Memleketim günlerdir yasta. Geçtiğimiz günlerde Soma'da bir madende çıkan yangın sonucu şu ana kadar (cuma günü) 284 kişi hayatını kaybetti. Hala içeride olanlar olabileceği düşünülüyor. Memleketimizin başı sağ olsun tekrar, arda kalanlara da Allah'tan sabır ve metanet diliyorum.

Soma faciasında enteresan şeyler izliyoruz medyada. Özellikle sosyal medyada hızlı bir haber akışı var. Ancak olayın insanlık bilinci ve yürekleri dağlamasından farklı yollara çekilmesine de şahit oluyoruz. Ne yapacaksanız yapın ancak, memleketin yas ilan ettiği şu dönemde değil. Şu an tek önemli olan bu insanlar, hâlâ madenin içinde kurtarılmayı bekleyen var mı? Ellerinizi çabuk tutun yetkililer. Çünkü her geçen dakika oradaki insanlar için umudun eridiği dakikalardır.

Tüm sosyal ve ekonomik düzenlemelerde en yüksek değer insandır; toplumun amacı insanın bütün gelişimini, yaratıcılığını olanaklı kılabilecek koşulları sağlamaktır. Tüm sosyal düzenlemeler yabancılaşmanın, çarpıklığın üstesinden gelebilmek ve insanın gerçek özgürlüğü, bireyselliği kazanabilmesini mümkün kılmak üzere etkinleştirilmelidir.

Yine medyada yaralı vaziyette, madende 11 (on bir) saat kaldıktan sonra kurtarılan bir işçi kardeşimiz haberi medyaya yansıdı. Ambulansa alınmış, uzan deniyor, ilk müdahale yapılacak belli ki. O işçi kardeşimiz diyor ki; “çizmeleri mi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin !.”

Soma'da olanlara içimizin kan ağlamasının yanında, bu işçi vatan evladının bu tavrı bu memlekete ders verir nihayettedir ve içlerimizi daha da bir burkar bu tutum.

Bu yazıyı okuyanlardan şunu istiyorum. Şimdi düşünün, tezahür etmeye çalışın Soma'yı. O madende siz vardınız. 11 (on bir) saat sonra kurtarıldınız. Ölümden kıl payı kurtulmuşsunuz. Ambulansa alındığınızda acaba “çizmelerimi çıkartayım mı? Sedye kirlenmesin” der miydiniz?

Bu sorunun cevabını vicdanlarınıza bırakıyorum.

Komşusu aç iken tok yatanın bizden olmayacağı bir değerler ve inançlar silsilesinden, komşusundan bihaber olan, açlıktan midesi yapışmış birini gördüğünde, öğle yemeğinden yeni çıkmış karnı tok olan vatandaşım, diyemiyor ki “al kardeşim şu parayı sende doyur karnını”, çok olmasın yetecek kadar olsun vereceğin. Ama yüreklerimiz, katılaşmış, hassasiyetlerimizi, bizi biz yapan temel değerleri kaybetmişiz. Bunu diyemiyor benim vatandaşım. Ego hat safhada! Hep “BEN” diyor. Bu nedenle bu yapıdaki insanların, aynı durumda çizmelerimi çıkartayım, sedye kirlenmesin demesini beklemek de komik olur.

Herkes kendisine bir sorsun, vicdanlarına bir sorsun. Bu işçi vatandaşımız ve bunlar gibi onlarcası, neden bu psikolojide, nasıl oluyor da kapitalistleşen dünyada, “BİZ” düşüncesinin yerini “BEN” alan bu dünyada bu kardeşimiz bunu söyleyebiliyor.

Burada ki, bu işçi kardeşimizin gösterdiği erdemi fark edebilmek lazım elbet.

 Bakınız, kapitalistleşen ve sınıfsal ayrımların ince bir çizgiyle belirlendiği günümüzde, bireyin ait olma hissi ya da ihtiyacı diyelim, başlangıçta insanın hayatta kalma mücadelesinin bir sonucu olarak insanlığın tarih öncesine kadar uzanır. Fakat toplumsal artık ürünün ortaya çıkışı ile birlikte de başkalaşır. Bu süreç, yani toplumsal artık ürünün ortaya çıkışından sonraki süreç, insanlığın çıkarlar üzerinden egemen anlamda sınıflara bölündüğü, toplumsal geleneklerin ve sosyolojik aidiyetlerin bu sınıf çıkarlarına göre oluşup şekillenerek o günden bugüne değin süregeldiği ve içinde bir dolu ezme ve ezilme ilişkisini barındırdığı 'karmaşık” bir süreçtir. 

Bireyin toplumsallaşmasında rol oynayan kurumlar aynı zamanda onun kişiliğinin de şekillenmesinde etkilidir. Çünkü, bireyler dünyaya geldiklerinde beraberlerinde bir kişilik getirmemişlerdir. Bireylerin kişiliği, toplumun gerek kollektif vicdanından, gerekse mesleği ve ihtisası dolayısıyla bağlı olduğu örflerinden meydana gelir. Buna göre, bireylerin kişiliği, sosyal kişiliğin yansımasından başka bir şey değildir.

Bu genç işçi kardeşimiz, bulunduğu sosyal yapıda, sahip olduğu kültürel değerlerde, kendisini ait hissettiği vatandaşlık bilincinde hangi noktada acaba?

Ölümden kıl payı kurtulduğu bir anda, yani yaşama tutunduğu bir anda, büyük ihtimalle bir kriz yaşıyor. Psikolojik olarak normal değil, eee kolay da değil. Bu kriz anında bile bir insanlık dersi veriyor, bir şeref abidesi oluyor. Her gün ölümü düşünerek yaşamanın sonucu olarak, o anki yaşadığı anı normalleştiriyor ve sedyenin kirini düşünüyor. 

En önemli şeyin insan olduğunu, insan sağlığı olduğunu, alınan nefesin önemli olduğunu bu ülkenin insanlarının unutmaması gerekir.

Pekala yüreğimi dağlayan güzel kardeşim benim sana sözümde şu olsun.

KİRLENSİN BE GÜZEL KARDEŞİM, SENİN CANINDAN ÖNEMLİ DEĞİL.