Gün geçmiyor ki, Diyarbakır'da, Sur'da, Şırnak'ta, Hakkari'de, Tunceli'de, Mardin'de, Ankara'da, İstanbul'da, kısacası cennet vatanımızın sınırları içerisindeki herhangi bir yerde yeni bir terör saldırısı meydana gelmesin...

Gün geçmiyor ki, askerimizin, polisimizin şehit düştüğü bir gün olmasın...

Gün geçmiyor ki, aynı acıları tekrar tekrar, tekrar tekrar yaşamayalım...

Terörle yatıyor, şehit haberleriyle kalkıyor hale geldik.

Televizyon izlemekten, gazete okumaktan korkar hale geldik.

Zaten gazeteler, televizyonlar da bir taraftan şehit haberlerini verirken; diğer taraftan da uykuya yatmış olan zihinlerimizi uyuşturmak için elinden geleni yapıyor.

Burada bir gazeteci olarak özeleştiri yapmak durumunda hissediyorum kendimi.

Bir gün tam 24 saat...

Bunun büyük bir bölümünde, özellikle prime time adı verilen, televizyonların en çok izlendiği, radyoların en çok dinlendiği saatlerde diziler, magazin programları, evlilik programları gibi vıttırıvızık şeylerle günü geçiriyoruz.

Yaygın gazetelerin yıllardır yaptığı magazin sayfalarını artık mahalli gazeteler de yapar oldu. Hem de gazetelerin en renkli, en güzel sayfaları magazine ayrılıyor.

Kendi içimizde çelişkiye düşüyoruz. Bir taraftan şehit haberlerini verip, terör belasını kamuoyu ile paylaşmaya çalışırken; diğer taraftan da birbirinden alakasız bana açıkçası saçma gelen birçok şeyi de icra edebiliyoruz.

Zor bir dönemden geçiyoruz, hem de çok zor...

Acıları, izleri uzun süreler silinmeyecek ve hatta tarih derslerine, ders kitaplarına konu olabilecek, tarihe not düşülmesi gereken acı olayları üst üste yaşıyoruz.

Allah milletimize sabır versin...

Sadece sabır değil, akıl, izan versin...

Böylesi hassas bir dönemde biz gazetecilerin sorumlulukları daha da artıyor. Olanı olduğu gibi vermek ve kamuoyunu doğru bildirmek işimizin temelini oluşturuyor. Ancak her doğruyu da her yerde söylememek gerekiyor.

Sadece gazetecilere düşmüyor sorumluluk...

Ateşin sadece düştüğü yeri yaktığını gösterircesine organizasyonlara imza atanlar var ne yazık ki içimizde...

Bir taraftan ekonomik kriz, bir taraftan terör belası, bir taraftan ülkemizin etrafını çepeçevre saran düşman kuvvetlerle uğraşırken; diğer taraftan içimizdeki yanlışlıklarla göz göze, burun buruna geliyoruz.

Hassasiyetleri en üst seviyede olduğunu bildiğimiz, olduğuna inandığımız güzel Konyamızda da ne yazık ki şehit haberlerinin ardı ardına geldiği, ateşin Konya'ya da düştüğü bu günlerde yapılan bazı açılış ve benzeri organizasyonlarda eğlence kültürünün ya da popüler kültürün malzemesi olan insanlar Konya'ya gelip sahne alabiliyor.

Bir iş yerinin açılışında Demet Akalan Konya'ya geliyor ve Konya'da sahneye çıkıp şarkılar söylüyor.

Yanı başında da bir tabur dansöz...

Çalsın sazlar, oynasın dansözler, söylesin Demet Akalın'lar...

Bizimkiler de dinlesin, izlesin, yer gök inlesin...

Haftalar öncesinden böyle bir organizasyonu yapacağını duyuran işletmenin sahipleri, emin olun ki bu organizasyonu iptal ettiklerini açıklayıverselerdi Demet Akalın'ı Konya'ya getirmiş olmanın verdiği kodaman tayfa (PR)'ından daha çok dikkat çeker ve halk nezdinde daha çok kabul görürlerdi.