Milli değerler, bağımsızlık, ortak paydalar, ilkeli olmak, ülkücülük, milliyetçilik, istiklal, istikbal, birlik, bütünlük, beka gibi birçok nitelikler ile bazen içini doldurarak genel olarak da düşünmeden hedeflerimize doğru ilerliyoruz.

İki ileri bir geri.

Deneyerek, yanılarak göçü yolda düzerek ama çok da rotalı bir şekilde değil.

Toplumsal ve kişisel olarak birçok bedel ödememize rağmen bu davranış biçimimizden vazgeçemiyoruz.

Devlet, hükümet, muhalefet, siyasetçiler, sivil toplum örgütlerimiz, cemaatler, düşünce kuruluşları, bireyler; en vatan sever biziz derken bazen hepimiz milli değerleri, ortak paydaları en çok bozan onlara en çok zarar veren yapı haline geliyoruz.

Öncelikle Türk milletinin ve insanlık aleminin Ramazan Bayramı’nı kutluyorum. Bütün insanlığın sorumluluğuna verilmiş yaratılış gayesi gereği dinimizin bütün insanlığın ortak bir değer olarak bayramı da bu nitelemeyi hak ediyor.

İnsanlık ortak değerler etrafında toplandıkça, yaşam ilkeleştikçe insanlık gelişir.

Yoksa Nasreddin Hoca’nın bindiği dalı kesme hikayesinin baş kahramanı oluveririz. Genelde olduğumuz gibi.

Milli değerlerden ani sapmalar ya da milli değerler oluştururken düştüğümüz zaaflar en çok gücü hak olarak göstermeye çalışanların işine yarar.

Nedir milli değerleri hem isteyip de milli değerleri parçalayan yanlarımız?

Mesela devlet: Devlet kanun koyar, ilkelerle kurumsallaşır, adaleti hakkı vaat eder, insanlığı yücelteceğine dair bir anayasa da yapar ama bizzat devletin kendi milli ruhun baş düşmanı haline geliverir. Ya da getirilir. Bürokratik yapı kendi mevziisini korumak için çözüme yönelik değil kendi sürekliliğine yönelik bir çalışma sistemini işletir. İnisiyatif almaz, şeklen görevini yapar genellikle kendi konumunu ve bekasını düşünür. Kanunları uygularken, bir sorunu çözerken milletin bütününü değil kendi bekasını düşünerek karar verir.

Hatta kendi kariyerinin önünü açmak için dahili ve harici bedhahlar ile iş birliği yapmaktan çekinmez.

Mesela devletin en stratejik bilgilerini paylaşılması, devletten izinlerin alınması konusunda kariyeri ve kendine imkan  sağlama  amacı ile bu faydacı güçlere, yardımcı olmak, onların devlet ile iletişim kurmasını sağlamak, kendi çıkarına olmak kaydıyla onların hatalarını ve eksikliklerini görmezden gelmek gibi.

İktidar; kendini güçlü göstermek, gücünü korumak ve sürekliliğini devam ettirmek için her ne kadar istiklal, istikbal, beka, adalet, sosyal dayanışma, demokrasi, cumhuriyet gibi hoş laflar etse de milli değerlerin kullandırılması, izinlerin oluşturulması, devlet gücünün paylaşımı konusunda iç ve dış güçlerle dayanışmayı kuvvetlendirici davranışlardan kendini kurtaramaz. Bunlar da dahili ve harici bedhahların lehine davranışlar olabilir. Hatta bu güçler durumun böyle olduğunu çok iyi bildikleri için kullanır. Ya da bu sistemin alt yapısını kurar.

Muhalefet; iktidara gelme gayesi ile çizdiği rotada kendisini iktidara taşıyacağına inandığı her türlü davranış ve ilişkiyi mubah sayar. Durum öyle bir hal alabilir ki gerçek milli değerleri tahrip etmekten çekinmediği gibi, tahrip edenleri koruyup kollama pozisyonuna düşebilir. Amaç ne olursa olsun iktidarı yıpratmaktır. Yerine koyacağı alternatif projeleri üretmeden devirmek bile meşru bir davranışmış gibi mücadele eder. Hedefine ulaşmak için milli ruhu zedeleyici iş birliği tekliflerini görünürde insanlık, hak, adalet, gelişme gibi kavramlarla perdeleyerek zımnen de kabul eder. En çok da dıştan müdahaleci yapılar en çok da muhalefet düşünceye sahip yapıları destekler.

Aslında demokrasi ile yönetime geliş şekli de güçlü ilkelere dayanmayan toplumlarda bu görüntülere zemin hazırlar. Lobicilik, bağış, örtülü reklamlar ve katkılarla iktidara yürüyüşte bu güçler bazen parti gözetmeksizin bazen de kazanacağına inandığı siyasi partilere destekler verir. Sonuç ne olur? Millet seçer ama devlet en çok o güçlerin hizmetine girer.

Şirketler; kâr amacı güden kuruluşlar olduğu için en çabuk onlar milli duruşlarından taviz verirler. Kazancı gördükleri her türlü ilişkilere girerler. Bunun için risk alırlar.  Hatta küresel düzeyde bakarsak çok güçlü tekellerin taşeronluğunu zevkle yaparlar. Devlet ile onlar adına iletişim kurarlar iş birliği zemini hazırlarlar. Bunlar yasaldır da. Özellikle dünyadaki yasalar genellikle güçlüler tarafından yapıldığına göre. Mesela torba yasaların çoğunun içinde küçük cümlelerle bu imtiyazlar onlar eliyle yer alır.

Vatandaş olarak; bütün ekonomilerde olmakla beraber özellikle gelişmekte olan ülkelerde vatandaşın gayesi iyi bir iş, iyi bir gelecek, çocuklarına iyi bir kariyer sağlamak. Gayet doğal amaçlar buna kimsenin diyeceği bir şey yok.  Her şey normal olsa her girişim adaleti, insanlığı, milli değerleri öncelikli değerler olarak kabul edip ilkeli çalışsalar sıkıntı yok. Şirketler hatta devlet bu ilkelerden uzak olunca gelecek kaygısı taşıyan insanlar her türlü değeri çiğneyip, siyasi, ekonomik iş birliklerine girebiliyorlar. Gemisini yürüten kaptandır tek ilke oluyor.  Yurt içi ve yurt dışı imkân sahipleri vatandaşın bu endişesini çok iyi analiz ettikleri için onların gelecek ve mevcut konumlarını ipotek ederek bu imkanları dağıtıyor. Yüksek lisanlar, yurt içi ve dışı eğitim, yurt içi ve dışı kariyer imkanları, ekonomik dayanışma kapılarının hepsi bu ipoteklere göre dağıtılıyor. Bu ipoteklerin içinde devlet, millet, istiklal, istikbalin hepsi bir şekilde yer alıyor. Bu tip insanlar devlette asker, kaymakam, üst düzey bürokrat, gazeteci, büyükelçi, politikacı gibi daha birçok önemli görevler alıyor olabilir.

Cemaatler ve inançlarımızda ise; asıl olan takvanın yerini nicelik ve fayda alıyor. İmkanlar, benim inancım doğru anlayışı, duygusal ayrımlar, nefretler, sevgiler, kısa yoldan dünya ve ahireti kazanma   peşinde koşan insanlarımız, şeklen her türlü ibadet var olmasına rağmen en basit bir nifak ile birbirine karşı kırılan taraflara dönebiliyorlar.

Sağ sol gibi tamamı dışarda üretilmiş ideoloji yansıması ayrımcılıklar ile tam bağımsızlık ve milliyetçilik demokrasi adına ne kadar derin yaralarla ayrıştık.

İlkelere bağlı olmayan kuru milliyetçilik ya da özgürlük adına giriştiğimiz birçok girişim ile koca Osmanlı’yı parçaladık, demokrasi tarihi boyunca teröre mahkûm olduk. Kardeşimiz dediğimiz insanlar bağımsızlık adına kışkırtılarak dahili ve harici bedhahların ekmeğine yağ sürdüler.

Bütün bu hassas noktaları doğru analiz eden, hassas duygularımızı harekete geçirme projeleri ile insanlarımızı tek tek, toplumu inanç, sağ sol, alevi sünni, ayrımı ile sürekli meşgul ettiler.

Aslında biz meşgul olduk.  Çünkü; onlar dünyayı nasıl yönetebiliriz? Nasıl kontrol edebiliriz? diye kafa yorarken, biz sadece kendimizi nasıl tatmin ederiz, geleceğimizi nasıl garantiye alırız onu düşündük.

İktidarlar ve muhalefetler toplumsal istişareye geliştirmekten çok seçilinceye kadar toplumun gözünü boyamayı marifet saydılar.

Kişi olarak düşünmeden, analizden, fikir üretmekten, katkı sağlamaktan çok sadece taraftar olduk.  Egemenliğin milletteki en büyük güç olduğunu bir türlü idrak edemedik. Ya da en çok zaaf duyduğumuz talebimizle bu yetkimizden vaz geçtik.

Bu zafiyetleri, bugünkü iktidar, muhalefet, devlet, bürokrasi, şirket ya da vatandaş ruh haleti ve davranışı olarak görürsek yanılırız.

Bu bir proje, güçlüler bu oyunun senaristleri. Onlar böyle bir ortamı hep istiyorlar. Son dört yüz yıllık tarihimizi doğru analiz edersek tekrar eden sorunlarımızı görürüz.

Bunun panzehri, aşısı ilacı; Bireysel, kurumsal, devlet, siyaset olarak doğru analiz, doğru düşünce üretimi, fikirlerin paylaşımı, ortak paydalarda buluşma, merkeze milleti ve devleti koymak, bireysel ve toplumsal istişareyi güçlendirmek, ilkeleri her ne olursa olsun hâkim kılmak. İnançsal olarak takvayı her türlü ilişkinin üstüne tutmak, kötüleri azaltıp iyileri tavsiye etmek, yaşamak.