Öyle yıllar yaşıyoruz ki;  insanlık sınavının sanki notları okunuyor.

O kelli felli, allı şanlı ülkelerin sınav notları kırık geliyor.

Patır patır dökülüyorlar.

Bir buçuk asırdır yükselen değer, medeniyetin temsilcisi gibi sıfatlarla toplumumuza ve dünya toplumlarına ölçü olarak sunulan ülkeler  ve birliklerin birer birer makyajları dökülüyor.

Öyle ki özgürlükler ülkesi,dünyanın en düzenli ve en iyi yürüyen sistemi Amerika,

Neredeyse medeniyetin geldiği son nokta olarak algımıza yerleşen Avrupa,son otuz yılda insanlık sınavına tabii oldu.

Bu ülkeler ; özgürlükler, barış, demokrasi,adalet,insan hakları gibi  uygarlığın ilkelerinin teminatı olan, gelişme için örnek alınacak değerlerin temsilcisi olarak algımıza yerleşti.

Eğitim ve öğretim sistemleri, adalet sistemleri, yaşam standartları, refah düzeyleri olmamız gereken yer olarak görüldü.

Önce birleşmiş milletler çöktü. 

Rusya, İran, Irak gibi ,Kuzey Afrika, Afganistan gibi Emperyalist güçlerin operasyon yaptığı ülkelere destek olan yaptırımların uygulandığı,

Bosna Kosova, Filistin, Myanmar, Somali gibi bölgelerde  asıl adalet, insanlık gerektiren sorunlarda karar alsa bile, aldığı kararları uygulanamayan bir örgüt.

Bu arada Güvenlik Konseyi gibi dünyayı  beş ülkenin vetosuna mahkum etmiş bir örgüt olarak insanlığın güvensizlik abidesi olarak gelişmenin önündeki en büyük engel.

Avrupa birliği ülkeleri,ve Amerika ;Asya’da Orta Doğu’da, Çok daha eski yıllardan beri Afrika’da kurmuş oldukları sömürü düzenleri ile bir buçuk asırdır maddi alt yapısını  hazırladıkları  refah ve güçleri, kapitalizmin sebep olduğu finansal dengesizliklerle ve gelişmekte olan ülkelerin gözünü de açmaya başlaması ile sendelemeye başladılar.

Bu denge kaybı kendi aralarında  sorunlara  yaşamalarına sebep olurken; (İngiltere&Amerika, İngiltere &Avrupa’da olduğu gibi), dünya ile de sorunları derinleşmeye başladı.

Küresel  dengeler yeniden kurulmak üzere son kırk yıldır  derinleşerek bozulmakta.

Yerini ve konumunu korumak isteyen Emperyalist güçler;  enerji çıkarları, şirket çıkarları gibi sebeplerle zaman zaman direkt savaşarak daha çok da marka savaşları, siber savaşları, terör örgütlerini taşeron olarak açıkça kullanarak kontrol, yıpratma ve yok etme yöntemleri ile çıkarlarını korumaya çalışmaktalar.

Bu durum öyle bir boyuta geldi ki; hem NATO hem  Avrupa birliği tam üyeliği müzakereleri devam eden   ülke , müttefik, stratejik ortak bir ülke olarak bize bile yaptırım yapma durumuna geldiler.

Neden;

Kıbrıs ve çevresinde garantör devlet ve kıyısı olan devlet olarak bize ait parsellerde petrol ve gaz aramak için, arama ve sondaj gemilerimizi bölgeye gönderdiğimiz için.

Biz gelmeyelim diye Kıbrıs sanki tek bir devletmiş gibi bölge ile alakalı olmayan devletlerin şirketleri ile anlaşmalar yaparak görünürde şirketleri hak sahibi yaparak devletleri bölgeye müdahil hale getirmek.

Bir tek Türkiye olarak ülkemizin böyle bir hakkı olmadığını iddia ederek.

Nereden nereye diyebilirsiniz.

Aslında  binlerce yıldır zaman zaman açıkça çoğu zamanda örtülü, siyasi ve diplomatik girişimlerle, kağıt üzeri taktikler,  uluslar arası antlaşma ve sözleşmelerle bir nevi kontrol altına alınıp yürütülmeye çalışılan Türklerin gelişiminin önünde engel oluşturma taktikleri şimdi yeniden açıkça uygulanmaya başlanmıştır.

Öyle ki ülkemiz içinde dernekler, birlikler, şirketler , basın, cemaatler, bürokraside görev alanlar, üniversiteler, seçilmiş öğrenciler gibi geniş yelpazede insanlara ve gruplara faydalar sağlayarak ülkemiz siyasetinde ve yönetiminde etkili olma stratejileri hep vardı.

Her görüşte siyasi parti ile dirsek teması hatta öyle iddialar vardı ki ülkemizde iktidara gelecek liderler bir şekilde onlarla görüşüyorlardı. Bu da normalmiş gibi algılanıyordu.

Ülkeler içerisinde iç karışıklıklar, siyasal, toplumsal ve finansal dengeleri bozucu hamleler ve daha da ileri giderek darbelerle etki düzeylerini güçlü tutuyorlardı. Bu hep biliniyordu ama ispat  edilemiyordu.

15 Temmuz kalkışmasında bu sefer bir cemaat içinden çıktılar ve suçüstü  yakalandılar. 
Bu kelli felli demokrat, insan hakları savunucusu,barış güvercini ülkeler  başarısız girişimle abandone oldular. Ne diyeceklerini bilemediler. Açıkça kınayamadılar.

Son 30 yılda ülkemizin sosyal, ekonomik, coğrafi, inanç hinterlandında  yapılan operasyonların en büyüğünü yapmak isterken kapanda yakalandılar.

Bu 30 yılda Irak, Afganistan, Mısır, Libya, Tunus, Yemen, Kosova, Bosna  gibi ülkelerde milyonlarca çocuk, kadın ,yaşlı demeksizin insanların katline sebep oldular, milyonlarca insanı göçe zorladılar, göç yolunda insanların telef olmalarına sebep oldular.

Sonuç; bu bölgelerde toplumlar 30 yıl evveline göre daha mutsuz, daha yurtsuz, yer üstü ve yer altı zenginliklerinin kullanım haklarını kaybetmiş  haldeler.

Görünen o ki; birkaç asırdır  sessiz sedasız sömürü düzeni ile  refaha ulaşan bu ülkeler artık bu refahla yetinememekte , daha fazla refah daha fazla etkili olma daha fazla dünyayı kullanım hakkı ile daha bir çok ülkenin insanlarını potansiyel yok edilecek gibi görmekteler.

Amerika ve Avrupa Birliği ülkelerini eleştiriyoruz da biz açıkçası medeniyet konusunda sınıfta kalıyoruz.

İşte bu durumda biz ne yapmalıyız?

Öncelikle S 400 ve sondaj konusunda iktidar ve muhalefetin göstermiş olduğu dayanışma çok önemli.

Burada muhalefetin bu yakınlaşmasını, iktidar korumak ve geliştirmekle sorumludur.  İktidara celal de lazım ama tevazu daha yakışır.

Artık  daha ilkeli, daha liyakatli bir yönetim sistemine geçmeliyiz.  Ve iktidar olarak hatta yapma hakkı muhalefete göre çok azdır.

İktidar muhalefetin eleştirilerine akılcı bir cevap sistemi kurmalı.

Öyle karşı tarafın hataları ile kendi hatalarını örtme sistemi gelişmiş bir ülkeye yakışmıyor.

Gürültülü konuşmalar, ithamlar karşı taraf sizi tahrik etse bile iktidara yakışmaz.

Muhalefet de iktidar ne yaparsa yanlıştır mantığı ile 1970 model  siyaseti bırakmalılar. Bu millet aptal değil. İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun seçilmesi muhalefete tam bir yol haritası. Pozitif yaklaşarak, alternatif politikalar üreterek iktidara gelineceğini gösterdi.

Siyaset sadece insanın açığını bulma becerisi değil, doğruyu taktir edebilme sanatıdır da.

Ayrıca toplum olarak da kendimizi eleştirmeliyiz.

Toplumsal düzeni sağlamak için alınmış kurallara uyum sağlama konusunda tamamlayıcı katılımcı olmalıyız.

Öyle polis var diye emniyet kemeri takmak, trafik kurallarına ancak polis kontrolü olursa riayet etmek, sigara içilmeyen yerlerde sigara içme girişimi, empati konusunda zayıf olmamız, konuşurken birbirimizi dinlememe özürümüz gibi özelliklerimizi törpülemeliyiz.

Eğer ülkemiz dünya düzeni içinde yer alacaksa bireyden devlete sorumluluklarımızı unutmamalıyız.

Yoksa iki kardeş, farklı inanç, bürokrasi, kültür, menfaat gibi hassas noktalarımızdan bizi bir birine düşman yapmak için emperyalizm çok mahir.

 İnsanlığı dünyanın merkezinde hakim kılmak istiyorsak önce insan olarak insanlık misyonumuzu gözden geçirelim. Bu dünyanın bizlere ihtiyacı var. Biz vicdanı gelişmeye ve insanlık adına kullanılmaya en müsait millet biziz.