Kimin iyi, kimin kötü olduğunu bilemediğimiz ve kime güveneceğimizi çözemediğimiz bir dönemdeyiz...

Bu adam iyidir, bu adamdan zarar gelmez dediğiniz insanlara bir bakıyorsunuz, düzenlenen falanca operasyonu ile gözaltına alınıvermiş...

Ya da tam tersi, bize kötü adam yakıştırmalarıyla tanıtılan, öyle de bildiğimiz insanlar, bir anda mağdur edebiyatının ana aktörü haline getirilebiliyor...

İşte bu yüzden, kimin iyi, kimin kötü olduğunu bilmiyoruz.

Daha düne kadar yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor diyebileceğimiz insanlar bir anda birbirilerine ters düştü. Çıkarları uyuşmadı...

Bu adamlar kötüyse, dün kötü olmadılar, daha önce de kötüydüler. Öyle değil mi?

Ya da madem iyi adamlar neden bugün Türkiye bu süreci yaşar oldu...

Bu ülkenin üzerinden bir 17 Aralık geçti. Yarınki 17 Aralık'tan bahsetmiyorum...

Bundan 2 yıl önceki 17 Aralık...

Devlet içinde devletten, devlete paralel bir yapılanmadan söz ediliyordu. Bu yapılanma var mıydı? 

Vardı...

Ama bu yapılanmayı oluşturacak olan kadroları da oraya yerleştiren siz değil miydiniz? Yazılmamış kurallar vardı...  Sıradan bir devlet memuru olabilmek için bile bu kurallara riayet etmek gerekiyordu. 

Polis memuru olmak isteyenlerin bile geçmişine bakılıyor, bir yerlerle bağının olup olmadığı araştırılıyordu. Bağı varsa, diğerlerinden bir adım öndeydiler.

Ta ki, 17 Aralık tarihine kadar...

17 Aralık tarihinden itibaren yeni bir senaryo oluşturuldu. Bu defa malum gruplarla bağlantısı olanlar devlet kadrolarından ihraç edilemese de sürgün yemeye başladı. Yeni alımlarda bu gruplarla bağı olanlara kapıların tamamı kapatıldı...

"Hakk'ı Hakk bilip Hakk'a ittibâbatılı batıl bilip batıldan ictinâb” etmediğimiz için bunlar geldi başımıza. 

Olan bu ülkeye oldu. Olan, bu ülkenin masum ve kendi halindeki vatandaşına oldu. Olan, bu ülkenin ekonomisine oldu. Zararını çeken yine biz olduk...

Birileri bir yerlerde bir haksızlık yapmışsa, adı sanı ne olursa olsun, cezasını çeksin...

Geçtiğimiz aylarda özel ve vakıf üniversitelerini etkileyecek önemli bir karara imza atıldı. 

Şöyle ki, Vakıf üniversitelerinin ülkenin bölünmez bütünlüğüne yönelik eylemlerin odağı olması haline gelmesi kapatma gerekçesi olarak öngörülürken, vakıf üniversitelerine mali kolaylık sağlanmasıyla ilgili düzenleme de tamamen kaldırılıyor.

YÖK artık vakıf yükseköğretim kurumlarının hesap, işlem ve faaliyetleri ile mallarını, hesap veya faaliyet dönemine bağlı olmaksızın, yıl içinde veya yıllar itibariyle denetleyebileceği gibi akademik birim, program, proje ve konu bazında da denetleyebilecek. Bu kurumlar, YÖK Başkanlığı'nın gerekli görmesi halinde Yükseköğretim Denetleme Kurulu'na verilecek görev kapsamında belirli bir döneme bağlı olmaksızın yıl içinde de denetlenebilecek. Vakıf veya vakıfların yönetim organındaki her türlü değişiklik ve buna bağlı olarak değişen mali tablolar, değişikliğin gerçekleşmesinden itibaren en geç 1 ay içinde YÖK'e bildirilecek. YÖK “uyarma ve düzeltme isteme” hakkına sahip olacak. İstenen bilgi ve belgelerin haklı bir sebep olmaksızın belirlenen süre içinde verilmemesi, mütevelli heyetinin mevzuata uygun olarak oluşturulmaması veya değişikliklerin zamanında bildirilmemesi, öğretim elemanı atama ve yükseltme işlemlerinin mevzuata uygun olarak yapılmaması, vergi, sosyal güvenlik ve işsizlik primi gibi zorunlu ödemelerin yapılmaması veya aksatılması” gibi durumlarda “uyarma ve düzeltme isteme” söz konusu olacak.

Şayet yapılan denetimlerde usulsüzlüğün sürekliliği söz konusu ise yönetimin geçici olarak devlet üniversitesine geçmesi söz konusu olabilecek.

Dahası, üniversite her türlü bölücü faaliyette odak haline gelirse tamamen kapatılabilecek.

Bu manada, bölücü her hangi bir eylem üzerinde duran vakıf üniversitelerinin kapısına her an kilit vurulabilecek bir düzenlemeden söz ediliyor. 

Herkes ayağını denk alsın. 

Bir gün kapınıza kilit vurulursa şaşırmayın.