Bir pencere, gözlerimde yarı ağlamaklı bir hâl… Gülüşümün ucunda bir sızı… Hayatın yorgun yüzüne karşı gülümseyerek kurduğumuz hayaller bir salıncak gibi gidip gelmekte…

Umut, bir pencereydi. Gecenin karanlığında, yıldızları görebilenlerin gülüşlerine bir gamze konduran… Kirpiklerimin ucunda bir kelebek ağıdı. Sokak lambasının altında uçuşan onlarcasına bakarken, bakışların buğulanması…  Güz gelmiş gözbebeklerime… Bitip tükenmeyen bir hüzün gelip çöreklenmiş yine gönül pervazıma… 

Şimdi ağır aksak ıslak caddelerin uzun uzadıya sürüp giden yollarında ilerliyorum. Caddeden geçen arabaların telaşı… Herkes kendi hengâmesinde… Farların daha da belirginleştirdiği yamacımdaki gölgemin yalnızıyım.

Hüzünlerimden kaçma isteğiyle, kendi dünyamda saklambaç oynamaktayım. Gecenin matemini aydınlatmaya çalışan mum edasındaki yıldızlar… İçimde tuttuğum hayallerimi avuç içlerimden gökyüzüne salıyorum. Yüklendiğimiz tüm hüzünleri heybede taşır gibi… Yüreği tarumar eden, sussan da gözleri konuşturan bir yük…

Anlatamazsın bilirim. Ağlayamazsın da… Bir çocuk gibi annenin dizleri, babanın omzu gerek. Oyuncağım kayboldu, topum patladı, dizim acıyor diyemezsin. Şikâyet edecek kimsen de yoktur zaten. Çocuk gibi hayıflanacak yaşı çoktan geçmişsindir. Küçüklüğü gelip geçirdin hayatından da büyümeyen, hep bir sığınak arayan yüreğine söz geçiremedin değil mi? Ufak bir sözün seniteskin etmesi bile yeterliydi oysa…

Belki de gözden kaçırılan bir ayrıntı, mazi sokaklarından bugüne ışık tutan bir söz vardı. Küllerinden yeniden doğan bir Anka gibi… 

Elimde bir kül küreği… Umudumdan aldığım güç ile savurdum yanmışların arasına… 

O anda DücanaCündioğlu’nun sözü gözlerimin önüne bir perde gibi indi. 

“Bitimsiz bir devinimdirtahayyül. Durdurulmak istenir bu yüzden. Israrla hatta öfkeyle... Bazen aklın kibirli ve tavizsiz kesinliğince, bazen duyuların kaba ve tahammülsüz katılığınca… İnsanın, özgürlüğüne en düşkün yetisidir. Ne tek başına duyuların gerçeklik kıskacıyla denetim altına alınabilir serkeşliği, ne de aklın sertçe önüne diktiği zorunluluk ve kesinlik bariyerleriyle. Kendi yasalarına uymaktan hoşnuttur. Karşısına çıkarılan engellerin gözünü korkuttuğu pek söylenemez. Her defasında kendine kendince yollar bulur ve özü gereği, devinimini sürdürme isteğinden asla vazgeçmez, vazgeçemez. Salt kendi hakikatine müştaktır çünkü.  Sırf kendi hayaline... Zatının gereğini talep eder; sonsuzluğu ve sınırsızlığı.”

Ne de hoş anlatmıştır hayalin inceliklerini…Tahayyül; hiçbir kurala, sınırlamaya esir olamaz. Her duygunun olduğu gibi o da başlı başına bir dünyadır. Hayali destekleyen duygu ise hüzündür. İnsanın yüreği buğulandığı zaman düşler dünyasının kapıları aralanır.  Bir bakıma küllerinden yeniden doğarsın o vakit.

Hüzün bize Peygamber mirasıdır. Efendimizin de buyurduğu üzere; “Ben hüzünler Peygamberiyim ve hüzün benim ayrılmaz arkadaşımdır.”

Bu yatılı hayat, ebedinin içsel duygulanımıdır. Bunun beraberinde damla damla rahmet hâkim olur semaya… Güneşli bir gökyüzünün, üzünç ile karşılaşmasının akabinde hülya gibi bir görüntü ortaya çıkar. Göğü baştanbaşa saran renk cümbüşü bir kuşak…  

Binaenaleyh dertler yağmur olup üzerinize yağmaya başladığında, sakın kaçmayın. Bir çocuk gibi kollarınızı açın ve ıslanın. Bilin ki yağmurdan sonra hep bir umut kuşağı çıkar. 

Güzel bir davete teşekkür mahiyetinde yazılmış bir yazı…Mutluluk ile kalın yazı dostlarım. Selam ve dua ile…