Asıl adı Ahmed b. İbrahim'dir. 1769'da Niğde'nin Bor ilçesinde doğdu.

Büyük bir veli olan babası rüyasında üç ay  gördü. Ortadaki ay diğerlerinden daha büyük ve parlaktı. Bu rüyanın tabirinde kendisinin üç oğlu olacağı ve ortanca oğlunun büyük bir veli ve alim olacağını anladı.

Ahmed Kuddusî küçük yaşta kendisinden ders almaya başladı. Ahrariyye yolunun edebini babasından öğrendi. Babasının, "Oğlum, her zaman Allahü Teâlâ'yu zikret, benim sağlığımda boş şeylerle uğraşmaktan uzak dur." Tavsiyesine uyayarak gece gündüz daima Allah'ı zikr ve tesbih etti.

Ahmed Kuddusi uzun süren bir medrese tahsilinin ardından 1786 senesinde Turhal'a gitti. Turhal Şeyhi denilen zatın sohbetlerinde bulundu. Oradan bir arkadaşı ile ayrılıp Erzincan'a, sert geçen kış mevsiminin ardından Şam ve Mısır'a gitti. Hac farizasını yerine getirmek üzere Hicaz'a gitti. Bu ilk Hicaz seferinde Hira ve Uhut dağında hz Hamza ve Uhut şehitlerinin medfun bulunduğu sahada ve mağaralarda inzivaya çekilerek nefsini terbiye etti. Mescid-i nebevi etrafında riyazetler çekti. Bir sene sonra tekrar hac ederek Bor'a döndü.

Ahmed Kuddusî Efendi, ilki 1807, ikincisi 1810 Osmanlı- Rus savaşına iştirak ederek  Allah'ın cihad emrini de yerine getirdi. Bir süre Anadolu'da kalan Kuddusî Efendi tekrar Hicaz'a gitti. Uzun müddet Mekke ve Medine arasındaki ıssız çöllerde, dağlarda nefsini tezkiye, safiyete ulaştırmak için uğraştı ve pek çok manevî ihsanlara nail oldu. Bor'a döndükten sonra din düşmanlarının şerrinden korunmak için 13 yıl evinde inzivaya çekildi.

O devrin ileri gelenlerinden biri, "Zamanımızın büyük velisi kim ise onunla görüşmek istiyorum." dedi. Bunun üzerine Kuddusî Efendiyi tanıyanlardan biri onu salık verdi. O zât da Kuddusî Efendiyi İstanbul'a davet etti. Ahmet Kuddusî Efendi huzura girdiği zaman, orada bulunan kimseler onun taşralı kıyafetinden dolayı pek beğenmediler ve yukarıdan bakıcı bir tavır takındılar. O makam sahibi zât; "Şeyh Efendi, siz de bir beyan buyursanız diyince,; "efendimiz, bendeniz ilmi olmayan biriyim. Huzurunuzda konuşmaktan hâyâ ederim. Müsaade buyurursanız, başımdan geçen bir hadiseyi anlatayım." Diyerek şu hikâyeyi anlatır: "Bir gün bendeniz Sarayburnu'nda sahilde gezerken çok güzel bir hanım sandala bindi. Gönlümü cezb eden bu güzelin peşinden başka bir sandala binerek onu takip ettim. Üsküdar iskelesine karaya çıkıp, falan sokaktaki konağa giren bu hanımı bir daha hiç göremedimse de aslâ unutmadım. Gönlüm onun hicranıyla hatsızdır efendim.O makam sahibi kimse bu hikâyeyi duyar duymaz yanında bulunanların hepsini dışarı çıkartarak, Ahmed Kuddusî'ye ," Anlattığınız benim hâlen içinde yaşadığım elemli hâlimin ifadesidir. Şu anda o dertten kurtuldum. O hanım gönlümden silindi." dedi ve Kuddusî Efendi'ye misli görülmemiş ihsanlarda bulundu.

Ahmet Kuddusî Efendi bir gün Konya'ya giderek Mevlâna Celaleddin Hazretlerinin türbesini ziyaret etmek istedi. Tam türbenin önüne geldiğinde türbedârın kapıyı kilitleyip gitmek üzere olduğunu gördü. Ne kadar ısrar ettiyse de kapıyı açtıramadı. Büyük bir kederle Mevlânâ'ya olan sevgisini dile getiren dörtlükler söyleyince kapı kendiliğinden açıldı. Türbedârın şaşkın bakışları arasında ziyaretini tamamladıktan sonra oradan ayrıldı.

1849 yılında Bor'da vefat eden Ahmed Kuddusî Efendi Divan sahibidir. Diğer eseri, Külliyat-ı Kuddusî Efendi. Bu külliyat şu eserlerden meydana gelmektedir:Divan, Pendnâme, Vasiyetnâme, İcâzetnâme, Nesâyih-i Ahmed Kuddusî, Hazinetü'l- Esrâr ve Ganimetü'l Ebrâr, Medâyıh Risâlesi, Muhtasâr Tıbb-ı Nebevî, Mektuplar.

Divanı'ndan örnekler:

"Sensin velilerşâhı,

Yâ Hazert-i Mevlânâ,

Affet şu ben gümrahı

Yâ hazret-i Mevlânâ

..."

"Ey rahmeti bol padişâh

Cürmüm ile geldim sana

Ben eyledim hadsiz günâh

Cürmüm ile geldim sana

..."

Editör: TE Bilişim