Sanırım yaşamı seraba benzetenlerin sandıklarından çok daha fazla hakları var. Susuz bir çölde elini uzattığın anda kaybolan bir su birikintisi hayat… Ve düşte ruhumuzun sürdüğü yaşam, uyanık durumumuzdan hiç de farksız değil. Birinde karanlıktır ortalık, diğerinde ise gölge… 

Ruhumuz, bir durumda uyku halindedir. Diğer durumda ise uyuklar haldedir. Akşam ile gece arasındaki fark gibi… Ya zifiri karanlık ya da bulanıklık… 

Uyanıkken uykudayız ve uyurken uyanığız. 

Uykuda gördüklerimiz açık değildir, yarım yamalaktır ama ayıkken de görünenler tam manası ile akla uymaz, açıklanamaz. 

Hayatın içine şöyle bir bakarsak bundan farksız olayların ortasında seyrettiğimizi apaçık anlarız. İnsan bir ömür miktarı süren uykunun içinde ilerlemektedir. İşin garibi, bizler uykunun içinde uyur halde de yaşar olmuşuz. 

Nasıl mı? Kendimize bir ütopya yaratarak… 

İnsanlar gerçek hayattan zevk almamakta. Rutin koşuşturmalar, şehrin keşmekeşi… Bitmek bilmeyen bir kaosun içinde bir yaprak gibi savruluyoruz. Bundan dolayı kafa dağıtacak bir yol aranmakta… Tabii bu yolun sonu da teknolojiye dayanmakta…

Teknolojik aletlerden güzel bir şey var mı canım!? 

İnsanı tamamen içine hapsederek, etrafına radyasyon ile dört duvar ören... Çağın en büyük ve tehlikeli hastalığından bahsediyorum. Yol ortasında kalkan eller (öz çekim), yerden kalkmayan başlar (mesajlaşma) ve ayaklı orkestralar (müzik) çoğaldı. 

Keloğlan’ın filmindeki gibi yerde para aranmadığı kesin!

Peki, ne oluyor bizlere?.. Bu akımın pis sularında boğulduğumuzun farkında değil miyiz? Yoksa hepimiz birer profesyonel su yüzücüsüyüz de benim mi haberim yok!

İki hoş muhabbet ederek kırk yılın hatırını bir kahve ile taçlandıramaz hale geldik. İçtiğimiz kahveler bile herkesin elindeki sayfaya meze olmuş. Çocukların eline emzik tutuşturur gibi tabletler sıkıştırılmış. Arkadaşlıktan, görgüden, paylaşmaktan, kültürden uzak karanlık bir dünyanın çekiciliğine kapılmış gidiyoruz. 

Yaşam bir serap... Açma tuşuna basınca görülen şarjı bitince kaybolan…  

Nerede sokaklarda ip seken, top oynayan, bir köşede çamur karan çocuklar? Hoş görün! Tabii, evlerinde tablet başındalar!.. 

Tırtılların, güzellik uğruna ömürlerini berdel ettikleri gibi; vakit geçirmek uğruna, muhabbeti feda ettik. Yaşamın uyku haline büründük. Aletleri yastık, sayfalarını örtü yapıp örttük üzerimize… Ve daldık bir ütopyanın içine… Orada yaşananlara özendik, heves ettik, hayatımıza uygulamaya çalıştık. Yeni insanları tanıyıp, farklılıkların tadına varmayı bırakıp; ayrımlı uygulamaların yollarında gözlerimizle yol aldık. 

Hayal kurmaya gerek kalmadan önümüze sunuldu gerçek dışı görüntüler… Göz perdemize yansıyan görüntülerin yerini, parlak renkli, caf caflı ekranlar aldı. Neyi, nerede yanlış yaptık?.. Ben anlayamadım. Dünya dönmesine dönüyor da bizim de bir “DUR!” tuşuna basıp titreme zamanımız geldi de geçiyor. 

Yeni yılda değişiklik istiyorsanız sevdiklerinizle daha fazla zaman geçirin. İyilik yapın, yüzünüze tebessümü yerleştirin. Sizi yıpratan durumlardan uzaklaşın. Her hâlükârda uykudayız. Gece uyurken zifiri karanlıkta olmak mı yoksa gece lambasında etrafın farkına vararak uyumak mı? Seçim sizin. Bunlarda benim naçizane düşüncelerim. 

Yeni yılda; mutluluk, sağlık, huzur, bol bol umut ve hayal diliyorum. Mutlulukla ve sağlıcakla kalın yazı dostlarım. Selam ve dua ile…