Geçenlerde bir arkadaşım Konya'nın Meram ilçesindeki mahallelerinde cereyan eden bir hadiseyi nakletti.  Arkadaşın komşusu olan ihtiyar evinin de bulunduğu sokakta namüsait vaziyette gördüğü genç bir kız ve erkeği uyarmış. Genç erkek buna bozulmuş ama bir şey dememiş. O günün ertesinde bu ihtiyar sabah namazına giderken ikaz ettiği genç ve arkadaşları tarafından öldürülesiye dövülmüş. 

Bu ihtiyar bir daha sokaktaki gördüğü düşüklüğü uyarabilir mi acaba? Uyaramaz. Ne yapacak bu amca? Evine ve camisine çekilecek. Kıstırılmaya razı olacak. Peki evinde ne zamana kadar sözü geçecek?...

Bu hadiseden neyi anlıyoruz? Müslüman evinde, sokağında, mahallesinde/köyünde, şehrinde, vatanında sözü geçen bir kişi olmaya mecburdur. Senin vatanında sözün geçmiyorsa, şehrinde, köyünde de sözün geçmiyor demektir. Veya bir müddet sonra geçmeyecek demektir. Köyünde, mahallende sözün geçmiyorsa evinde de dinletemeyeceksin demektir. 

Yani ne kadar gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın; vatansız bir ahlak müdafaası ahlaksızlıktır. "O kadardan da bir şey olmaz canım" diyerek yaşamaya alışmamız isteniyor. Derece derece, yavaş yavaş bir bataklığa sürükleniyoruz. Bu bataklığa razı edilişimizin altında yatan en önemli hata ise Dar'ül İslam olmayan bir memlekette de İslam'ın yaşanabileceği yönündeki kanaatimizden besleniyor. Müslüman ahalinin Türkiye'de on yıllar boyunca baskı altında tutulmuş olması karşısında Batıda demokratik hayat için bir tehdit oluşturmadığından geçici bir müsamahaya mazhar olması da bu hatanın sebeplerinden birisi. İş gide gide "en iyi Müslüman hayat Amerika'da yaşanır"a kadar vardı. Türkiye'nin bir İslam Devleti olarak kurulduğu hakikatinin üstü örtülmesi için Müslüman ahalinin ensesinde boza pişirilmesi gerekiyordu. Bu da yapıldı. Ancak bunca yapılan işler Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihin ilk ve tek İslam Cumhuriyeti olma vasfını değiştiremedi. Değiştiremedi ama Türkiye düşmanlarının ahalide büyük bir kafa karışıklığı meydana getirmesine de kimse mani olamadı. "Allah demenin yasak olduğu dönemleri biliriz biz" anlayışı bir türlü zihinlerden çıkmadı. Bu anlayış Avrupa'da çalışan işçiler furyası ile de farklı bir yere sürüklendi. "Gavur sana karışmaz abi, istersen namaz kıl, istersen pavyona git, istersen kiliseye git" seviyesi Türkiye ahalisi için ulaşılması gereken yüksek bir seviye olarak kabul edilir oldu. Gavurun Avrupa'daki Müslümanlara müsamahasının çingene hayatına karşı da gösterdiği müsamaha cinsinden bir müsamaha olduğu, Müslüman kimliğin toplumda saygın bir mevkiye çıkmak istemesi halinde şiddetle engelleneceği gözlerden ustalıkla kaçırıldı. 

Böylece Avrupa ve Amerika'da tayin edici değil de bir sığıntı mevkiinde olarak yaşamanın İslama mugayir bir hal olmadığı fikri çok büyük bir taraftara kavuştu. 1990'lardan sonra bütün dünyayı işgal eden 'Globalizm Dini'ninde tesirini dikkate aldığımızda dünyanın her yerinde İslam'ın yaşanabileceği kanaati şu an çok büyük bir kesimde hakim. Hal böyle olunca Türkiye'nin de gavur standartlarında bir ülke olması fikri hiç kimsede bir rahatsızlık uyandırmıyor. Dünyanın her yerinde kendi global standartlarını hakim kılmış olan Batı Medeniyeti açısından da bu anlayış gayet iyi kabul ediliyor. Çünkü bugün kapitalizmin işleyişi dışında farklı bir işleyiş özlemi/ümidi tamamen ortadan kalkmış durumdadır. Bugün Müslümanım diyen ahali dünyayı Dar'ül İslam- Dar'ül Harp olarak ayrıma tabi tutma tavrını unuttuğu gibi İslam vatanı, Müslüman memleketi gibi kavramları tamamen konuşmalarından sürgün etmiştir. Bu mahrumiyetten de kimse bir acı duymuyor. 

İslamdan bahseden hocalar vatan fikrinden niçin uzaklaştırıldı? İşleri tayin edenler; Kapitalizmin korkulu rüyasının, Kapitalizmin dışında da bir hayatın mümkün olabileceği ümidi olduğunu bildikleri için "İslam Vatanı" fikrine düşmanlar. "Arz bana mescid kılındı" demek "Müslümanlar Hıristiyanlar, Yahudiler gibi değildir. İbadethane dışında da namaz kılabilirler" demektir. Ancak Müslümanları vatansızlaştırmak ve Kapitalizmin dışında da bir hayat modelinin inşa edilebileceği bir toprak parçasından mahrum bırakmak için bu hadis "yeryüzü Müslümanların vatanıdır" şeklinde yorumlandı. Bu aslında "Müslüman vatansızdır"a varıyordu. Yani sadece Müslümanın sözünün geçtiği bir saha yoktur/olmamalıdır. Ahlak kişilere ve evlere hapsedilmiştir. Gün geçtikçe büyük bir Las Vegas'a dönüşen dünya batakhanesinde fuhşa, kumara, tefeciliğe, bankalara karşı çıkmak ha? 

Müslümanın vatanı, hududu yoksa; gavura "buradan ötesinde senin sözün geçmez" dediği bir saha da yoktur. Vatan ve hudut fikrinden mahrum olanların ahlaktan bahsetmesi bir nevi ahlaksızlığa davet manası taşır. Vatanı olmayanın ahlakı da tamam olamaz. Bunun için Türkler "Vatansız yaşamak namussuz yaşamaktır",  "Hudut namustur" derler. Onun için Hazreti Ömer "bize bir başlangıç noktası lazım" denilince "Hicret bizim başlangıç noktamız olsun" teklifinde bulunmuştur. 

Konya da "Belde-i Muhayyere" olarak kabul edilmiş bir yerdir. Yönünü Medine'ye çevirerek var olmuştur. Konya her şeyden önce bir "İslam Beldesi"dir. 'Medeniyetlerin Kavşak Noktası' gibi mavralar hep bu hakikati ikinci sıraya düşürmek için çıkmış moda laflardır. Konya'nın İslamın ilticagahı olma rolü hala silinememiştir. Bu rolün ortadan tümüyle kaldırılması için birilerinin 'mahalle baskısı' dediği iyiliğin emredilmesi kötülüğün nehyedilmesinin imhası gerekiyordu. Bunun için kentsel dönüşüm kepazeliğine düçar kılındık. Kentsel dönüşüme tabi tutulan yerlerde mahalle, sokak, köy hayatı imha ediliyor. Hacı emmilerin sokaktaki düşüklüğe müdahalesi imkansız hale getiriliyor. Çünkü ortada sokak kalmıyor. Site hayatında kim kime dumduma. Müslümanın eliyle diliyle düzeltme imkanı tamamen ortadan kaldırılıyor.  Kentsel dönüşümün kendimize mahsus otantik hayatımızı imha ettiği gibi dinimize, itikadımıza, namusumuza kast eden bir felaket olduğunu fark etmeliyiz. Kentsel dönüşüm; modernleştiriyor, kalkındırıyor, Batılılaştırıyor... Yani gavurlaştırıyor. Henüz her şey bitmiş değil. Uyan Konyalı. Kentsel dönüşüm tehlikesini fark et. Vazgeç, yavaşlat, durdur.  

Mustafa DEVECİ 18 Recep 1436