Trump’ın İran ile imzalanan nükleer anlaşmadan tek taraflı çekilmesiyle birlikte yeniden şekillenen tablo; İran, bölge ülkeleri, Türkiye ve dünya siyaseti açısından önem arz etmektedir. Ortadoğu’nun geleceğinde; İsrail, Rusya, Türkiye ve özelinde İran’ın durumu doğrudan etkili olmaktadır. Bunun yanında İran’ın bölgesel bir aktör olarak kendisini konumlandırdığı durum itibariyle önemi de göz ardı edilemez. Üstelik, yazımızın da ana konusunu oluşturacak olan ‘’İran’ın Nükleer Gücü’’ hadisesi bu noktada dünya siyaseti açısından da önemlidir.

Ruhani’nin geçen haftalarda yapmış olduğu açıklamalar çerçevesinde, İran’ın süreçte ambargolardan etkilenme durumunun boyutunu görmüş olduk. Devrim sonrası dönemde hiç yaşamadıkları bir baskıya maruz kaldıklarını ve İran-Irak Savaşında ki dönemden daha zor bir süreç yaşadıklarını ifade etti. Bu anlamda İran ile ilgili hazırlanan kimi raporlara bakıldığı takdirde bunu destekleyen birçok tespit bulunabilecektir. Öyle ki; İran’ın yaşamış olduğu ekonomik daralmanın artık sosyal anlamda bir patlama riski taşıdığıyla alakalı ciddi analizler ile karşılaşmak mümkündür. 

Bunun yanında özellikle Suriye özelinde coğrafyada oyun kurucu olmak isteyen İran’ın hamleleri de son süreçte bu işten bağımsız düşünülemez. İçeride yaşamış olduğu bu sıkışma ve uluslararası baskı ile kendisine alan oluşturmaya çalışan İran’ın, Suriye’nin geleceği noktasında nasıl bir hamle yapacağı da bölge açısından önemlidir. 

İran’ın Nükleer geçmişi ve bu anlaşmanın içeriği ile neden Trump’ın çekildiği soruları konunun anlaşılması açısından kıymetlidir. Bunun için konunun tarihsel bağlamına değineceğiz. İran’ın nükleer çalışmaları ABD’nin ‘’Barış İçin Atom’’ programı kapsamında 1950’li yılların ortalarında başlamış ve programın nüvesini Tahran Üniversitesi bünyesinde kurulan 5 megavatlık araştırma reaktörü oluşturmuştur. Şah döneminde İran’ı Nükleer konusunda destekleyen ve bu konuda eğitim veren devletlerin tamamı bugün İran’a karşı en ağır açıklamaları yapan devletlerdir. ABD önderliğinde başlayan bu süreç Şah’ın aynı zamanda döneminde dünyanın en büyük uranyum zenginleştirme şirketinin % 10 hissesini almasıyla aslında daha da önem arz etmeye başlamıştır. 

1979’da devrim sonrası süreçte ise İran nükleer ile ilgili imzalanan bütün anlaşmaları iptal etme kararı aldı. Irak savaşı sürecinde ki ekonomik maliyet dolayısıyla nükleer konusunda uzun bir süre ilerleme kaydedilemedi. Ancak İran’ın savaş sırasında caydırıcı güç olarak nükleerin önemini fark etmesi ve uluslararası baskıya karşı rejimin elini güçlendirmesi gerektiği düşüncesi, Rusya tarafından destek bulunca tekrardan nükleer santrallerin kurulması kararlaştırıldı.

İran’ın hem rejime karşı uluslararası baskıyı göz önüne alarak hem de Irak Savaşından kalan tecrübe ile ‘’caydırıcılık’’ üzerinden attığı bu adım aynı zamanda İran’ın Şii milliyetçiliğine hitap ederek, İran’ın ulusal birlik konusunda bir tür yapıştırıcı işlevi görmektedir. 

Tabii uluslararası güçler ve özellikle ABD, İran’ın bu tutumu üzerine karşı tavır aldılar. Bu tavır dönem dönem krizlere dönüşmekle beraber İran’a karşı birçok yaptırımın değerlendirildiği şekilde bu zamana kadar geldi. Ancak gerginliği arttığı ve İran’ın ekonomik anlamda bu baskılara dayanma gücünün kırıldığı yıllarda İran-Türkiye-Brezilya arasında bir anlaşma imzalandı. 2010’da imzalanan ‘’Nükleer Takas Anlaşması’’ ile uluslararası kamuoyuna uzlaşı için somut bir adım atılmış oldu. Daha sonra yapılan görüşmeler ve anlaşmalar çerçevesinde İran’ın nükleer anlamında denetlenmeyi kabul etmesi ve şeffaflık noktasına dair olumlu yaklaşımı sayesinde ekonomisinin toplanması adına yaptırımların kaldırılması üzerine 2015’te anlaşmaya varıldı. Bu anlaşma ile normalleşme adına bir umut doğmuştu denebilir. 

Yukarıda da bahsedildiği üzere Trump’ın bu anlaşmadan tek taraflı çekilmesi ve yaptırımlar uygulama kararı bu tabloyu olduğu gibi değiştirdi. Ambargo kararını genişletmesi ve muafiyet tanıdığı ülkelerin bile süre zarfında ambargoya dahil edilecek olması bu konuda ki tutumunun boyutunu gösterir niteliktedir. Üstelik son dönemlerde ki açıklamalarına bakılırsa Trump, İran’a karşı el yükseltmekten geri duracağa benzemiyor. İran’ın ise içeride ki sıkışmalara ve ekonomik daralmaya uzun süre dayanması mümkün gözükmüyor. 

Türkiye’nin bölgesel anlamda İran ile ticaret ve enerji ilişkileri yanında bölgesel güç bağlamında ki durumu, bu işten doğrudan etkilenmesi adına yeterlidir. Türkiye’nin ABD’nin baskılarına rağmen İran ile ilişkilerine devam edeceği söylenebilir. Hatta Türkiye son aşamada daha önce olduğu gibi bir arabulucu rolü üstlenme girişiminde de bulunabilir. Üstelik Suriye’nin geleceği başta olmak üzere Ortadoğu’nun şekillenmesinde etkisi azımsanamayacak boyutta olan İran’ın Türkiye açısından göz ardı edilmesi mümkün olmayacaktır. 

Son olarak İran’da olası bir sosyal patlamanın Türkiye’yi doğrudan etkileyeceği kesindir. İran’da oluşacak bir krizden Türkiye bölgesel ilişkiler bağlamında en çok etkilenecek devlet olacaktır. Hatta bu krizin boyutu kapsamında Türkiye’ye ‘’göç akışı’’ bile ileriye dönük olası başlıkların arasındadır.