Çocukça düşünmek için çocuk olmak gerekmiyor. Çocukça düşünmek; riyadan, entrikadan arınmakla olur elbet. Dünyanın neresinde olursanız olun, rengi, dili, dini ve yaşantı biçimi ne olursa olsun ebeveyni tarafında kendisine yanlış bilgi empoze edilmeyen çocuk, her haliyle dünya da hayatın idamesi için gerekli bir su gibidir. Zira su, yeryüzünün her yerinde küçük ayrıntıları bir tarafa bırakırsak aynı su dur. ‘Su’ nasıl hayat kaynağıysa asılda çocukta hayat kaynağıdır. Neslin idamesi için elzem ve ecberdir.

           Çocuk riyasızdır. Çocuk yağmur. Çocuk, henüz insanların kullanmış oldukları sahte ve yapmacık yakıtlardan maada ateşlerin yandığı yerlerde donmuş yürekleri ısıtan ama yakmayan en güzel hayat iksiridir. Doğayı ve geleceği nasıl çizmişse insan, derin kesitlerle kendi neslini de çizmiştir aslında. Bilerek yada bilmeyerek. Çocuk kavgacı değildir. Çocuk karnı doyduktan sonra arta kalanları sinsi hislerle kilerlere kapatan madrabaz hiç değil.  Ekmek yediği eli ısıran hiçbir canlı yoktur dünyada. Yaratanına baş kaldıran hiçbir asi bulunmamıştır henüz. En yırtıcı canlı bile kendisiyle iyi geçinildiğinde zararsız ve uyumludur. İnsan yaratılışının sırrını çözme girişimlinden, yani evindeki bulgurun kıymetini öğrenmeden başkasının pirincini zulalama girişimine girdiği andan bu yana, hem kendini hem de kendinden sonra gelecek olan nesilleri ipotek altına alınmıştır.

İnsanın hırsını yenmesi gerekiyor. Başkalarının varlığından endişe duyan insan, ne zaman kendisinin varlığı da karışışındakinin varlığına eş değer olduğunu anlarsa o zaman yaratılışın sırrını çözecektir. Yaratılışının sırrını çözen insanda “yaratanı severim yaratandan ötürü” düsturunu kendisine ilke edinecektir.

          İnsanın dışındaki diğer canlılar, ihtiyaç kesp etmeyen hiçbir şeye ulaşmak için uğraş vermezler. Belki bu insanla diğer canlılar arasındaki yaratılış dengesinin bir sonucudur ama insan olmanın da kendine has bir ayrıcalığı var elbet. İnsanda sorumluluk, hem beşeri hem de semavi yasalarda bazı kurallara bağlıdır. Bunların başında ‘Akil ve baliğ’ olma koşulu gelmektedir. Bu kural, insanının sorumluk üstlenebilmesi için; İyiyle kötüyü ayırt edebilecek yaşta, yaş olgunluğunda, birde kendini dereye atmayacak kadar akıllı olmasını gerektirir. Sonuç itibariyle hiçbir yasa belli yaş gurubunun altındaki insanlarla, akli dengesi yerinde olmayan insanları yapmış olduklarından dolayı cezalandırmaz.

            İnsanın dışındaki canlılar tüketimden çok üretim için uğraşırlar. Bir elma ağacının neslini devam ettirebilmesi sadece bir adet elma vermesi yeterlidir. Oysa o bir bolluk abidesidir. O bunu niçin neden yaptığının farkında bile değildir. Çünkü öyle emredilmiştir. Meyvelerinden hayvanlar insanlar hatta içinde yeşerdiği toprak bile istifade eder. Dünyadaki diğer canlılarda öyledir. Karavanaya atan ama isabetli atışlar sonunda erişilmez menzile erişme kapasitesi olan tek canlı insandır. Çalışarak yükselen, yatarak, yaratılmışların en alt seviyesine inen, mizan köprüsünün üstündeki İnsan…

            İnsan gelgitledir için yaratılmıştır. Durağan, hareketsiz değildir. Hele başıboş hiç değil. Bu olgu insanın başını hangi keskin taşa vuracağının bilinciyle hayatını geçirmesine hemen karar vermesini gerektirir. Yolun sonu-inanalar için başı- aslında son değil bir başlangıçtır. Hatta yolun başı, başın başıdır. Böyle olunca insanın neden yaratılmışların en şereflisi olduğu yaftası daha rahat yer kanır kendine yaratılmışlar âleminde. Değilse insana yeryüzüne basar basmaz verilen mertebe ve ceza onunu için hürriyetten öte prangalı esarettir. 

           Şehvet ve rahmet ne kadar bir birinden uzak ise o kadar yararlı aynı zamanda bir o kadar Zararlı dır. Şehvet izin verilenin dışında kullanıldığı zaman yakıcılığı yüksek ateş kıvamında olduğu zaman kışın en keskin soğuğunda kuş tüyünden yorgandır. Rahmet ise ev kavurucu ateşin ortasında her zaman bir ilkbahar meltemidir. Zaman zaman Şehvetten en vazgeçerek yaşansa da, rahmet olmazsa olmazdır. Hal böyleyken bu gerçeği anlamaktan hep uzak durmuştur insan. Hep kaçak oynamış kalleş oynamıştır. Bir birinin ayağını kaydırmada, dalaverede, dağdakiler kadar asil davranmamıştır. Bazı yazılı kâğıtlar üzerinde öyle olmadığını gösterse de birkaç aklı ermez zevata.

            Hz. Âdem’in oğullarıyla başlayan insanlığın kavgasında tek temel unsur vardır. ŞEHVET- açlık- mala, şana, şöhrete ve cinselliğe. İnsanın yapıp da yıkmasını bilemediği tek putu vardır aslında, o da yenemediği şehvetidir. Yapmasını nasıl akıl ettiyse bir de yıkmasını akıl edebilse zavallı, o zaman selamete erecektir. İşte o zaman 'âkil ama bâliğ' olmadığı şatafatlı günlerine dönecektir yeniden.

           İnsan, şehvetinin uğruna bu gün dünyanın birçok yerinde milyonlarca hemcinsini acımadan hunharca katletmektedir. Dün 1. dünya savaşında söylenen rakamlara göre 8,5 milyon insan hayatını kaybederken 21 milyon insan yaralanmıştır. Bugün içinde bulunduğuz noktada insanlığın vahşeti daha da derindir. Bir yanda ekmeğin fiyatını dahi bilmeyen, yediğini çıkarmak için yeryüzün de fellik fellik çare arayan yüzlerce obez, diğer tarafta daha dünyaya gözlerini açar açmaz aramızdan ayrılan binlerce insan nesli.

           Resmi kaynaklar, 6,5 milyona ulaşan dünya nüfusunun yaklaşık 11 milyonunun her yıl açlık ve yetersiz beslenmeden öldüğünü belirtiyorlar. Yine resmi kaynaklara göre her 2,5- 3 saniye de bir insan açlık veya yetersiz beslenmeden ölüyor. Bu rakam 4 yıl devam eden 1 Dünya devletlerinin bir birlerini yeryüzünden silmek için tüm güçleriyle seferber oldukları bir ölüm kalım savaşında yitirilen insanların sayısında daha fazladır. Oysa tüm insanların emrine amade edilen ‘Yeryüzü’nde adil ve hakkânî bir paylaşım olsa; -her insan rızkıyla yaratılmıştır- ilkesi doğrultusunda, açlıktan söz etmemiz mümkün olmadığı gibi yaratılmışların en şereflisi olan İnsan, yaratılış sırrı doğrultusunda ‘asil’ saflığını ve berraklığını muhafaza edecektir. 

            Tüm bu gerçekleri bertaraf eden insan, yetmişinde, eline verilen değnekle saklanmaya başlayan sobe kaçkını çocuk gibidir. Kendini ebe yapan sobeci, elinde değneklerle kaçmaya çalışan diğer oyuncuları sobeleyecektir. Oyunculardan birinin gözleri bir mendille bağlanarak oynanır. Gözleri bağlanan kişi diğer kişiler tarafından oluşturulan dairenin içine alınır ve aşağıda belerttiğiz nakarat tekrar edilerek ebenin etrafında dönülür. Ebe gözlerini açmadan etrafında dönenen kişilerin ellerinden, yüzünden veya her hangi bir yerinden dokunduğu kişinin kim olduğunu tanımaya çalışır.

           Oyun, kuralına göre 12+1 olarak oynanması gerekirken, bu kural değiştirilmiş 4+1 olarak oynamaya başlanmıştır. Yeni oyunun üyeleri değişmez oyunculardır. Çoğunlukla ebeyi kendi aralarından seçerler. Her ne kadar ebeyi kendi aralarından seçseler de arada bir- birleriyle oynamaktan sıkıldıkları için sırf fantezi, macera olsun diye- oyunun dışından da ebe seçerler. Bu ‘ebe’ kendilerinden olmayan zenci bir ebedir. Küçük bir değişikle, bu ebenin gözlerinin sonradan mendille bağlanmasına da gerek görülmez. Çünkü o, doğuştan kör olan bir ebedir. Yeni oyunun kuralı böyle konulmuştur. Ebe, eskiden olduğu gibi etrafında dönenleri eliyle çeşitli yerlerine dokunmakla tanıyamayacaktır. Onunun hafızasında etrafındaki hiçbir oyuncunun eşkâli kayıtlı değildir. Oyunun dışında kalanlar ise daimi seyircilerdir… 

           Günün birinde bizden de ‘ebe’ seçilir ümidiyle ısrarla ve hevesle; yağmur çamur, kış yaz, sene- yüzyıl, her ne ise yorulmadan bıkmadan beklemektedirler…

     Haydi! Beraber oynayalım: 

     Türkü söyler döneriz 

     Bil bakalım biz kimiz 

     Elindeki değnekle 

     Göster bizi körebe