Atalarımız isim üzerinde hassas davranmışlardır. Çocuklarına, eşyalarına, yerleşim birimlerine hatta binitlerine bile isim verirken, manasına ruhuna, karakterine dikkat etmişlerdir. Yani tabelanın onlar için ehemmiyeti büyüktür.

Tabelanızdaki ruh aslında sizin gizli dünyanızı yani inanç dünyanızı yansıtmaktadır.

Daha öncede belirttiğim gibi bir tahiyyat miktarı kadar ki siyasi hayatımızda bunun önemini bizatihi yaşarak gördüm.

Refah- Yol hükümeti zamanında birçok ilçe ve belde belediye başkanları refah partisine iltihak etmek istediler. Bunlardan bir tanesi de, benim sorumlu olduğum bölgeden bir belde belediye başkanı da bize katılmak istemişti.

Biz o belediye başkanının bizimle uzaktan yakından ilgisi olmadığını bildiğim için, hatta onun katılımının partimize vereceği, zararın büyüklüğünden çekindiğimden o zamanki il başkanımız Mehmet Sözer beye bu katılımın olmayacağını anlattım.

Daha sonra adam arsız çıktı ve bizi;''bak arkadaş siz beni almazsanız bende Ankara'da il başkanları toplantısına gider basına açık bölümde hocam ben sizin partinize geçmek istiyorum ancak Konya il teşkilatı beni almıyor diye şikâyet ederim''diye de tehdit etti. Baktık olay büyüyecek bizde o belediye başkanını davet ettik ve partiye katılımını sağladık.

Daha sonra bir sohbet toplantısında  ''siz ne diyorsunuz arkadaş, partiye laf gelecek diye üç aydır ağzıma içki koymadığım gibi Cuma namazlarına da gidiyorum'' dedi.

Bu anekdotu şunun için anlattım. Tabelanın önemi.

Bu günkü İktidar partisini, Fazilet partisinden ayrılan bir grup arkadaşımız kurdu. Hemen hepsi inancı tam, söylediği gibi yaşantısını da inancına uygun şekilde yaşayan kardeşlerimizdir.

AKP iktidarı, Türkiye'nin hizmet noktasında Avrupa ile yarışır şekilde yatırımlar yapmışlardır. Bu güne kadar yapılamayan sağlıkta yapılan dev yatırımlar ve reformlar, ulaşımdaki dev projeler, Osmanlı'nın hinterlandındaki ülkelerle ilişkiler, hareketli ve aktif bir dış politika, iç barışı sağlamakta sağlıklı ve cesaretli adımlar, kimsenin cesaret edemediği Cumhuriyet dönemi tabuların yıkılması, eğitimi yazboza çevirseler de kısmi eşitliğin sağlanması, yargıda yeni adalet saraylarının yapılması, Hâkim ve Savcılarımızın özlük haklarının iyileştirilmesi, kanayan yara olan inanç ve ibadet özgürlüğü, inancına göre yaşama, yaşatma ve yayma özgürlüğü, askeri ve yargı vesayetinin törpülenmesi ve hepsinden önemlisi cumhuriyet tarihimizde ilk defa doların etrafında dolanmadan İran'la ticaret yapmamız. Bu aslında tam bağımsızlık mücadelesine ilk adımı atmamız demekti. Nükleer santral ve uzun menzilli savunma füze ihalesinde temel şart bilgi ve teknoloji transferini de koydurmuş olmaları ''artık bizde varız'' demekti. .Gibi hayati konular da atılımlar yaptı.Başarılı oldu olmadı bu ayrı bir tartışma konusu.

Asıl vurgulamak istediğim yapamadığı yapmak isterken hesap edemediği açılan derin yaralar.

AKP hükümetleri zamanında taban ve tavan arasındaki makas daha çok açıldı. Statü ve sosyal farklılıklar gözle görülür ölçüde arttı. Orta direk diye tabir ettiğimiz memur, esnaf daha bir tabana yaklaştı. Küçük esnaf büyük AVM lerle mücadele edemezken Belediyelerin yanlış uygulamaları yüzünden daha bir yalnızlaştı. Çok uluslu, güçlü sermayesi olan işletmeler işlerini çok rahat yürütürken küçük esnaf Belediye ve kollukla yüzgöz olup işleri sarpa sardı.

 Altın yılını yaşayan belediyeler ve müteahhitler şehirlerin imarlarını içeriden şişmanlatarak şehirleri içinden çıkılmaz imarlara zorladılar. Bu imarlar verilirken, yüzdeliklerle yeni sosyal fonlar oluşturarak sosyal yardımlar yapılmaya başlandı. Olumlu gibi gözüken bu uygulama aslında bin yıllık geleneğimiz olan vakıflaşmayı ve vakıflara yardımı ortadan kaldırdı. Eskiden vakıflara ve ihtiyaç sahiplerine yardım, katılımına halkın büyük bölümü katılırken şimdi seçtiğimiz parti iş başında, diyerek yardımı ve zekâtımızı onlara havale ettik. Dahası nasılsa Belediyeler, Kaymakamlıklar bu işi yapıyor diyerek duyarsızlaşmaya başladık.

Yani bu dönemde yardım etme duygumuzu kaybettik.

Rahmetli Erbakan hocamız teşkilat çalışmalarında biri kalkıp ''hocam ben falan ilçe teşkilatının bütün masraflarını üstlendim, çalışmalarımız da iyi gidiyor''dediğinde bize ''bu vebal size yeter. Çünkü siz diğer insanların yardım yapma duygusunu ortadan kaldırıyorsunuz. Bir yerde mücadele edeceksek el birliği ile olmalı. İnsan cebinden verirken cebi acıyacak ki kıymetini bilecek. Kıymetini bildiği içinde daha çok çalışacak'' derdi. O gün anlayamadığımız bu uyarıyı şimdi daha iyi anlıyoruz. Devlet ve belediyeler bizim yapmamız gereken yardımları yapınca bizler mesuliyetimizi unuttuk.

Tesettür modasını başlattık. Örtünmek için değil giyinmek için örtünmeye başladık. Okullarımızda, kamuda ve sair günlük iş hayatımızda başörtüsünü serbest bıraktık ama tesettürün ne anlama geldiğini unuttuk. Dahası anlatamadık. Tesettürü başörtüsünden ibaret saydık. Parti mitinglerinde bayrak sallarken bileğinden yukarı gözükmesin diye diğer eliyle pardösüsünün kolunu tutan genç kızlarımız, başına örtü takıp vücudunun hatlarını belli eden dar ve ince elbiseleri giymekte sakınca görmediler.

Ramazanlarda sokak iftarlarına fakir insanları getiremediğimiz gibi onların sofralarını da teşrif edemedik.

Belediye başkanlarımız üzerine vazife olmayan işlerle (stadyum, kongre merkezleri)meşgul olurken asıl işi olan şehir planlamayı unuttular.

Telefonlar, tabletler ve internet teknolojisinin en son modelleriyle tanıştık ama gazete ve kitap okumayı unuttuk. Aile içi iletişimi, eş dost akraba ziyareti, hasta ve kimsesizlerin hatırını sormayı unuttuk.

Sosyal medya, yazılı ve görsel basının yalan tefrikalarının önüne geçemedik. AKP iktidarı yolsuzluk ve suiistimallerin odağı haline geldi. Ülke bu dev yatırımları yaparken olası olan yolsuzluklarla mücadele, doğrusu verilememiştir.

Tüm bu suiistimaller AKP ile özdeşleşmiş algısı yaratılmak istendi. Lakin AKP teşkilat kadroları, belediye başkanları, milletvekilleri, hatta bakanlar bile bu algıyı ishale etmek yerine makamlarını koruma yolu seçip mücadeleden kaçtılar. Yani teşkilat olma ruhunu yitirdik.

 Şehirlerimize dünyanın en modern parkları, bahçeleri, dünyanın en büyük fıskiyeli göletlerini hatta denizin üzerine hava alanları yapılırken AİRBUS uçaklarını F-16 jetlerini alabilmek için ABD senatosunun kapısında sabahladık. Nedense bunları yapmayı akıl edemedik.

Kelebekler vadisi, stadyumlar inşa ederken akıllı telefon, yazılım teknolojileri, tablet üretimlerini yapmayı düşünmedik. Hep antin guntin işlerle vakit geçirdik.

En olmaz yerlere içki ruhsatı verilerek insanların alkole bakışı yumuşatılmıştır. Sigara yaşı ilkokullara inmiştir. Uyuşturucular artık her köşe başında kolayca alınıp satılabilmektedir. Sözde muhafazakârlaşan toplum İslami asabiyetini yitirdiğinden şiddet ve cinsel pornografiyi içine sindirmekte zorlanmamaktadır. 

İslami hayat tarzını benimseyen sermaye, ticari hayatında tamamen vahşi kapitalizmi benimsemiştir. Zor durumda olanlara yardım eli uzatmak yerine onun düşmesini adeta tetiklemişlerdir.

Mustafa Kemal paşa 1915 Çanakkale savaşlarında Osmanlı subayı idi.27 piyade alayına komuta ediyordu. Conk bayırında düşmanla karşı karşıya geldi. Daha sonra yardımına 57 piyade alayı ve 19 tümenin diğer alaylarını da emrine alarak büyük taarruz için şu emri veriyordu.''Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum'' dediğinde 253000 vatan evladı şehit oluyordu. Yani vatanı için canını verecek bir millet vardı yanında.

Şimdi Türkiye cumhuriyetinin başkomutanının yanında kaç kişi vardır, bu vatan hainleriyle mücadelesinde.

1977 seçimleriydi sanırım. Seçim sathının son haftasıydı. Süleyman Demirel Konya'da konuşuyordu.

Demirel;

''Bak Konya'da ezan okunuyor kimse manimi?

-Halk; 

hayıııırr.

Demirel;

Bakınız isteyen herkes camiye gidiyor, engel olan var mı?

 Halk;

haayıırr.

Demirel;

 Öyleyse yarın Erbakan gelince bütün bunları söyleyin ve deyin ki ne istiyorsun?

Tabi bu haber Erbakan hocamıza bildirilir.

Ertesi günü hocam miting alnında Demirel'e şöyle cevap verir.

Av malzemeleri satan dükkânı göstererek

''Ey Demirel bak şu dükkânın vitrinindeki kuşu görüyor musun?

Bak, o kuşun ayağı var mı? Var, gagası var mı? Var, kanatları var mı? Var öyleyse niye uçmuyor?

Canlı değil de ondan, ruhu yok ruhu.''

Tamda Erbakan hocamızın dediği gibi maalesef bugünkü yaşadığımız hal ve şeraitin ruhu yok.

Ruhsuz, kimliksiz şehirlerde ruhsuz kalabalıklar üreterek ''ne İsa'ya ne Musa'ya ''yarandık.

Zulmün, zalimin, kan emicinin karşısında ''la''demeyi, Hakkın karşısında ''vav''olmayı unuttuk.

Kaybedecek çok dünyalığı olanların şahadet mertebesinden haberi olmaz.

 Bütün sıkıntılarımız bundan.