Gecelerin gündüzleri, gündüzlerin geceleri kovaladığı, günlerin zincirleme birbirine bağlandığı fakat bağımsız zamanlar silsilesinde saat sarmalına takılı kalmış bir vaktin yolunda seyahate başlayanlardan birinin öyküsü bu…

Gün batımının gökyüzünün saçlarına taktığı kızıl bandananın ortasında rengârenk beneklere benziyordu havalanan balonlar… Kimilerinin hayallerini süslediği, kimilerinin anılarına bir yenilerini eklediği… Gök kubbede seyahate araçtı bu uzaktan minicik görünen koca dünyalar…

“Dili olsa da neler gördü geçirdi bir anlatsa” dedirtecek kadar eski perilere çatı olmuş şu bacalar… Bu canlı kürenin bir zamanlar hasta olup, öksürürken etrafa içindekileri püskürttüğünün gözler önüne serilmiş manzarasıydı işte şu karşıda duran yıllara meydan okumuş doğal güzellikler…

Süet botlarının ezdiği kar çıtırdıyordu. Şu dünyanın yedi harikasından olan yer nelere şahit olmuştu kim bilir… İki sevgilinin ilk kaçamağına, bir ailenin ilk gezisine, hayalini kurduğu evliliğin ilk teklifine ya da bir çiftin beraberliklerinin ilk gününe, uzaklardan gelen birinin ilk izlenimine…

Ocak ayının başlarıydı. Bu mevsimde onu buraya sürükleyen şeyin ne olduğunu kendisi çok iyi biliyordu. Fakat bu kimseye söylemeyeceği bir sırrın sadece kendi kalbine itirafıydı. Gezip görmeliydi. Rutinler ile dolup taşan bir hayatın duvarlarını yıkma zamanı gelmişti.

Okuduğu bir bilgi aklına geldi. Köpek balıkları akvaryumda yirmi santime kadar büyür fakat okyanuslarda iki buçuk metre uzunluğuna ulaşabilirlermiş. Köpek balıkları asla bulunduğu çevreyi geçemezmiş. Bu bilimsel gelişimin yorumu ise; “Hayatınızı genişletin. Duvarlarınız ve keşfedeceğiniz yer ne kadar büyürse dünyanızda o kadar geniş bir yer kaplar. Küçük düşünen insanların yanında durmak bizi büyütmez.” diye yorum yapılmıştı.

Ansızın aklının ucuna bu bilgi gelivermişti. Ne iyi etmişti kısa bir süre de olsa kendi akvaryumunun dışına çıkmakla… Elinde kahvesi, omzunda şalı ile otelin terasında serin havaya aldırış etmeden ışıkların aydınlattığı taştan oyma misafirhanelerin güzelliklerini seyre dalmıştı.

Mevsimin kış olmasının en güzel yanı sakin ve sessiz olmasıydı etrafın… Düşünecek, hayal kuracak ve yazacak ne çok şey vardı. Fakat kendine fısıldadı anın güzelliğini… Bir kartpostal değil de gerçekten karşısında olan manzaranın nadide duruşunun etkisiyle düşlere daldı.

Sabahın seherinde havalanan balonların gün doğumu ile ahenkle dans edişlerini hatırladı. Şu oyulmuş dikitlerin hangi maziye ev sahipliği yaptığını düşündü. Bir çiftin el ele tutuşup yolları adım adım aşk ile arşınladıklarını hayal etti.

Güzeldi bu şehir, onlarca mutluluğa gebeydi. Görülecek çok fazla şey yoktu belki ya da kimine göre hep aynı şeyler vardı. Fakat umudu anlatıyordu taşları… Huzur kokuyordu havası… Adımını sınırlarına basanlara yeni dünyaların var olduğunu ve keşfedilmesi gereken daha onlarca dünyanın da olabileceği izlenimini veriyordu.

Öğle vaktinde gözlerini kapayıp, en güzel hülyalara yolculuk yaptığı minik bir kaylûleydi onun için burası, bu ufak kaçamağı… Hayatın sayfalarına yeni bir anı daha eklemiş olmanın mutluluğu ile hayallerini yudumluyordu.

Hayat koca bir okyanus… Bizler ise kendi akvaryumlarımıza sıkışıp kalmış, bu ufak yerlerde monotonlaşmış yaşamlarımıza boyun eğmekle zamanlarımızı heba ediyoruz.

Gezip, görmeli… Düşünmeli, hayal kurmalı… Okumalı, yazmalı… Hayatta farkındalık yaratmalı…

(Nevşehir-Göreme gezisi)