Öncelikle yiğidin hakkını yiğide bir verelim sonra diyeceklerimizi diyelim.

Konya Kitap Günleri’nden bahsedeceğim.

Konya bu işi güzel yapıyor. Konya Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın organize ettiği ve 17-28 Ekim 2019 tarihleri arasında, sadece Konya’nın değil ülkemizin yüz akı niteliğinde olan Selçuklu Kültür Merkezinde, on gün süre ile devam edecek olan Konya Kitap Günleri muhteşem kalabalıklara sahne oluyor.

Her şey o kadar güzel ki, kitap tanıtım ve imza sergilerini gezerken insanın içi açılıyor. Herkesin yüzü gülüyor. Öğrenciler her sabah özellikle saat 10.00 ile 12.00 arasında öğretmenlerinin kontrolünde yani onların tanıtım ve değerlendirmeleri eşliğinde cıvıl cıvıl bir halde salonları, sergilerin önlerini dolduruyorlar.

Aldığımız bilgilere göre; “Konya Kitap Günlerine; 250 yayınevi, 450 yazar katılıyor ve 500 etkinlik yapılacak bu sürede… Bir milyondan fazla kitap var sergilerde...”

Her gün işinin uzmanı olanlar tarafından verilen konferanslar da oldukça doyurucu.

Konya; 2011 yılından beri halk kütüphanelerini ziyaret bakımından birinciliği hiçbir ile kaptırmıyor.  Konya bu alanda her yıl Türkiye birincisi… Bir Konyalı olarak bu durumdan da gurur duyduğumu açıkça beyan etmeliyim. Bu ölçü elbette Konya Kitap Günlerine de yansımalıydı ve yansıdığı da her halinden belli zaten.

Yalnız benim de gözüme batan bir durum var. “Ünlü İsimler Konyalılarla Buluşacak” isimli afişteki “Ulusal Yazar ve Şairler” tek tek isimlendirilip, resimlendirilirken,  Konyalı Şair ve Yazarların böyle bir sınıflandırmada ve tanıtımda yer almamaları dikkatlerden kaçmadı. Bu konuyu bu cümlelerle yazmazsam kendime de saygısızlık edebileceğim kaygısını taşıyorum ve bu yüzden de konunun altını sadece bu şekilde çizmek istedim. Belki de bu konu da benim bilmediğim teknik bir durum da olabilir diyerek bu konuyu da geçiyorum.

Bir başka konu da kitap sergilerinin önündeki kalabalıklardan ziyade, özel olarak “Ünlü İsimler” için açılmış imza masalarıydı. Elbette Kitap Günlerinin lokomotifi durumundaydı o masalar. Zira o masalarda, oldukça “ünlenmiş” isimler kitaplarını imzalamaktaydılar. Gerçekten de o masaların önünde öyle kuyruklar oluşuyor ki bazen üst kattan alt kata inmek için siz de kuyruğa girmek zorunda kalıyorsunuz. Zira o kalabalıktan geçip yürüyen merdivenlere ulaşmanın imkânı yok…

Burada o “Ünlü İsimleri” isim isim sayacak değilim elbette. Ulusal televizyonlara çıkma fırsatı yakalamış ya da son zamanların ülkemizdeki en yoğun bir şekilde takip edilen televizyon dizilerinde rol alma imkânı bulmuş ve elbette yaptıkları işlerinde oldukça başarılı olan şahsiyetlerin yazmış oldukları kitapları almak için oluşan kuyruklara gıpta etmemek elde değil.

“Ünlü İsimlerin” kitaplarındaki kaliteyi inkâr etmeden, ifade etmek istiyorum ki, o kitapların gölgesinde kalmış, kitap sergilerinde okuyucu ile buluşmayı bekleyen okuyucu ile tanışma hazzını tatmak için tezgâhın üzerinde olanca ağırlığı ve kalitesiyle duruş sergileyen binlerce kitaba ve onların “USTA”LARINA üzülmemek elde değil. O kitapların üretilmesi için harcanan emeklere, alın terine de tıpkı kavuşmak için kuyruklar oluşturduğumuz, sayfalarıyla göz göze gelmek için sabrımızı sonuna kadar kullandığımız, yüz yüze olmak için saatlerce beklediğimiz gibi onlara da hiç olmazsa o ihtimamın bir kısmını göstermeliyiz diye düşünüyorum.

Benim bildiğim, okuduğum, okudukça ağlatan ya da kahkahalara boğan, sayfalarına girdikçe bilmediklerimi öğreten, bildiklerimi çürüten ne yazarı meşhur ne kitabı altın yaldızlı kapaklara sahip öyle hikâyeler öyle romanlar öyle şiirler öyle yaşanmışlıklar içeren  kitaplar var ki; “kalite” deyince öne bir adım atan ancak “popülerlik” deyince iki adım geriye çekilen bir pozisyon almışlar maalesef…

Ezcümle; “ben şerit değiştiriyorum… Ya televizyon dizi yapımcılarının ya da ulusal televizyonların patronlarının gözüne girmek bundan böyle birinci vazifem olacak” dediğimde “imza günü” arkadaşlarımın tebessümleri ve tabii ki hayalleri, Konya sınırlarını çoktan aşmıştı bile…