Dünya nereye gidiyor Allah aşkına? Son dönemlerde yaşadığımız olayları çoğu zaman havsalam almıyor.

 Ne oldu sana ey insan! Eskilerin tabiriyle “arpayı fazla mı kaçırdın?”  Ne bu şiddet bu celâl? Dünya bunca geniş iken ırkdaşlarını topraklarından etmeye çalışmak niye? Nasılsa ölmeyecek misin? Yoksa sana ölümsüzlük haberin mi geldi? Dünya yüzeyinde yiyip içmen için emrine verilmiş bunca nimet dururken sırtlanlar gibi masum kanı içmene ne lüzum var? Karınca misali belki de yiyemeyeceğin azıkları biriktirmenin derdindesin. Bir saniye sonrası için yaşayacağına dair delilin yokken dünyanın hepsi sana ait olsa kaç yıl faydalanabileceksin? Bu zulüm niye? 

Bir de neden herkes kulak tıkıyor ve hiçbir şey olmamış, sanki her şey yolundaymış gibi kendi yaşamını sürdürmeye çalışıyor? Bu manzara akıllara şöyle bir tabloyu getiriyor: Mezbahanın önünde sıraya girmiş koyunlar sıra kendilerine hiç gelmeyecekmiş gibi otlamayı ve tepişmeyi sürdürüyorlar. 

Bizim çocukluğumuzda Atatürk yurdumuzu düşmanlardan bir kez temizlemişti. Ve o düşmanlar sınırları şehit kanlarıyla çizilmiş güzide vatanımıza ilelebet göz dikemeyeceklerdi. Biz böyle güven içinde yaşar, hayatımızı şehit ve gazilerin güvenli gölgesinde, tasasız sürdürürdük. Ne oldu da büyü bozuldu? Ne vakittir savaşları, işgalleri ölümleri o kadar kanıksadık; her an her şey olabilir fikrini öylesine benimsedik de tüm bunlara rağmen düzenimizin bozulmasından ödümüz koptuğundan mı nedir at gözlüğümüzü gözümüze geçirip alıştığımız hayatı sürdürmenin derdine düştük. 

Galiba gerçekten de biz büyüdük ve kirlendi dünya!

Küçük Prens'i duymayanınız yoktur. Hani şu kendinden biraz büyük gezegeninde tek gülüyle birlikte yaşayan sarı saçlı çocuk; işte o çocuğun yaşadığı gezegene taşınmayı ister oldum kaç vakittir. Onunla beraber oturup her gün defalarca güneşin batışını seyretmeyi -ki bunun için iskemlesinin yerini birazcık değiştirmesi yetiyor- güle su vermeyi ve baobap kökleriyle mücadele etmeyi! Bir düşünsenize koskoca dünyada tek sorununuz birkaç ayrık otundan ibaret; oh mis! Dünyanın artık yaşanası bir yer olmadığını yalnızca ben düşünmüyorumdur herhalde. Özellikle canım vatanım modern bir ülke gibi değil de bir Ortadoğu ülkesi gibi görünmeye başlamışken. Hey hat!

Her neyse daha da derinlere inerek içinizi karartmadan sizlere Küçük Prens kitabından seçtiğim birkaç cümle ile veda etmek istiyorum. 

!Küçük Prens bir taşın üstüne oturup göğe baktı. ”Düşünüyorum da acaba yıldızlar, herkes bir gün kendininkini bulsun diye mi böyle parlıyor?”

“Sabah kalkıp elinizi yüzünüzü yıkadıktan sonra aynı özeni gezegeniniz için de göstermelisiniz. Küçükken gülfidanlarına benzeyen baobapları her sabah gözlemleyip güllerden ayırt edilecek duruma geldiklerinde yolacaksınız. Tamam, sıkıcı bir iş ama zor değil.”

“İnsanların bir şey tanımaya vakti yok artık. Her şeyi dükkânlardan hazır alıyorlar. Arkadaş satan dükkân olmadığı için de arkadaş edinemiyorlar.”

“Aslolan gözle görülmez. İnsan ancak yüreğiyle baktığında görür.”  İyi hafta sonları!