Kalkınma deyince beyaz adamın treni gelir aklıma. Büyük demir at. Kalkınma deyince hemen kardeşi medeniyet, modernizm. 

Bütün şirketler gelecek sene daha fazla kâr etmek zorunda. Ülkeler daha fazla milli gelir elde etmeli. Bu sene geçen seneden daha fazla kazanmalıyız. Sene başında maaşımıza zam yapılmalı.

Tekere araba, arabaya motor takılmalı. Öküz, traktörle; traktör çift çekeriyle değiştirilmeli. Pulluğun patosun yenisi çıkmış. Yenisi çıkmış bu koltukların. 

Durmadan her şeyin yeni modeli çıkıyor. Şaşkınlık yaratınca da “Bu modeller böyle bey abi!”

Değişim, dönüşüm, kalkınma, ilerleme… Dünya’yı bütünüyle tesiri altına almış herkesi aynı boyaya sokmaya çalışan dünya sisteminin ihtiyaç duyduğu insan türüne nasıl ulaşılırın cevapları… Hong Kong’da ve Güney Afrika’da, Şili’de, Kastamonu’da insanlar mesaiye gidiyor. Modaya uyuyor. Eskimediği halde donunu atıp yenisini alıyor. Yeni modelinde sırf ön panjuru değişmiş diye onbinlerce lira fark vererek bindiği arabanın yeni modelini alıyor.

Gerçek olan; hiçbir ihtiyacımız karşılanmadığı halde “ihtiyaç” malzemelerinin arasında bir ondan bir ona ömürler tükettiğimizdir. 

Bütün bu zorlamalar Kapitalizmin büyümeden devam edemeyecek bir sistem olmasından kaynaklı. Sistem büyümez ise infilak edecek. Bu sebeple herkes mali faaliyetlerini geçen seneye göre daha fazla yapması gerektiği yönünde bir zorlamaya tabi tutuluyor. ‘Ben bu sene geçen senekinden daha fazla kazanmaya çalışmayacağım’ denilirse bu, sistem açısından arıza sinyali demek. 

Alçaklar “bir günü diğer gününe eşit olan ziyandadır” hadisini bile bu işlerde kullanıyor. Hikmet için söyleneni maymunlaşma yarışması için kullanıyor adiler.

Bütün bunların altında ‘insanın evrim teorisinde ortaya atıldığı gibi basitten bileşiğe doğru bir ilerleme halinde olduğu’ miti yatıyor. ‘Biyolojik varlık gibi iktisadi ve sosyal yapılar da ilerleme halindedirler. Kötüden iyiye doğru bir ilerleme halindeyiz. Biz de ayak uydurmalıyız…”  İşte bu büyük kazığı yediniz mi, gerisi çorap söküğü gibi geliyor. İlk dolmayı yuttun bir kere arkasından daha sana çok hap yutturacaklar.

“Bir tane midem, iki közüm var madem, seneye iki midem mi olacak, niçin daha çok kazanmak zorunda kalayım?” Demiyor. “Nasıl daha az yiyen bir insan olurum?” sorusu sadece diyete girenlerin mahsus. Nereye gitti daha az ye, da az uyu, daha az kazan ve harca… diye birbirine nasihat eden dervişler? (Derviş kılıklılar mı deseydik? Ki zaman gösterdi ki. derviş diye üretilen nesneler, ilerde müteahhite veya siyasi pozisyon kapmak için yemediği nane kalmayacak tiplere dönüşecek canlı türüymüş.) 

Hepsi bir numaradan ibaretmiş. İş işten geçtikten sonra mı aklımız başımıza geldi yine Türkler olarak?

“Ehli sünnet vel cemaat” arkadaşlar ama Rasulullah’ın yaşadığı hayatı geri, geride bırakılması gereken, o zamana mahsus bir hayat modeli olarak kabul ediyorlar. Sorsan ehli sünnet…Rasulullah eliyle yerdi denilince içinde bir burkulma duyuyor. Sonra da bize Müslüman numarası yapıyor. İyi, doğru ve güzel halledememişsek daha cehaletten kurtulamamışız demektir. Cehl ile ilm bir arada durmaz. Rasulullahın yerde oturarak yemek yemesini, hasırda uyumasını utanılacak ilerleme ve kalkınma ile geride bırakılacak bir hayat modeli olarak görüyorsun, (yani aslında o hayatı utanılacak bir hayat olarak görüyorsun) sonra da şahadet getiriyor ve o şehadette Muhammed ismini anarken utanmıyorsun. 

Rasulullah’ın ‘ahir zaman peygamberi’ olduğunu söylemiyorlar artık. Çünkü kıyamete doğru gittiğimiz; yani iyiye doğru değil, kötüye doğru gittiğimiz saklanmak isteniyor. Akşam uyurken artık yarına çıkabilecek miyiz endişesi taşımıyor hiç birimiz. Çünkü ödenecek taksitlerimiz var. Altına girdiğimiz bankalar ve borçlarımız var. Biliyoruz onlar bizim ölmemize izin vermezler. bilmem neyimizin yeni modelini almaya çıkacağız yarın AVM’ye. Ne ölmesi? Aldığımız arsaların, yatırımlarımızın değeri ikiye katlanacak daha… Ne kıyameti? 

Gelişim ve kalkınma adı altında her türlü gâvurluğa razı olalım diye kötüye, felakete, kıyamete gittiğimiz söylenmiyor. Ve biz gâvurların bizi daha çok köpekleştirmek için uydurduğu hayat tiplerine daha çok intibak ettikçe kuvvetlendiğimizi düşünüyoruz. Daha çok gâvur köpekliği; daha çok manca, daha büyük işkembe… İşte bak büyüyoruz, büyüyor Türkiye. 

Büyüyorsun be kardeş ama neren büyüyor senin? 

‘Türkiye büyüyor’ denilince neresinin büyüdüğünü sana söyleyecek mi sandın bağırsak tüccarı? 

Gelişiyor şehirlerimiz… Dairelerimiz, mutfak ve bağırsaklarımız gibi büyüyor onlar da. Kendine mahsus halinde kalamazmış hiçbir şey ilerlemeli bir an evvel kalkınmalıymışız. Köylerimiz mahalleye, mahallelerimiz sitelere evlerimiz konutlara dönmeliymiş. Anneler anne değil doğuran ve kreşe gönderen canlılar olmalıymış. Babalar çocuklarına hami olmamalı tedip ve terbiye etmemeliymiş, aidat ve taksit ödesinler yetermiş. Eve ihtiyaç yok, toprak nemize lazım gelişelim arkadaşlar kişi başına kaç metre asfalt döktük övünsün belediyeler. Kilitli taş döşeme şampiyonlarımız olsun. Yağmur yağınca toprak kokusuna ne hacet AVM’lerin maliyet artıracak diye tekrar tekrar içeri pompalanan pis kokusu nemize yetmez.

Medeniyet treninde biz de bir vagon olmalıymışız. Kaçırmamalıymışız fırsatları bir koyup beş almalı namusu verip para almalıymışız. Kamusu verip dikşineyr almalışmıyız. Nasıl olsa herkes satacak… Henüz para ederken ilk önce biz satmalıymışız dinimizi. İlerleyim beyler. Çabuk olalım düşünmeden tereddüt etmeden ilerleyelim. Bak geride bekleyenler var. 

Rakamlar ve istatistikler yalan söylemez bak. İlerliyoruz. Bıraktık geride ne bırakılması gerekliyse. Ayağımıza bağ olan ne varsa bıraktık. Kendimize yetecek kadar ekmeği, zeytini peyniri üretmeye ne gerek var. Bak markette hazır bekliyor seni. Sigortalı işçi (çağdaş köle)sin nasılsa maaşın var ver parayı al peyniri. Ne işin var koyunla inekle, kim çekecek ahır kokusunu? Bak en ucuzundan ve en modasından parfüm aldın marketin promosyon bölümünden. Hem egzoz kokusu var mıydı böyle türüm türüm kokan köyde? Senede üç ay çalışıp 9 ay nerde muhabbet orada sen gezeceğine senelik izin yapıp diğer günler tam mesai yapsana! “Çalışmak ibadet” nasılsa… 

Akraba ziyateriymiş dost sohbetiymiş geç bunları. Para lazım evin kredi borcu var. Avradın gün parası var. Çocuğun okul taksidi var. Gerçekçi ol kardeşim şehirde yaşamaya mecburuz. Sıkışınca şu çocukların okulları olmasa bir gün durmam diyorsun haklısın. Ne yaptıysak çocuklarımızın istikbali için yapıyoruz…

İstikbal nerede? Gelecek neyi getirecek? Neyin ümidi içindeyiz? Bir ümidimiz kaldı mı? 

(Bu yazı Hanyalı Konya mecmuasının 6.sayısında da neşredilmiştir.)