Halime bu sesi duyunca kendinden geçti. Oysa ne yanında ne de tepesinde kimse vardı. Altı yönde de görünürde kimse yokken canlar feda olası bu ses, arka arkaya geldi.

O, bu sesin nerden geldiğini bulmak için Mustafa'yı (SAV) yere bıraktı. O sırada, bu sırları söyleyen şah nerede diye sağa sola göz atıyordu:

"Rabbim, sağdan soldan gelen bu yüksek sesin sahibi nerede?" diyordu. O, kimseyi göremeyince umudunu yitirdi ve vücudu söğüt dalı gibi titremeye başladı. O ulu bebeğin yanına tekrar geldi; fakat Mustafa'yı yerinde bulamadı. Kalbine hayret üstüne hayret gelip üzüntüsünden ocağı söndü. Evlere doğru koşup, "Benim inci tanemi kim kaçırdı?" diye feryat etmeye başladı.

Mekkeliler dediler: "Bizim haberimiz yok. Biz orada bir çocuğun olduğunu bilmiyorduk."

Halime o denli gözyaşı döküp ağladı ki başkaları da onun bu haline üzülüp ağladılar.  Göğsünü döve döve öyle bir ağladı ki onun ağlayışından yıldızlar bile ağlamaya başladı.

O sırada yaşlı bir adam bastonuyla yanına geldi. Dedi: "Başına neler geldi Halime? Ne oldu da böyle yüreğin tutuştu? Ne oldu da böyle matemle ciğerin yandı?" Halime, "Ahmed'in sütannesiyim, onu dedesine teslim etmeye getirdim. Hatîm'e varınca gökten sesler duymaya başladım. Gökten gelen sesleri duyunca çocuğu oraya bıraktım. Bu ses, kimin sesi, diye bakayım dedim. Çünkü çok güzel ve muhteşem bir sesti. Ne çevremde bir iz görebildim ne de o ses bir an olsun kesildi. Hayretler içerisinde geri geldiğimde çocuğu orada göremedim. Vay başıma gelenler!" diye feryat etti.

Yaşlı adam; "Yavrum, sen üzülme. Ben sana bir padişah göstereceğim. O, sana dilerse çocuğun durumunu söyler. O, çocuğun nereye gidip nerede durduğunu bilir."

Sonra Halime İhtiyara dönüp; "ey güzel sesli ihtiyar, canım sana feda olsun. Benim çocuğumun durumundan haberdar olan o şah bakışlıyı hadi bana göster. İhtiyar, "Bu put gayb haberleri konusunda daha önemlidir." Diye onu Uzza'nın yanına götürdü. Dedi: "biz binlerce kaybı onun huzuruna koşarak onun sayesinde bulduk."

İhtiyar, puta secde edip dedi: "Ey Uzza, sen çok ikramlarda bulundun da böylece tuzaklardan kurtulduk. İkramlarından dolayı senin Araplar üzerinde hakkın var. Böylece Arapların sana boyun eğmeleri farz oldu. Bu Sa'dlı Halime, senden umutlanarak senin gölgene sığındı. Onun küçük bir oğlu kaybolmuş. O çocuğun adı, Muhammed'dir."

Adam, "Muhammed" deyince, bütün putlar baş aşağı dönüp secde ettiler. Dediler: "Git be ihtiyar, azlimizin nedeni olan Muhammed'i bizden mi soruyorsun? Onun yüzünden yıkılıp ufalanacağız. Onun yüzünden geçersiz ve işe yaramaz olacağız. Heves sahiplerinin fetret zamanı bizden ara sıra gördükleri hayaller, o teşrif edince kaybolacak. Su geldi, teyemmüm bozuldu. Uzaklaş a ihtiyar, fitneyi faza alevlendirme. Sakın, Ahmed'i kıskanışla bizi yakma. Allah için uzaklaş a ihtiyar, uzaklaş da takdir ateşiyle yanma. Yılanın kuyruğuna basmak da neyin nesi? Getirdiğin haberin farkında mısın? Bu haberle denizin ve madenin kalbi kaynar. Bu haberle yedi gök titrer."

O ihtiyar bu haberi o taşlardan duyunca bastonunu fırlatıp attı. O sesin verdiği korkudan ihtiyarın dişleri birbirine vuruyordu. Tıpkı kış günü soğukta kalmış çıplak adam gibi titriyor ve eyvah ediyordu.

Kadın ihtiyarı o halde görünce büsbütün şaşırdı. "A ihtiyar, bir yandan sıkıntı içindeyim bir yandan da hayretler içindeyim. An geliyor rüzgâr bana sesleniyor, an geliyor taş bana ediplik ediyor. Rüzgâr sözlü olarak bana bir şeyler söylüyor, dağ taş bana eşyayı anlatıyor. An geliyor, göğün yeşil kanatlı görünmezleri çocuğumu kaçırıyor. Kime yakarayım, kime yalvarayım? Artık ben aklımı kaçırdım, kafam karışık. Onu sakınışım, gaybı anlatmama engel oldu. Şu kadarını söyleyeyim; çocuğum kayboldu. Şimdi ben başka bir şey söylesem, insanlar beni deli diye zincire vururlar."dedi.

İhtiyar ona; "Halime, üzülme, sevin. Yırtınmayı bırakıp şükür secdesine kapan. Üzülme, o senden uzaklaşıp kaybolmaz, tam tersine, âlem onda kaybolur."dedi.

Çevresinde yüz binlercesi sakınıp kıskanarak her zaman onu sakınıp kıskanarak her zaman onu koruyup gözetmektedir. Görmedin mi o maharet sahibi putlar, çocuğun adını duyunca baş aşağı düştüler. Yeryüzünde şaşırtıcı bir dönem bu… Ben yaşlandım; ama ömrümde böylesini görmedim. Bu peygamberlik yüzünden taşlar inlediğine göre, günahkârların durumu ne olacak kim bilir?

Kendisine tapılmasında taşın bir suçu yok. Oysa sen taşa kul olmada iradesiz değildin. İradesi olmayan bu taş böyle korktuğuna göre suçlu olanın başına kim bilir neler gelecek.

Mustafa'nın dedesi haberdar oldu, Halime'nin ağlayıp feryat edişinden, onun bir mil uzağa düşen yüksek sesinden ve bağırışından.

Abdülmuttalib, ne olduğunu hemen anladı ve göğsünü yumruklayarak ağlamaya başladı. Üzüntüyle Kabe'nin kapısına gelip;" Ey gece ve gündüzün sırlarına vakıf olan Rabbim!" diye seslendi. "Bu halimle sana sırdaş olmamı sağlayacak bir özellik göremiyorum kendimde. Kendimde bu kutlu kapıya kabul edilmemi sağlayacak bir hüner göremiyorum. Yahut benim baş eğip secde edişimin bir kıymeti olduğunu ya da gözyaşımın yüzüne bir devletin güleceğini düşünmüyorum. Fakat ey kerem sahibi Rabbim, o eşsiz incinin yüzünde luftunun izlerini gördüm. Çünkü bizden olmasına karşın bize benzemiyor. Biz bakırız, Ahmed ise bir iksir. Onda gördüğüm şaşırtıcılıkları dostta düşmanda görmedim. Senin fazlının bu çocuğa verdiğini, yüz yıl çabalasa bile kimse elde edemez. Senin ona yardım ve ihsanlarını gözümle gördüğüme göre, senin denizinden bir incidir o. Ben de onu şefaatçi olarak sana getiriyorum. Ey halleri bilen, onun halini bana söyle" diye Rabb'inden onu niyaz etti.

Kâbe'nin içinden hemen, "Şimdi sana yüzünü gösterecek." diye bir ses geldi. Biz onu iki yüz ikbal ile ağırlarız. O bizim tarafımızdan 200 bölük melekle korunur. Dış yüzünü dünyada meşhur ederken iç yüzünü herkesten gizleriz.

…

Abdülmuttalip dedi; "O, şu an nerede? Ey sırları bile, bana doğru yolu göster."dedi.

Kâbe'nin içinden ona yine ses geldi: Ey arayan, o yetkin çocuk, filan vadide, ağacın altındadır."

Bahtiyar ihtiyar bunun üzerine hemen yola koyuldu. Onun yanında Kureyş'in ileri gelenleri de vardı. Muhammedin dedesi, Kureyş'in seçkinlerindendi.

(Mesnevi, C:4, B:915 v.d)

Editör: TE Bilişim