Türkiye’de vahşice işlenen cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor. Özelikle Hz. Mevlana’nın şehri olan Konya’da son zamanlarda yaşanan olaylar insanın tüylerini ürpertiyor. Peki, neden bu hale geldik? Bu soruyu kendimize bir soralım! 

Medya, her geçen gün “Bir insan daha cinayete kurban gitti” diyor ve biz, bu kan dondurucu olayları duymuyoruz sanki… Sadece sıradan bir haber şeridini daha geride bırakıyoruz. Elbette aklın kabul edebileceği bir durum değil, yaşananlar. Fakat neden? Veya ‘niçin oldu bütün bunlar’ sorularını cevapsız bırakıyoruz. Her şeyden önce, Batılılaşma hezeyanımızın bilançosunu görüyoruz. Onlar gibi, özgür olmalıydık… Evet, bu iyi bir şey değil miydi? Şüphesiz… Dahası gelecekti ve geldi…Uydu birçok bakımdan; ancak bu özgürlüğün, namus belasıyla başı hiç hoş olmadı. Çünkü bizim toplumumuzda, ilericisinden gericisine; sağından soluna varıncaya kadar çoğu kesim “namus” olgusunu önemser. Bireysel olarak “bu kurallar beni bağlamaz” diyebiliriz; ancak toplum varlığı olmaya devam edeceksek, bu itirazımız havada kalacaktır. Bizim kültürel dokumuzda, toplumun damgası, âdeta adaletin mührüyle yarışır durumdadır.

Mesela, kendisini aldattığı gerekçesiyle başı taşlara vurularak öldürülen kadının durumunu, hangi namus sever izah edebilir? Bunun açık ifadesi şudur: “Sen benim gibi bir erkeği! Nasıl olur da aldatırsın” Çünkü kültür, erkekliğin şanına yakışan ve yakışmayan kıstasları koymuştur. Bu kuralların dışına çıkamayanlar, kısacası onun içinde cebelleşenler de, üzerlerine düşen vazifeyi icra etmeye mecburdurlar. Namusunu temizleyen, katil de olsa, toplum tarafından ona, başköşe gösterilip, arkasından “helal olsun” denecektir.

Doğrusu toplumun mantık dışı normlarını aşmanın yegâne yolu, eğitim düzeyimizi sahiden iyileştirmektir. Ancak bu eğitimin bir ucu hayata dokunarak gerçekleşmeli.

Aynı durum, kan davası için de geçerli değil midir? Hiç suçu olmayan kişiler, kanı yerde koymamak için, öldürmeye devam edecek ve sonuçta “bittim ben” diyerek karanlığa lanet okuyacaktır. Şimdi namus, vicdan veya ahlak bunların neresinde? İnsanlıktan söz edebilir miyiz? Eğer insanlıktan çıktıysak, neyin namusudur peşine düştüğümüz? Bizi karanlıklarda bırakan törenin gözü kördür: Âdeta sürüye giren bir canavara ya da çakala benzemektedir, bu gözü dönmüş kindarlık. Öyle ya, sürüye giren çakal da, karnını doyurmak için değil, âdeta öldürebildiği kadar öldürme hırsına gark olmuştur… İşte töre cinayetleri, namus temizleme operasyonları da böyle değil mi?

Namussuzluk etiketiyle dışladığımız ve çıkmaza sürüklenen kadınlardan hepimiz sorumluyuz. Yargılamayı çok iyi yapıyoruz… Öyle görüyor ki, toplum olarak, bizim bu kör dövüşünden kurtulmaya; bir tür duygu ve kin boşalmasına ihtiyacımız var…

Yoğun baskılar altında ezilen mazlum insanların kendilerini bir an için kaybedip etraflarını kana bulamaları mı ya da anlık, sebepsiz öfke nöbetleri mi? Bir kere cinnetin kendini ortaya koyuş tarzı kültürel ve öğrenilen bir şey. Örneğin ülkemizde cinnet geçirenler hemen her zaman aileden ya da yakın ilişki içerisinde olduklarına zarar verirken İskandinav ülkelerinde ve ABD'de hedef genellikle yabancılardır. Cinnet farklı klinik durumların sonucu ortaya çıkabilen bir tablo. Biran önce bu tür olayların son bulmasını diliyorum ki bu da bizim elimizde olan bir şey zaten…

Yıllar önce bir kitapta okuduğum cümle şuydu; “İnsanın kullandığı ilk alet başka bir insandır.”

Sağlık, başarı, huzur ve mutluluk daima yanınızda olsun… Selam ve dua ile kalın.