KÜLLERİNDEN DOĞAN TÜRKİYE

Son günlerde özellikle alman ve İngiliz basının da yeni cumhurbaşkanlığı sarayı aleyhine yayınlar yapılmaktadır. Sanki parasını kendileri ödediler de adeta hesap soruyorlar.

Osmanlıyı yıkıp yerine Türkiye Cumhuriyeti devletini kurdurdular. Başkenti ise İstanbul yerine o yıllarda küçük bir kasaba olan Ankara'yı yaptılar. İstanbul'dan vazgeçmiş olmak bile başlı başına yenilgiyi, hor ve küçük görülmeyi peşinen kabul etmekti.

600 yıl boyunca el pençe divan durdukları Osmanlı saraylarının, hâkimiyetini böylelikle saf dışı etmiş oldular.

Bir taşla iki kuş vurmak diye buna derler.

1-Osmanlı saraylarında el etek öpmenin intikamını o sarayları kapattırmakla,

 2-Kendi saraylarından daha küçük, daha tepeden bakabildikleri bir köşk inşa ettirmekle, intikamlarını almış oldular.

Bakınız yarı başkalık sisteminde ki Fransa'nın Elyesee sarayının ihtişamını. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın daveti üzerine gelen Avrupa Güvenlik Konseyi üyesi Engin Güner Bey anlatıyor.

Cumhurbaşkanı François Mitterand ve eşinin yaşadığı saray.

'' Emrinde 7 Kurmay subay...
40 danışman her an ayakta...
Sekretaryasında 100 kişi çalışıyor.
Eşinin bile 17 sekreteri vardı.
Posta işlerine 88 kişi bakıyor.
İç hizmetlerde 54 kişi ter döküyor.
Dahili güvenlikte 40 polis teyakkuzda.
237 Askeri personel emre amade.
49 araba benzin deposu dolu bekliyor.
Her hafta temizleyiciye 2500 parça çamaşır ve çarşaf gidiyor.
10 bin adet yemek takımı, 600 kristal bardak ve sürahi, 5315 parça ünlü Sevr vazosu bulunuyor.
İçerideki ihtişam saymakla bitmez''

Bu ihtişamın arkasından dönersek bizim köşke son derece mütevazi. Etkinliği olmayan bir cumhurbaşkanlığı. Yaptığı iş noterlik. Birde dışarıdan gelen misafirleri ağırlamak.

Ülkeyi kuran güçler başkomutanlık makamında oturan kişiye mütevazılık ve hiçbir şeye karışmama rolü biçmişlerdi. Tıpkı saray yerine köşk gibi.

Bir de başbakanlığın etrafına bakalım. Anayasa mahkemesi,Yargıtay,Danıştay,Sayıştay,YÖK..

Hepsi başbakanın adım atmasını engelleyen statükoya bağlı kurumlar! Başbakan başını kaldıracak olsa parti kapatmaya kadar gidilirdi. Pısırık kendi gölgesinden korkan dışarıdaki ağabeylerinin emirlerini uygulayan bir Türkiye.

Kendi kendimize ambargolar  koydurtan ,çok uluslu petrol arama şirketlerinin petrol aramasına izin veren onların petrol yok deyip kapattığı kuyuları bile ilanihaye mühürleyip kapatan bir Türkiye!

Burnumuzun dibinde Irakta, Angola'dan bile sondaj çalışmasına gelirlerken biz köşkte istiklal harbi kahramanlıkları ile avunan bir Türkiye.

Silik, pısırık, korkak bir Türkiye'den küllerinde dirilen, eski ihtişamına dönme istidadı gösteren bir Türkiye'nin ayak seslerini hissettiğimiz şu günlerde,  Avrupalı sırtlanlarının ve yerli uzantılarının da salyalarını akıttığını görüyoruz.

Biz halk olarak büyük bir halkız. Cumhurbaşkanlığımızın forsundaki 16 yıldız tarihte kurduğumuz devletleri temsil eder. Bunlardan 3 imparatorluk. Bizim başkomutanlık makamımızda elbette buna uygun ihtişamda olmalıdır.

 Cumhuriyetimizin kurulduğu yıllarda bile ülkenin kıt imkânlarını kullanarak Gazi Mustafa Kemal'e MV Savarına, 28 Mart 1931'de denize indiğinde dünyanın en büyük yatı satın alınmıştır. Dünyanın büyük yatı olan, Geminin toplam maliyeti 4 milyon $ (2014 yılı eşdeğeri 62,7 milyon $) olmuştur.

Şimdi bizim olmayan muhalefet yâda siyasi geleceğini karşısındakinin başarısızlığına ve içeriden ve dışarıdan gelecek darbe operasyonlarına bağlamış CHP ve MHP genel başkanları esip gürlüyor. Kul hakkından, yetim hakkından dem vuruyor.''Biz o paraları halka yol yap köprü yap diye verdik kendine saray yap diye vermedik''diye. Şimdi Sayın Kılıçdaroğlu ve Bahçeliye soruyorum. Siz şimdi Atatürk'e de celallenecek misiniz, halkımız savaştan çıkmış bacağında don yok, sen yat almışsın diye?

Elbette bu yatta köşk gibi yeni yapılmakta olan Cumhurbaşkanlığı sarayı gibi Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığının malıdır. Ne gazi Mustafa kemal Atatürk nede Recep Tayyip Erdoğan devlet adına satın alınan bir toplu iğneyi bile yanında götürmemiştir götürmeyecektir. Ülke için söyleyecek sözü olmayanların yapacağı tek şey karalamadır.

Türkiye Cumhuriyetinin başkomutanına köşk gibi kıt imkânları olan mekânı münasip gören Avrupalı sırtlanların ve yerli uzantılarının derdi, saraya harcanan para değildir. Onların derdi kendi kontrollerindeki küçük devletin küllerinden yeniden doğuşuna şahitlik etmelerindendir. Artık her dediklerini yaptırdıkları ülkenin ellerinin altından kayıp gitmesini sindiremedikleri içindir. Ülkenin zenginliğini, gücünü, ihtişamını, saray ve başkomutanın üzerinde göreceklerindendir. Bu ihtişam ve gücün altında ezileceklerdir.

Biz millet olarak ta devlet olarak ta büyüğüz.

Ama bu büyüklüğümüzü son günlerde yöneticilerimizin de hamaset ve lirik konuşmalarında bulmamalıyız.

AB den sorumlu bakan Sayın Volkan Bozkır'ın ''  "Buraya (Mescidi-i Aksa) postalla giren askerlere mesaj yolluyorum. Eğer oradan hemen çıkmazsanız postalınızı elinize veririz, koşa koşa arkanızdan bakarız" sözlerini endişe ile karşıladım.

Sayın bakanın bu söylemi benim duygularımı kabartıyor, kalbimden geçip dilimle terennüm edemediğim duygularımı ifade ediyor. Ediyor da o postalı nasıl vereceğini merak ediyorum. Kıçı kırık PKK ile 35 yıldır silahlı mücadelede sonuç alamamışız. Burnumuzun dibindeki PYD ye dersini verememişiz. Rusya, İran, Suriye blok oluşturmuş, siz kalkıp hepimizi heyecanlandıran konuşma ile İsrail'in eline postallarını verip kovalıyorsunuz. Sonra size sorarlar o postalı ne zaman vereceksiniz diye. Yıllardır AB kapısında bekçilik ediyoruz. AB ülkeleri burnumuzun dibinde cereyan eden olaylarda bırakın oyun kurdurmayı seyirci bile olmamıza tahammülleri yok iken onlardan destek beklemek ne kadar gerçekçi olur?

Sayın cumhurbaşkanımızın ''bizim AB ye değil AB'nin bize ihtiyacı vardır'' sözünü ne zaman hayata geçireceğiz? 

Eskiden İslam ülkelerine ve Türk Cumhuriyetlerine ağabey olma idealizmimiz vardı şimdi paramparça edilmiş İslam coğrafyasında kimi bir araya getireceksiniz?

 İsrail'in şımarıklığı bu yüzdendir.

1997 de kurulmuş D-8 birliğinin ikamesi için çaba sarf edilmiş olsaydı İsrail'in bu şımarıklığı olamazdı. Eline postalını verip koşa koşa kovalardınız. Vakit geç değil. Sarayın ve Başkomutanın vakarını ortaya çıkartmak siz hükümetin başlıca ödevidir. Yıkılan gönüller, kırılan kalpleri onarmak büyük devletlerin vakarındandır.

 AB ye ayırdığınız zamanı gerçek dostlarımızla birlikte olmak için ayırmalısınız. Tarih birliği, din birliği, kültür birliği, hatta dil birliği içinde olduğumuz kardeşlerimizle ve ezilen dünya halkları ile barışıp helalleşmeliyiz.

''Bunlar pis Arap'',''Çulsuzlar kulübü'' söylemleri eski Türkiye'de kaldı.

Mademki bu gün yeni gün yeni şeyler söylemenin zamanı gelmedi mi?

Son günlerde ülkemizi yönetenlerin fazlaca, milli ve dini jargonları yüksek sesle seslendirdiğine şahit oluyoruz.

Eğer yöneticiler konuşmalarında; hamaset ve dini jargonları, duygu yüklü, heyecanlı ve keskin bir dille tonluyorlarsa orada işler iyi gitmiyor demektir.

BÜYÜK DEVLETLER KONUŞARAK DEĞİL GEREĞİNİ YERİNE GETİREREK HAREKET EDERLER.