Tılsımını yitirmiş bir zamandan bahsediyoruz hüzün çiçeğim… Güzelliklerin kifayetsiz, günün değersiz, sevginin azaldığı… Biz seninle evvel zaman içindeki mişli anılarda yer alıyoruz. Kalbimin temiz, masum daha kötülükleri anlamayacak kadar küçük zamanlarından…

Bugün kendimle konuştum. Dünler ne güzeldi. Minik adımların, hayat sokaklarında yeni yeni ilerlediği zamanlar hani. Uf olan dizlerin bir buse ile iyileştiği… Gözyaşları ile dolan gözlerin, pırıltılarla, merakla baktığı vakitlerden bahsediyorum.

Her bebek zaman kundağının içinde büyür. Sevgi sarıp sarmalar onu… Ne zaman bu kundaktan kurtulur da kasımpatı gibi bir anda kendini ortada bulursan, o zaman eskilerin dediği gibi imilimil gelir ayaz arkandan… 

Kasımpatı… Kasım ayında birdenbire çıkıveren, bu ani patlamadan ötürü ismini aldığı düşünülen bir çiçek. Birçok hikâyenin konusu ve birtakım mistik kavramların simgesi… Görünüş olarak herkesin bildiği ama isminin çok anılmadığı bir çiçek… Meydana gelişi ile insanoğlunu anımsatan...

Kimi zaman çelenkleri süslemiş, kimi zaman ölümsüz aşkı simgelemiş, kimi zaman da platonik sevdaların kahramanı olmuş. Nedendir bilinmez ama bu çiçek hep hüzün barındırmış insanların gözünde… Gizliden gizliye acı çektiği düşünülmüş. Kim bilir belki de öyledir!..

Lâkin bir sözde de belirtildiği gibi; “Çiçeklenmek için kışı bekleyen kasımpatılar gibiyiz. Hala umut var.” Evet, önemli olan yazın sıcağında dünyaya merhaba demek değil, bilâkis kışın tipisinde hayata tutunabilmektir umut. 

Cesur, zor şartlara meydan okuyarak varlığını belli eden kardelen gibi, kışı göğsünü gere gere karşılayan kasımpatı gibi olunmalı hayatta… Hayatın esprisi, güneşe dönerek yayışa yayışa yaşamakta değil, olumsuzluklara karşı dik durabilmekte gizli…

Kasımın bende çok farklı bir yeri vardır. Dünyaya geldiğim ve yazılarımın sizlerle buluşmaya başladığı ay… Hem benim hem de yazılarımın doğum günü gizli bu zamanda… 

Bir tevafuk ile bir anda karşıma çıkan bir fırsatın güzel buluşmasıyla o günden bugüne iki sene geçmiş. Hayatımın en nadide dönüm noktalarından biri…

İki sene öncesine kadar hep kelimelerimi kundaklayarak yaşadım. Üşürler, incinirler, daha büyümeleri gerek diyerek. Hâlâ büyümüşte sayılmazlar ama güzel bir karşılaşma ile elimden tutan hocalarım (minnettarım) sayesinde bir kasımpatı gibi kışın başında soğuğa aldırış etmeden filizlendi ve çok geçmeden minik minik çiçeklerini vermeye başladı düşüncelerim.

Daha sonra hiç susmadı sessiz sesler… Dünyaya kendimce bir iz de ben bırakmak istedim. Ve hâlâ yolun başındayım. Kundakta bekleyen düşüncelerim, bu güzel tevafuk ile yavaş yavaş apalamaya başladı. Şimdilerde ise yastık kenarlarından tutarak yürümek için çabalamakta… 

Halk arasında “abi-abla oldun” diye büyüdüğünü simgeleyen ya da kardeşi olduğunun farkına varmasını sağlanmak için söylenen bir söz vardır ya… Benim yazılarımın da abi-abla olma zamanı geliyor. Büyüyüpte bir bütün olma… Ve yeni sayfaların elinden tutma zamanı hani… Hayaller bir adım daha ilerlemeye başladı.

Şimdilerde oturup siyah beyaz bir sayfanın karşısında çocukluğumun kulağını çınlatıyorum. Çocukluk arkadaşlarım geliyor aklıma… Satırlarda koşup oynadığımız, şefkatle baktığım düşüncelerim… Komşularım olan kitaplar bir tabakla kapımı çalar, “kokmuştur sana da” diyerek tatlı bir kâğıt kokusu ile bilgilerini ikram ederdi. 

Sıcacık bir soba huzuru kapladı yüreğimi… 

Üzerine iki mum dikilmiş bir kitapla doğum gününüzü kutluyorum yazılarım… İyi ki doğdunuz.Vesselam.