Ülkemizin en kurak bölgelerindedir Konya’nın Karapınar ilçesinin bulunduğu bölge. 

1972 yılında, ilkokulu köyümde bitirip İvriz Öğretmen Okulu’nda okumaya başladığımda, henüz 12 yaşımdaydım ve o çocukluk yaşımda, uçsuz bucaksız Konya Ovası’nı ve Karapınar’ı görmek nasip oldu.

Kendi doğduğum köy bir orman köyüydü. Meşe, kavak, söğüt ve daha birçok farklı ağaç ve yeşillikler içerisinde büyüdüm ben. Her tarafından akarsular çağıldar, kuş sesleri ve yaban hayvanları ile iç içe yaşardım diğer bütün köylüler ile birlikte. İlkel yöntemlerle de olsa, suyun varlığı nedeniyle, sebzenin her türlüsünü, hububatın kendisine yetecek kadar en kalitelisini yetiştirmek mümkündü köyümde.

O yıllarda kendi köyümden; Seydişehir, oradan Beyşehir, Konya ve nihayet Karapınar-Ereğli güzergâhı ile ulaşılabilirdi İvriz Öğretmen Okuluna… İlk yolculuğum, Konya’ya kadar yeşillikler içinden geçen bir yol güzergâhı ile oldu ve bu durum dikkatimi çeken bir durum değildi. Ama Konya’dan sonrası bir tek bile dikili ağacın görülemeyeceği geniş ve kurak düzlüklerle devam edince hayretler içinde kalmıştım. İçinden geçtiğim ve uzaktan uzağa görülen köylerde ne bir ağaç ne bir yeşillik görnüyordu. Biz kendi köyümüzde ağaçlara çıkar, ağaçtan ağaca geçiş yarışmaları yapardık oysa. Baharda erik ağaçlarının çiçeklerinin mis gibi kokularını içimize çeker, onların meyveye durmalarını beklerdik özlemle. Söğüt dallarından düdük yapar, erik ağacının gövdesinden çıkan yağları, yırtılan defterlerimizi yapıştırmakta kullanırdık. Evlerimizin damlarını ağaç gövdeleri ve yapraklarıyla örterdik. Kışın sobalarımızda meşe odunlarını yakarak ısınırdık. Ben yolculuğum esnasında hep bunları düşünür, bu kurak köylerde yaşayan çocukların yaşam şekillerini merak ederdim hep. 

Karapınar’dan geçerken, Ereğli çıkışı sağ taraftaki kum tepesi hayretimi daha da artırmıştı. O zamanlarda duyardım, meğerse Türk Filmlerindeki çöl sahnelerinin birçoğu buralarda çekilirmiş. Şimdi alınan tedbirlerle etrafa dikilen ağaçlar ve meydana getirilen ormanlar o tepenin bile kısmen yabani otlarla kaplanmasını sağlamış. Umut verici bir durum…

4 Temmuz 2019 tarihinde, Bizim Memleket Gazetesi sahibi ve Karapınar Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Değerli Kardeşim Hikmet Peker Karapınar ve Ereğli bölgesine bir gezi tertip etmiş. Geziye; Konya Aydınlar Ocağı Başkanı Dr. Sayın Mustafa Güçlü ve dernek üyeleri, Selçukya Kültür Sanat Derneği Başkanı Av. Fatma Şeref Polat ve dernek üyelerini de davet etmiş. 

Gezi programına; yalnız Karapınar’ın değil Türkiye’nin gururu olan ve yukarıda bahsettiğim o çöl görünümlü topraklarda, emeklilik döneminde, en zor yapılacak işi seçerek, kendisini ağaca ve ormana adamış olan, Beyören Köylü “Orman Dede” lakaplı Rahim Demirbaş Hoca’mızın Orman Bölgesini de dâhil etmiş. Bu sebeple de İvriz Öğretmen Okulu’ndan öğrencileri olan bizleri yani Prof. Dr. Alaattin Aköz, Tayyar Yıldırım ve Hidayet Aydın’ı da programına almış sağ olsun.

4 Temmuz Perşembe günü, Konya’dan saat 08.00’da yolculuğumuz başladı. Karapınar’da kahvaltımızı yapıp önce “Dünyanın Nazar Boncuğu” diye namlanmış Meke Krater Gölü’ne ulaştık. Tabi söylemeye gerek yok, bir damla bile su kalmamış gölde. Yalnız, Hikmet Peker Kardeşimizin verdiği bilgiye göre Meke Bölgesi “Jeopark” projesine alınarak devlet tarafından ilgi alanına dâhil edilmiş. Bu haber sevindirici bir haberdi. 

Meke Gölü’ne ulaşmak için kullandığımız yolun iki tarafı devletin ilgili kurumları tarafından muazzam bir ormana dönüştürülmüş. Çok sevindirici görüntülerdi o görüntüler.

Meke Gölü ziyaretimizin ardından Konya’ya 148, Karapınar’a 50 kilometre (Beyören Mahallesi)  uzaklıktaki Rahim Demirbaş Ormanı’na ulaştık. Yol boyunca gördüğümüz; ayçiçeği, mısır, yonca ve domates tarlalarının yeşilliği ve güzelliği, tabiri caiz ise tüm katılımcılar ile birlikte beni de büyüledi. “Nerede o 1970’l yılların Çöl Karapınar’ı, nerede şimdiki yemyeşil Karapınar?” demekten kendimi alamadım doğrusu. Ama yeraltı sularının aşırı kullanımı bu defa da başka sorunlara yol açmış doğal olarak…

Yer yer asfalt, yer yer toprak yolda ilerlerken, uzaktan uzağa düzenli bir orman bölgesi gözümüze çarptı. Yol üzerindeki elmalık çok büyüleyici ve güzellikteydi. Orasının da çok etkileyici bir hikâyesinin var olduğun öğrendik. O hikâye konumuz dışında şimdilik.

Etrafı tel örgü ile çevrili Rahim Demirbaş Ormanı’nın giriş kapısında Rahim Demirbaş Hoca’mız karşıladı bizi. 1976 yılından beri zaman zaman akrabalarıyla irtibatlanabildiğim, zaman zaman ulusal ve yerel haber kaynaklarından kendisini görebildiğim ama yüz yüze görüşmenin kısmet olmadığı, Rahim Hoca’mızın elini öpmek bugüne kısmetmiş meğer.

Köyünde ilkokul açıldığında Rahim Hoca’mız 16 yaşındaymış. Bu nedenle okula kabul edilmemiş. Öğretmenlik arzusu içini yakan Hoca’mız, ilkokulu dışarıdan tamamlayıp İvriz Öğretmen Okulu’na girerek ulaşmış öğretmenlik amacına… Sonra okuduğu okulda öğretmenlik yapmak kısmet olmuş. İşte bizlerde o dönemdeki öğrencilerindeniz. Daha sonraları yurdun çeşitli bölgelerinde öğretmenlik, Selçuk Eğitim Enstitüsünde Müdürlük yaptığını biliyoruz. 

26 yılı dershanecilik olmak üzere 47 yıl sürdürdüğü öğretmenlik mesleğinden sonra, çocukluğundan beri içinde bir uhde olan, “Karapınar’da bir orman kurma” fikrini hayata geçirmeye karar vermiş. Bütün servetini harcayıp bu amacını gerçekleştirmiş.

Önce 500 dekar bir araziyi kendi imkânlarıyla elde ederek Karacadağ’da bir orman inşa etmiş. O ormanı meydana getirmesi, benim burada kurduğum bu bir tek cümle kadar kolay olmamış tabi. “O bölgeyi kendiliğinden idare edebilecek hale getirip, kendi haline bıraktım. Şimdi bu bölge ile daha fazla ilgileniyor ve 40 bin adede yakın ağaç ile tek tek ilgileniyorum” diyor kendisi. Meyve ağaçlarından tutun da Akasya türü ağaçlara kadar aklınıza ne tür ağaç gelirse hepsi var ormanda. “Başvurduğu bütün kurumlardan geri çevrildiğini ve kendisinin bu çalışmaları ile hiç ilgilenilmediğinden” dert yanıyor. Hâlbuki bence, Devlet Şeref Madalyası ile ödüllendirilmesi gereken bir iş yapmış Rahim Hoca’mız…

Katılımcı arkadaşlarımız kendi yazdıkları kitaplarından hediye etti Rahim Hoca’mıza. Ben de kısa bir süre önce çıkan şiir kitabımı takdim ettim. 

Akşam eve döndüğümüzde telefonum çaldı. Arayan Rahim Hoca’mdı. Telefonu açtım, kısa bir sessizlik oldu. Ağlamaklıydı. Öncelikle,  kitabımdaki şiirlerden bahsetti. Beni oldukça sevindiren ve heyecanlandıran sözler etti kitabımla ilgili olarak... Ama belli ki sohbet edecek bir bahane arıyordu. Karapınar’a 50 kilometre uzaklıkta koca bir ormanın içindeki evinde tek başına yaşıyordu. Bir saate kadar sohbet ettik kendisiyle. Karşılıklı ağlaştık. Geziden ve katılımcılardan çok memnun olduğunu söyledi. “Beni ağlattınız, çok teşekkür ediyorum” dedi. Hepimize dualar etti.

80 yaşına rağmen zamanında yaptığı güreş sporu ve doğa ve ağaç sevgisinden olsa gerek, hala gençliğinden ve dinçliğinden hiçbir şey kaybetmemiş.

Allah sağlığınızı korusun Değerli Hocam. Daha uzun yıllar sağlıklı bir şekilde yaşayın inşallah. Yaşayın ki bu dünyada yaşamanın esas gayesinin sevgi olduğunu, sevda olduğunu herkese öğretmeye devam edin…

Ellerinizden öpüyorum Kıymetli Hocam.