Bugün bir hikaye ile başlamak istiyorum yazıma…

Malum Konya’da darp edilen bir kadını korumak için araya sonra da 19 ayrı suçtan sabıkası olan bir kişinin ölümüne sebep olan Kadri Şeker’in hikayesi bize çok şey öğretti…

Ne öğrendik?

Bizim değerlerimizin bazen bilerek ve isteyerek bazen de hiç farkında olmadan yok edildiğine üzülerek şahit oluyoruz.

Bu kez hangi değerimiz?

Yarım etme ve güven… Gerçi güven kavramını çoktan yitirmiştik ama Kadir Şeker olayıyla birlikte iyice yok olmaya başladığını bir kez daha gördük.

Yardım etme duygusu mu?

Hadi önce hikayeyi okuyalım… Belki sosyal medyada sıkça karşılaştığınız bir hikaye ama yine de buyrun…

Sıcak bir yaz günüydü. Devesinin üzerine binmiş, ıssız çöllerde yolculuk yapmakta olan bir bedevi, yorulunca biraz oturup dinlenmeye karar verdi. Uzaktan  güçlükle yürüyen, dudakları susuzluktan kurumuş bir adam yanına geldi.

Adam bedeviyi görünce hemen: “Su!..” dedi. Çok yorulmuş ve çok susuz kalmış olacak ki adam acele edercesine: “Ne olur biraz su!..” dedi.

Susuzluktan mecâli kalmayan, hararetten dudakları çatlamış adam, hal ve tavırlarıyla durumun ciddiyetini göstermek istercesine davranışlar sergilemeye başladı. Kendisine acındırarak, vaziyetinin kötü olduğunu anlatmaya çalıştı ve zor hareket eden diliyle tekrar şöyle söylendi:

“Uzun süredir yollardayım; çok ama çok susadım. Ne olur biraz su!..”

Bedevi, adamın haline baktı ve acıdı. Çölde yolculuk esnasında kendisinin de en büyük ihtiyacı olan su kabını derhal devesinden alıp o adama uzattı. Adam suyu içince  gözü açıldı, dinçleşip kendine geldi. Fakat tam o sırada, beklenmedik bir harekette bulundu. Birden, âni bir hareketle bedeviyi itti ve yere düşürdü. Sonrada devenin üzerine atlayıp kaçmaya başladı.

Bedevi neye uğradığını şaşırmıştı. Bu adamın yaptığına ne demeliydi? İyilik yaptığı adamdan kötülük görmüştü. Telaş ve heyecan içerisinde, şaşkın bir vaziyette donup kaldı. Ne yapacağını bilemedi? Hırsızın arkasından hayretle ve şaşırmış bir vaziyette bakarken birden aklına hırsızın peşini takip etme düşüncesi geldi. Adamın peşinden koşmaya başladı. Fakat ne çare?

Hırsız deveyi koşturarak uzaklaşıp gitmişti. Aralarındaki mesafe bir hayli açılmıştı. Hava da çok sıcaktı. Ona yetişmesi mümkün değildi.

Bedevi, ona ulaşmaktan ümidini kesince arkasından şöyle seslenmeye başladı: “Dur!.. Bir dakika dur!..” Bir çift sözüm var sana!..”

Adam  bedevinin sesini işitiyordu. Fakat hiç aldırış etmiyordu. Üstelik deveyi daha süratlendirerek yoluna devam ediyordu.

Çaresiz kalan bedevi, adamın arkasından hem koşturuyor hem de sesleniyordu:

“Ey hırsız, tamam!.. Deveyi al git, ama sakın bu olayı kimselere anlatma!..”

Hırsız bir an duraksar gibi oldu. Çünkü bedevinin bu isteği tuhafına gitmişti. Kendi kendine “Acaba yanlış mı duyuyorum?” dedi. Kulağına gelen sesi iyice dinledi. Ses ve söz aynıydı:

“Ey hırsız!.. Tamam!.. Deveyi al git, ama sakın bu olayı kimselere anlatma!..”

Bu ne demekti? Bedevi niçin “Kimselere anlatma!” diye sesleniyordu?

Bu isteği tuhaf bulan hırsız, devenin süratini kesti. Hafif durur gibi yaptı: Bedevinin kendisine sesini duyacak kadar yaklaştığını görünce ona: “Niçin kimseye anlatmayayım?” diye sordu.

Bedevi ona insanlık adına bir ders vermek isteyerek şöyle dedi: “Eğer sen bu hadiseyi insanlara anlatırsan, bu yaptığın yanlış hareket her yere yayılır. İnsanlarda iyilik yapma, yardım etme duyguları körelir. Kalplerdeki şefkat ve merhamet hislerinin zayıflamasına, hatta yok olmasına sebep olur. O zaman insanlar bir daha muhtaç, garip, yolda kalmış kimselere yardım etmez hale gelir. Issız çöllerde yolculuk yaparken ihtiyaç içinde susuzluktan kıvranan bir yolcu görseler hiç ilgilenmezler. Görmemezlikten gelirler. Bu ise insanlık adına büyük bir kötülük, hatta düşmanlıktır.”

Bu sebep; “Sakın kimselere anlatma!.. Kötülüğü ifşa etme!.. İnsanlar arasında yayma!..”

İnsanlardaki mürüvvet ve yardımseverlik duygularını öldürmüş olma. İnsanoğlunun hata ve kusurları, kötü davranışları ifşa etmesi, toplum içerisinde yayması, hem kendisi hem de toplum açısından telafisi mümkün olmayan zararlara yol açar.

Kötülüğü ifşa etmek, her şeyden önce, hata ya da kusur işleyen insanı ya da kötülüğe maruz kalan kimseyi rencide eder ve incitir. Onun saygınlık ve itibarını zedeler.

Nasıl?

Her zaman anlatılan, kaynak kitaplarda yer alan bu hikaye tam da Kadir Şeker’in bize öğretmek isterken kaybettiğimiz duygular değil mi?

Kaybettiğimiz değerler…

Kadir Şeker’in olayının hukuki tarafı hukukçuların işi ama insani tarafında sınıfta kaldık.

Hayırlısı…