Adetler vardır dünden kalan yarına da kalabilecek. Adetler vardır sinden kalan yarın kalsalar da alay konusu olacaklar. İnsanlar vardır, kendileri değeri maddeyle ölçülemediği halde toplumun içinde farkında olunmadan yaşayan. İnsanlar vardır anam babam tabiriyle beş para etmezken kendini nimetten sayan. Bu tür insanlar çıbanbaşıdırlar, ya kendileri suyun başında olacak dilediklerine su verecekler ya da tüm insanları susuz koyacaklardır.

İnsan; toplumun farklı kesimlerine, geçirmiş olduğu yaş evrelerine, eğitim seyrine bir lahza bakma zahmetine katlanırsa neyin eğri, neyin doğru olduğunu kavrayacaktır. Tabii bu söylediğim, doğruyla eğriyi anlamak isteyen, gerçek hedefe varmak isteyenler içindir. Maksat bağcıyı dövmekse hiçbir zaman beklenen hedefe varılmayacaktır. Bu gerçeği bir misalle anlatarak sizlerin hafsalasını meşgul etmek istemiyorum ama ülkenin bir zamanlar en üst kademesinde hukukçu olan bir zatın demokrasi anlayışını açıklarken ağzından kaçırıverdiği bu tihniyette olanların ne yapmaya çalıştığını apaçık ortaya koymuştur.

Ne demişti güzel ülkenin sözde hukukçusu, düşünce adamı olan zat: “Demokrasi, demokrasi ama bizim anladığımız anlamda demokrasi” herkesin istediği ya da her kesime ve şahsa eşit haklar sağlayan bir demokrasi değil. Gazetecilik yaptığım yıllarda bu tarife benzer güzel bir demokrasi tarifi de çok sevdiğim yayın yönetmeninden gelmişti. O da şöyle diyordu: “Ben çok demokrat bir adamım, herkes her istediğini söyleyebilir ama sonunda benim söylediğim olur.” Bu söze, bu demokratiklik değil faşistliktir yorumunu yapmamız üzerine verdiği cevap ise: "Faşizmde kimse bir şey söyleyemez yalnız liderin dediği olur.” yanıtıydı.

Eh ne diyelim, bizde aydın, düşünür, mum gibi değildir etrafını aydınlatsın, zehirli ok gibidir rakibe fırlatılsın. Bunlar biberon almış çocuk gibidirler. Bunlar zar zor elde ettiği oyuncak arabasının kırılmasına yas tutan mızmız çocuklar gibidirler. Bunlar kendilerinde onlarca arabanın olmasına rağmen hayatında bir kez bir oyuncak arabaya sahip olan çocuğun içten ağlaması kadar duyarlı ve samimi ağlamasını da bilmezler. Bunlar uzaktan göze hitap eden bir çiçek, okkalarla boyayla taş bebek gibi gösterilmeye çalışılan şehir hatunları gibidirler.

Onların her şeyi yapaydır. Gülüşleri, üzülüşleri, beceriksiz ve basiretsiz oluşlarından kaynaklanan zor şartlarda sergiledikleri masumiyetleri… Onlar Yaradan’a inkâr babında görülmesin ama yapay insandırlar. Yatay insanlardır ve kaypak insanlardır. Bunlarla bizim tek bağlantımız zorunlu olarak yan yana düşmüş iki koltuktaki insanların seyahate mecbur edilmesinden öte bir şey değildir. Onlar sanırlar ki koltukların her ikisi de kendilerinin, biz birini ellerinden alarak yerlerini daraltmışız… Onlar sanırlar ki otobüs onların, yol onların, tüm yolcular onlara hizmet etmek için buradalar ama yolcular bunun bilincinde değillerdir. Oysa onlarla bizim aramızdaki, anladıklarının tam tersine efendi köle meselesi gibidir. Çark zorlanarak zorbalar tarafından tersine çevrilmiş, şimdi o çarkın asıl sahiplerinin çarkı normal seyrinde döndürmesine mani olarak sözüm ona ülkeyi kurtaracaklardır. Sahi kimden kurtaracaklar? Kendisine layık olduğundan fazla önem vermeyen efendilerinden: Sahi kim efendi kim köle!? Tabi bu çağda ne efendisi ne kölesi diyeceksiniz…

Kölelik ve efendilik döneminin bittiğini sananlar yanılıyorlar. Şimdiki köleliğin yanında eski kölelik hürriyetin ta kendisidir. Biraz insanlık onuru olan her insan köle de olsa yaşama hakkının alınamayacağını bilirdi en azından… Şimdiki sahte efendiler dünkülerin elindeki fırsatları yakalasalar Allah’ın tüm canlılara bahşettiği oksijen ve karbondioksit gazı dolaşımını dahi tekel altına alırlar ve istemedikleri canlının bundan istifade etmesine mani olurlardı. Ah köle ruhlu efendiler ah! Yine eskilerin tabirlerini zikretmeden duramayacağım: “Eşeğe eyer vurunca at olur mu?” ya da “Katranı kaynatsan olur mu şeker?" Ben asaletin soydan, soptan, kandan, tenden geldiğine inananlardan değilim. Benim inancıma göre asalet, doğuştan Allah’ın istediği kuluna bahşettiği bir meziyettir. Ondandır ki büyükler: “Âlimden zalim, zalimden âlim dünyaya gelir." demişlerdir. Bir başka veciz söz de: “Atalarıyla övünenler, babaları ve dedelerinin yedikleriyle karınlarının doyacaklarını, giydikleriyle elbiselerinin olacaklarını sanırlar."

Toplumda meydana gelen huzursuzluğun tek nedeni kendi yerinin nerde olduğunu bilmeyen insanların yanlış yerde olmalarını devam ettirme çabalarından kaynaklanmaktadır. Başka bir tabirle asalakların çıkarlarının ellerinden gitmesinden duyduğu endişenin sancılarıdır. Oysa insana insani değer, toplumun kahır çoğunluğunun hizmetine amade olmakla verilir. Bir avuç insan, şunu anlamalılar artık: “Allah inkârcılara yaşama hakkı vermiş, zalimlere vermemiştir.“ Oyuncular meslekleri gereği bazen bir ulu lider bazen de toplumun en tanınmaz kişiliğini temsil ederler. O, bu temsilde ne her zaman toplumun lideri olma evhamına kapılmalı ne de toplumda dürüst ve saygı değer bir insan olmasına rağmen tanınmayan kahraman olma kompleksine girmelidir. İnsanı insan yapan, saygın yapan tek değer insanlığa yaptığı hizmetle bağlantılıdır. Çünkü halka hizmet hakka hizmettir. Çünkü, yaradandan ötürü yaradılanı sevme zorunluluğu vardır. Her insan kendince bir dünya, her insan kendince bir uhradır. Kalıcı olmak hizmetle, geçici olmak ta zulmetle orantılıdır.

Yıllarca insanlığı ellerinde bir oyuncak sananlar, oyuncak olmadıklarını anlayınca telaşa kapıldılar. Mal sahibinin mülküne sahip çıkmasıyla telaşa kapılanlar, emanetçi, ne hikmetse emanetçi olduğunu unutmuş mal sahibinin müzmin hastalığından bir türlü iyileşemeyeceği yanılgısına kapılmışlardır. Esas mülkün sahibi, ona o mülkü kullanması için veren yegâne haliktir. O emanetçilerini elbette bir gün değiştirecektir. Yeter ki emanete sahip çıkacak şahsiyetler asıl vazifesinin ne olduğu bilincine ulaşsınlar… Gece eninde sonunda bitecek, şafak sökecek, gaflet uykusunda olan emanetçi emanetine sahip çıkacaktır.

Günlerdir ülkenin farklı kesimlerinde sudan bahanelerle olaylar çıkaranların asıl maksadı, dost kavgası değil post kavgasıdır. Ha bir de memleketi yıllarca çarçur ettiklerini, insanları nasıl varlık içinde yokluğa sürüklediklerinin bilinmesinden rahatsızlardır. Kölelerin efendi, efendilerin köle olması gerektiği gerçeğini bir türlü kabul edemeyen sahte kahramanlar, şapkalarının düşüp kellerinin görünmesinden korkuyorlar. Bilinçsizce yüzlerce hektar alanı yakan, talan eden sahte kahramanlar dört ağaç için cansiperhane verdikleri mücadele ile sözüm ona insanlığa hizmet yaptıklarını sanıyorlar. Oysa o ağaçlar için yapılan eylemle canların yok olduğunun, evlerin, ocakların söndüğünün farkında bile değiller. Onlar şunu bilmiyorlar tabi: kâinatta ne varsa insanlığa hizmet etmek için yaratılmıştır. İnsan yoksa hiçbir şeyin ehemmiyeti yoktur.

Yıllar önce İstanbul Kadıköy kaldırımında yürürken, sırtüstü boylu boyunca uzanmış ağzından köpükler gelen kırk elli yaşlarında bir adam yatıyordu. Oradan geçenler bir iki dakika yatan adamın yanında durduktan sonra yollarına devam ediyorlardı. Şimdi sormak lazım, sahi o adamdan haberi olan var mı? Köşe başında yaralı bir köpeği bulduğu ve onu tedavi ettirdiği için televizyon ekranlarında Çanakkale savaşını kazanmış kahraman edasıyla boy gösterenler hangi insanı kurtardıkları için ekrana çıkıp boy gösterdiler!?..

Süslenmek için insanlığın ilk günden beri çeşitli otlar bulunmuş, onlardan renkler, desenler elde etmiştir. Özellikle fıtratı icabı kadınlarımızın ilgisini çeken süs ve boya farklı zamanlarda, farklı bölgelerde kullanılmıştır. Hatta, şatafat, gösteriş insanların esas yaratılış gayesinden adım adım uzaklaşmasıyla o kadar ileri gitmiş ki karşı hemcinsleri de etkisi altına almış, onlar da bu gösterişe ucundan bucağından katılmaya başlamışlardır.

Kapitalist toplumda insanın toplum içindeki değeri günden güne görüntüsüne endekslenmiştir. Onun içindir ki: “dost başa bakar düşman ayağa.“ atasözü ortaya çıkmıştır. Sevinç ve kederlerimizi, giyim kuşamlarımızla belli etme alışkanlıkları farkında olmadan toplumun belleğine yerleşmiştir. İşte tüm bu ahval ve şerait içinde Arap çöllerinden günümüze kadar gelen süslenme alışkanlıkları arasında biri var ki, zamana ve zemine göre hem iyi hem de kötü olarak kullanılmaya başlanılmıştır.

 Gelinlerimiz ve kadınlarımızın mutlu günlerinde olmazsa olmazları arasına giren görüntü, erkeklerimizi de arasına almıştır. Bu süs göstermek için en bariz yerimiz olan ellerimizde kendine yer bulurken farklı zamanlarda farklı yerlerde de kullanıldığı efsanesi söylene gelmiştir. Bizim mutlu günümüz, biz ellerimize yakacağız... Hüzünlü olanlar ise muhayyerdir. İşte aramızda, yakmak isteyenler için bir pataz KINA…