Yeni bir asgari ücret dönemi geliyor.

Bir pazarlıklar tiyatrosu diyelim.

Oynayanlar iktidar, muhalefet, işveren ve işçi sendika başkanları.  Bu oyun on yıllardır sahneleniyor.
Sadece bizim ülkemizde de değil, gelişmekte olan bütün ülkelerde benzer bir oyun sahnede. Geçenlerde İyi Parti Milletvekili Durmuş Yılmaz’a atfen bir yazıda; Sayın Durmuş Yılmaz ‘’ Yoksullukla mücadele edilmiyor, yoksulluk yönetiliyor’’ diyordu.  Yazının aslına ulaşamadım ama bu bakış açısını ve eleştiri biçimi dikkatimi çekti.

Gerçekten yoksulluk çözülmeye mi çalışılıyor, yoksa yoksulluk bir şekilde idare mi ediliyor? Bu sadece temsilciler, vekil ve yöneticiler düzeyinde değil; işveren ve çalışan düzeyinde de geçerli.

Bir türlü işin özüne ulaşamıyoruz. İnsan kaynaklarımızı bir bütün halinde ele alıp, ona göre insan yetiştirmediğimiz sürece de böyle olacak. Durumu idare edeceğiz. Pansuman çözümlerle sürdürülebilir gelişme sağlanabilir mi? Kıra döke işte. Bir tarafta, kalifiye eleman açığı, bir tarafta boşta gezen üniversite mezunları.

Bir tarafta öğretmen açığı, bir tarafta yüz binler ile ifade edilen, atanmayı bekleyen öğretmen adayları.

Bir tarafta boşta binlerce hektar arazi, yüzbinler ziraat mühendisi, milyarlarca dolar teşvik, diğer tarafta içler tarım, memnun olmayan tüketici, sürünen çiftçi.

Bir tarafta katma değeri yüksek ürün üretmekte zorluk çeken sanayi, bir tarafta yurt dışında çalışan kalifiye binlerce insan kaynağımız.

Asgari ücret yüksek mi düşük mü?  Yüz lira fazla versek rekabet gücümüz artar mı azalır mı?

İşveren asgari ücreti esas ücret olarak uyguluyor. Artsa ne olacak.

Asgari ücret yükseldikçe işveren neredeyse   hiyerarşik yapıyı kaldırıp yatay organizasyonla şirketi yönetecek. 

İşçi asgari ücrete işvereni satın almış durumda.  Canı sıkılırsa işe gelmiyor, iş değiştiriyor. Nasıl olsa diğer işletmeler de asgari ücret veriyorlar, diyor.

Çalışanın bilgi beceri, deneyim, sağladığı katma değerle orantılı bir değere ulaşmıyor. Belki kendini vazgeçilmez noktalara getiren çalışanlar, giderim ha; diyerek ücretini arttırma yoluna gidiyor. Yani insan kaynakları özel sektörden devlete potansiyeli yeterince değerlendirilen bir kaynak değil.

Milli eğitim bakanımız sayın Ziya Selçuk öğretmenliği hak edenlere pedagoji formasyonu ücretsiz vereceğiz. Amacımız öğretmen destek noktaları ile sürekli gelişen sürdürülebilir kaliteli eğitime ulaşmak hedefimiz diyor.

Çok güzel ama biraz hızlı olmamız gerekiyor. Bence insan kaynağı potansiyelini değerlendirmek bir seferberlik konusu olmalı.

Bu çatışma noktalarını çözmeden asgari ücreti arttırmak, azaltmak bir tiyatro oyunundan başka bir şey değil.

İşveren kaliteli eleman açığım var diyor ama kaliteli elemanı doğru kullanmayı başaramıyor.

Bir keresinde bir patronla OSB müdürü arasındaki konuşmaya şahit oldum. İşveren bize kalifiye işçi lazım. Bu konuda üzerimize düşeni yapacağız. Personel dayandıramıyoruz diye şikayet etti.

OSB Müdürü; “işçilere ne kadar ücret veriyorsunuz?’’ diye sordu. Asgari ücret, cevabını alınca bu şekilde nasıl kalifiye elemana ulaşacaksınız diye sorunca konu sonlanmış oldu.

İşyerinde eğitim yok. Bilinçlendirme yok. Performans değerlendirme yok.  İş tanımı yok.  İşe başlarken oryantasyon yeterli değil. İşe başlayan çalışanları işe alıştırma süresi belli değil. İnsan kaynakları diye kurulan departmanlar bir kere insan kaynağı yönetimi yapmıyor. Yaptırılmıyor. İK görevlisi işe alma ve ilişik kesme ve personelin muhasebe ile ilgili kayıt ve dosyaların düzenleme memurundan başka bir şey değil. Yapmak istese de, “insan kaynakları performans değerlemesi’’ öyle samimi bir şekilde istenen görev değil. Bırakın böyle bir işletmeye başlayan insanın her gün yeni bir bilgi, beceri, deneyimle gelişmesini, sahip olduğu değerlerini ve kendine saygısını kaybederek işten ayrılmak zorunda kalıyor. Veya katlanabildiği kadar katlanıyor.  Çünkü gittiği yerde de daha iyi bir ortam bulacağından endişelidir.

Yani asgari ücret belirlenip baz ücret kabul edilip; sonra üzerine bilgi, beceri, deneyim ve işe katkısı ve işte meydana getirdiği katma değere göre gerçek ücreti alabileceği bir ortam sanayimizde daha oturmamış.

Olay zaten ortada.  Komisyonun hedefinde yoksulluğu çözmek yok. Bir şekilde şirin görünüp yerlerini sağlamlaştırmak ana hedef. Katma değer üretimi, insan kaynağı potansiyelini harekete geçirmek, insanca yaşamı tesis etmek bunlar hepsi güzel dileklerden öte gidemeyen sözler. Hadi hepsini geçtik, işçi sendikaları gerçekten samimi olsalardı, işçilerin kalifiye özelliklerini zenginleştirmek için mücadele ederlerdi.
İşveren yapmazsa kendileri hizmet içi eğitimlerle, performans değerlerini arttırma ile işçinin çalışmasını, yaşamda yer edinmesini temin ederlerdi.

Ama maalesef sadece ücreti ön planda tutarak işçinin gelişmesini herkesten çok engelleyen taraf işçi sendikaları oluyor.

İşçiyi eyleme davet etmek, işçinin ücreti için mücadele ediyormuş gibi davranmak tiyatro değil de nedir.

Belki de bu vahşi kapitalizmin dayattığı önemli bir davranış şekli.

İşçi ücretinin düşüklüğü ile rekabet, ancak 1970 model iş anlayışı ile olur.

Zaman katma değer üretme zamanı ve bu kalifiye insan kaynağı ile olur. En temel işçiyi bile kendi kabiliyet ve potansiyeli elverdiğince daha gelişmiş ve katma değer üretebilir hale getirebiliriz.

Hedef insanca yaşama ulaşmak, daha kalifiye bir yaşamı üretmek olursa çözüm olur.