Yoğun gündemin, ülkemizin de dahil edilmek istendiği zorlu sürecin içerisinde Konya olarak kendi içimizde ciddi zorlukların yaşandığı günlerdeyiz.

Kötü bir haftayı geride bıraktık. Her anlamda kötü...

Önce şehit haberi geldi. PKK terör örgütü mensupları savunmasız ve sivil askerlerimizi sokak ortasında şehit edebilmek cüretini göstermişti. 

Onlara bu cüreti gösterebilecek gücü ve cesareti verenler utansın...

Ardından daha önce yaşanmış acıların tekrarı niteliğinde bir acı haber daha duyduk. Unutamadığımız Soma'yı hatırladık...

Ermenek'teki maden bölgesinde 18 maden işçisi halen yerin metrelerce altında, kurtarılmayı bekliyor.

Umut dolu haberler vermeyi biz de çok istiyoruz. Ama yok! Hiçbir gelişme, hiçbir değişiklik yok...

Sanki ders almamıştık daha önce yaşanan acılardan. Daha 5 ay önce Soma'da 300'ün üzerinde insanımız madende hayatını kaybetmişti. En azından cesetlerine ulaşılmıştı o insanların...

Şimdi de devlet tüm imkanlarını Ermenek için seferber etti. Etti de ne oldu?

Değişen hiçbir şey yok. Halen arama ve kurtarma çalışmaları devam ediyor. Ne hikmetse de bir türlü sonuca ulaşılamıyor. 

18 işçiyle alakalı henüz en ufak bir umut ışığı yok. İnşallah o karanlık kuyudan çıkarılırlar. Allah'tan umut kesilmez de, artık yaşamaları imkansız gibi. 

Ailelerin oradaki çalışmaları yakından takip etmeleri, derinlerden gün yüzüne çıkarılan suyun başında bekleyip, acılarını da alıp gidecekmiş gibi akıp giden o kirli suyu izlemeleri, zaman zaman kendilerine hakim olamayıp acılarını yüze vurmaları...

İnsan bir yerde 'değer miydi?' diyor... Yüzlerce insanın can verdiği o karanlık kuyuların çalışması mı gerekiyor? O insanların yaşadıkları acılara, bir tek insanın hayatını kaybetmesine değer miydi?

O karanlık çukurda hayatını kaybetmiş olan insanların ailelerinin yaşadığı acıyı tahmin dahi edemezsiniz. Empati kurmak dahi insanı korkutuyor. Allah muhafaza, düşünsenize, babanızı, kardeşinizi, ağabeyinizi, eşinizi, sevdiklerinizi yerin metrelerce altında kaybettiğinizi...

Nasıl bir acıdır, nasıl bir umuttur, nasıl bir bekleyiştir... İnsan bazen öyle büyük acılar yaşıyor ki, bunu diliyle söyleyemiyor. Ama gözleri o insanın ne büyük elem içerisinde olduğunu bir çırpıda anlatıveriyor. Ve işte o insanları böylesi harap ve bitap halde gördüğünüz zaman soruyorsunuz, değer miydi diye...

Büyük bir imtihan içerisindeyiz... Acı, acı doğuruyor adeta... Daha birinin verdiği yaraya merhem süremeden yenisi geliyor. Beterin beteri, sonra daha beteri geliyor...

Akşehirli 18 tarım işçisi de yine bir ihmal ile hayatını kaybetti. Üstelik büyük bir bölümü bayan, genç kız... 

Hayalleri vardı belki... O hayalleri gerçekleştirebilmek için çalışmak zorundaydılar. 

Çalışsınlardı...

Çalışmaktan gocunulur mu, bir şeyleri elde edebilmek için çalışmak lazım. Elbette ki çalışmalılar...

Ama birilerinin ihmalinin bedeli de bu masum ve mağdur insanların sırtına yüklenmemeli...

Türkiye'de insan canı ne kadar ucuz farkında mısınız?

Biraz dikkat edin anlarsınız... Her şeyin fiyatı zamlanıyor. Her geçen gün hayat şartları daha da zorlaşıyor. Ama bu sürecin ana faktörü olan insan, sürekli değer-kıymet kaybediyor.

Bir kurşunla, bir ihmalle, bir anlık hatayla insan canını kaybedebiliyor. Kazaya ve kadere inancımız var elbet. Ama eşşeğimizi de sağlam kazığa bağlamamız gerekiyor.

Hani diyorsunuz ya Sezai Karakoç'un dizelerinden yaptığınız alıntıyla, 'kader deyip geçme, kaderin üzerinde de bir kader vardır' diye. Bunu da görüyoruz. Var, hakikaten kaderin üstünde bir kader daha var...

Ve bu olaylar bir taraftan içimizi kanatsa da diğer taraftan düzenin bozuk olduğunu, bir şeylerin yanlış gittiğini gösteriyor bize.

Allah sonumuzu hayreylesin...

Mesnevi'den:

“Ey (hiçbir şeye) ihtiyacı olmayan (Allah)! Sen bizi her zaman tuzaktan kurtarıyorsun, biz ise tekrar bir tuzağa doğru gidiyoruz.”