İnsan ihtiyaçları önceki zamanlarda sadece kendi bedeni içindi. Özellikle de “boğazını doyurma” çabası diğer bütün çabaların üzerinde bir çabaydı.

Gerçi şimdi de öyle ama kendini doyurmak için şimdi daha fazla adam öldürmek gerekiyor ve tam burada devreye teknoloji de giriyor maalesef...

Mesela eskiden insanoğlu; eşeğinin bir yanına bir çuval tohum, diğer  yanına da kara sabanını sarar, bir çift öküzünü de önüne katar, tarlasına varır, çiftini kurar,  tohumunu el yordamıyla saçar ve karasabanıyla tarlanın bir başından diğer başına gide gele tarlayı sürer ve yağmuru da Allah’a havale ederek ekin olmasını, ekinin başağa durmasını beklerdi…

Ondan sonrası da yine bir derin hikâyeydi. Buğdayın su değirmenine gidinceye, tekneye girip hamur oluncaya, ekmek ocağında pişip sofraya gelinceye kadarki her safahatı ayrı bir emek ister, yoğun bir çile çekmeyi gerektirirdi. Ama dedim ya hep el gücüyle, kol gücüyle ve büyük tehlikelerden de oldukça uzakta kalarak yapılırdı bu işler.

Gücünden faydalandığın eşeğin ayaklarına nalını çaktırdın mı, sırtına da semerini vurdun mu, iş urganına, palanına kalırdı ki; onları da keçinden, koyunundan kırktığın kılla, tüyle ya da toprağa ektiğin ketenle kenevirle elde eder, eğirir, kullanıma sunardın. Neredeyse her türlü ihtiyacını emeğinle, beden gücünle ve toprağın sana verdiği nimetlerle karşılar pek fazla bir şekilde muhannete muhtaç olmadan üretir ve tüketirdin.

Kullandığın hayvanların yiyeceklerini doğadan karşılar, kışlık ihtiyaçlarını da yine doğadan temin eder, samanlığını tıka basa doldururdun. 

Evini barkını yine doğadan temin ettiğin taşla, toprakla, ağaçla, suyla ve el emeğiyle yapar, hiçbir fabrikaya, holdinge, şirkete, sanayiye muhtaç olmadan, sadece toprağın ve suyun imkânlarıyla hayatını idame etmeye çalışırdın.

Akan derelere kement vurmaya, dağların arasına barajlar kurmaya, bir taraftan suyu toplarken, diğer taraftan ovaları kurutmaya tevessül etmezdin.

Ayağının çarığını, sırtının urbasını, başının şapkasını dahi kendi ürettiğin ürünlerden karşılar, teknolojinin insanı esir eden günümüz araç gereçlerinin giderleriyle sıkboğaz edilmezdin.

Yaptığın bütün bu meşakkatli işlere rağmen, komşuluk ilişkileri, imece ve diğer bütün yardımlaşma konuları, küçüklere sevgi, büyüklere saygı gibi insani değerlere de yeterince zaman ayırırdın. Bu gibi konular vazgeçilemeyecek görevlerden sayılırdı.

Eğer komşun dağa ekin biçmeye gitmişse; davarını, sığırını toplar, ahırına katar hatta yemini, suyunu dahi verirdin. Böyleydi insanlık, böyleydi komşuluk…

Ya şimdi öyle mi?

Kendi bedeninin ihtiyaçlarını karşılamak için, sadece doğanın sana verdiği imkânları  kullanmaktan başka, kendi ayakkabılarının dışında, kullandığın aracın lastiklerini, kendi midenin istekleri dışında aracının yakıt deposunu, kendi hastalıklarının yanında aracının hastalıklarını, arızalarını, kendi barınağının dışında onun da barınağını, evindeki çamaşır makinesinin, buzdolabının, bulaşık makinesinin, ütünün, televizyonunun, telefonlarının bakımlarını, tedavilerini yaptırmak, faal olabilmeleri için onların da midelerini doyurmak zorundasın.  

Üstelik onları kullanmaktan mütevellit harcadığın; elektriğin, suyun, onlar yüzünden kirlettiğin çevrenin bedeli olan ve üzerine fatura edilen parayı kazanmak için de hayatın boyunca ve insanoğlunun kendi eliyle çoğalttığı çok büyük tehlikeler içinde kelle koltukta mücadele etmek mecburiyetindesin.

Bu masrafları karşılamak için kendi bulunduğun dar çevrede kazanacağın paranın taliplisi çok olduğu için bölgenden uzaklara gitmek, ulaşım vasıtalarından olan, kara, hava ve deniz araçlarından istifade etmek zorundasın.

Demem p ki, ölüm sebeplerini kendi ellerinle çoğaltıp, yine ölümleri azaltmak için çareler arayan bir zavallılık içindesin.

“Teknolojinin bu kadar gideri olmasının yanında hiç mi getirisi yok?” dediğinizi duyar gibiyim. Elbette getirileri var. İnsan hayatını kolaylaştırıcı işlevleri de var. Var amma velakin işin bir de “amması” var. 

İnsan hayatının kolaylaşması demek, insanın  robotlaşması, iki adımlık yere bile kendi doğal ulaşım araçlarıyla değil de teknolojik vasıtalarla gitmesi, teknoloji ile elde ettiği ürünlerin genetik yapısı gibi sorunlara muhatap olması, kazandığı paralarla daha çok bina, daha çok beton yığınına sahip olma hırsı, verimli toprakların fabrika atıklarıyla heder olması, inşaat kirliliğine kurban edilmesi, çayırlık, bataklık arazilerin, göllerin, derelerin yok olması gibi sorunların ortaya çıkması gibi sorunların yanında getirilerinden söz etmek ne kadar faydalı bir husustur acaba? Bunlar yok olduktan sonra, teknoloji ne işe yarayacak, insanoğlu nasıl yaşayacak, hiç düşünenimiz var mı acaba?

Nihayetinde temiz bir çevre ve insanın sağlıklı yaşatılması amaç olmalı değil midir? Doğrusu ben bu teknoloji denilen şeyden hiç hoşnut değilim ama ne çare ki tam da orta göbeğinde yaşamaya mecbur bırakılıyorum.

Acaba teknoloji dediğimiz olay çağımızın bir vebası mıdır? Acaba karasabanlı çağlar, geleceğin ulaşılmak istenip de oralara şimdi övünülen teknolojinin bile ulaştıramayacağı bir ütopya olarak mı kalacaktır veyahut da Mars’a gitme merakı gibi yeniden o çağlara dönmenin de hesapları yapılmaya, yöntemleri aranmaya mı başlanacaktır?

Hızlı tiren kazasında vefat eden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralananlara da acil şifalar diliyorum.