Uzun zamandır yazmayı düşündüğüm bir konuyu bugün sizlerle paylaşmak istiyorum.

Konunun uzmanı değilim ama piyasanın da içinde bulunduğum için bu konuda sizlerinde görüşlerinizi almak istiyorum.

Rahmetli Sayın Prof. Dr. NECMEDDİN ERBAKAN hocam Refah Partisi Genel Başkanı idi.1995 m.v seçimlerine giderken bir basın toplantısında gazeteciler şöyle bir soru yönelttiler.

''Partiniz ve siz iktidara gelirse, önümüz de iki büyük sorun var.1;enflasyon 2;iç borç bu ikisi ile nasıl mücadele edeceksiniz ''

''Evvela memur,işçi,emekli ve çiftçinin gelir seviyesini yükselteceğiz.eline para geçen bu vatandaş parayı ne yapacak, ihtiyaçları için harcayacak yani esnafa gidecek,esnaf toptancıya,toptancı fabrikaya..yani para reel ekonomide dolaşacak.iç borca gelince para basacağız..''dedi

Aman Yarabbim hocam bunu söyledi ardından ülkede kızılca kıyamet koptu.yok efendim karşılıksız para basmak enflasyonu tetiklermiş,ülke batarmış falan filan..

Ülkenin kelli felli ekonomistleri tv kanallarında ekranlardan dışarı taşarak hocaya yüklenmeye başladılar.halbuki hocam çok doğru bir şey söylemişti.1991 krizinde dönemin ekonomi etiketli başbakanı sayın Tansu Çiller para basmayarak borçlanmaya gitmiş yani borcu borçla kapatma yolunu tercih etmiş ancak yüzde 250 faiz ile para bulabilmişti bunu bileşik faizi ise yüzde 450'yi buluyordu.ve vadesi yanılmıyorsam 4 ila 8 ay gibi kısa borçlanmaydı... Ve ülke bir anda tepe takla gelmişti. Halbuki para basmayı tercih etmiş olsaydı enflasyon yüzde yüz olurdu o kadar.

ABD VE İSRAİL'in dolar bastığını bilmeyen yok sanırım. Geçtiğimiz yıl ABD deki kriz yüzünden devleti bir hafta tatil etmişlerdi. 500 milyar dolara ihtiyaç duyan obama yönetimi bir hafta içinde bu parayı nasıl buldu dersiniz?

ABD, İngiltere gibi ülkelerin ekonomilerine baktığımız zaman öyle a-z ye her şeyi ürettiğini görmüyoruz. Hele İngiltere'nin petrol ve doğalgaz da dışa bağımlılığını düşünürsek nasıl süper güç olduğunu merak etmemek elde değil.

Adamların en büyük ihraç ürünü elli sente bastıkları 100 doları, çiftçimizin işçimizin alın teri olan 220 TL. karşılığında bizim gibi ülkelere satmaktadırlar. E büyük gelir kaynağı bu! Finans, sigorta, medya! dünya üzerindeki etkinliği bu.

 Ancak en çok tuhafıma giden de ülkenin Merkez Bankası'nın ya da dünyaca bilinen adıyla Federal Reserve Bank'ın özel sektöre ait olduğunu öğrenmekti. 

 

Yani devletin piyasaya süreceği parayı, özel şirketlerin sahip olduğu merkez bankası basıyor ve devlete satarak para kazanıyordu. Bir anlamda devletin kendi parası üzerinde kontrolü ve etkisi yoktu. Bugün dünya genelinde İngiltere, Almanya, Fransa, Japonya, Avustralya gibi merkez bankaları 15-16 finans kartelinin kontrolünde. Bank of America, HSBC, JP Morgan Chase, Kanada Royal Bank, UBS, Deutche Bank gibi özel kurumlar, herkes tarafından devlet kontrolünde bulunduğu zannedilen merkez bankalarının sahibi kurumlar.  

Düne kadar karşılıksız para basmıyorlardı. Yani karşılığında altın tutuyorlardı. Şimdi ondanda vaz geçtiler. Neye göre basıyor kimse bilmiyor. Arz talep meselesi, dünya dolara bağımlı olmuş durumunda. Geçtiğimiz yıl hükümet ilk defa İRAN'la doların etrafını dolanmadan ticaret yaptı.Vay sen misin onu yapan hemen içerideki işbirlikçileri vasıtasıyla 17 aralık operasyonu marifetiyle h müdahale ettiler.

Yani siz bu baronlara danışmadan paranızı Konya'dan Cidde'ye gönderemiyorsunuz.

FED faizi indirdi yükseltti diye yüreğimiz tıp tıp atıyor. Ülkenizde yaptığınız onca köprülerin yolların hava limanlarının, kongre merkezlerinin parkları lalelerle donatmanızın, doların karşısında TL'yi dik tutmaya yetmediğini görüyoruz. Krizi adamlar yaşıyor biz burada felç oluyoruz.

Peki bunun çaresi var mı?

Sanırım önce devlet harcamalarına disiplin getirmekle başlamak geliyor. Her yere kongre merkezi, kadın lokalleri, yüzme havuzları, biri varken ikinci stadyum yapmak, yolları ithal pahalı ağaçlarla donatmak, her yere park yapmakla olmuyor. Bunlar olmamalımı elbette olmalı ama önce doların karşısında bağımsızlığımızı ilan edip, merkez bankamıza tam sahip olduktan sonra!.

Yavuz Sultan Selim Han tahta çıkmıştır. Venedik elçileri sultana bağlılığını göstermek, ona hediyeler vermek ve yeni sultan nasıl biri olduğunu merak etmişler! Hediyelerle birlikte İstanbul'a gelirler. Yavuz çok sert olmakla birlikte israfı sevmeyen, öğünde tek kap yemek yiyen, tahta kaşık ve tahta tabak kullanan, biri eskimeden ikinci elbise almayan bir sultandır. Bunu bilen vezirler sultanın asla yeni elbiselerle elçileri karşılamayacağından bari izin versin de biz yeni elbiseler giyelim derler(elçilerin karşısında mahcup olmamak için) ve sadrazamla haber gönderirler. Yavuz izin verir. Herkes süslenmiş bir vaziyette Venedik elçilerini karşılarlar. Sultan tahtının olduğu salonun ışıklarını kıstırır içerisi loştur. Kılıcını da ayaklarına doğru uzatır loş odada ayın camdan süzülen ışıkları sultanın kılıcını parıldatmaktadır. Yavuz akşamdan sonra elçileri huzura kabul eder. Hediyeler takdim edilir ve daha sonra huzurdan çıkarlar. Yavuz sadrazamı çağırtır ve sorar.

''Paşa sor bakalım elçiler bizi nasıl bulmuşlar''

Sadrazam çıkar sorar ve geri sultanın huzuruna çıkar.

''Ne dediler paşa''

''Vallahi sultanım, sultanın ayaklarının önünde duran kılıç öyle parlıyordu ki gözümüzü aldı, sultanın yüzüne bile bakamadık''dediler!

''Ya işte paşa kılıcın keskin olursa, küffarın gözü elbisende değil kılıcında olur'' der.

ATATÜRK Sadabad paktını kurarak Hatay'ın ilhakını sağladı. Şimdi yeni hükümet ortada var olan bir D-8 İslam birliği var. Gerekiyorsa revize edip bunu acil hayata geçirmelidir. Ne Almanya ne İngiltere bize dost değildir. Almanya başbakanı Merkel'in sözü kulağımıza küpe olmalıdır “Türkiye; müttefikimiz ama,Fransa ve İngiltere gibi bizim dostumuz değildir, hiçbir zamanda olamayacaktır''.. SAYGILARIMLA!

MUSTAFA ALTUNEL