Yazıya George Bernard Shaw’un bu sözüyle başlamak istedim. Küçükken hep oyun oynardık, bazen topla, bazen taşla, bazen de hiçbir araç gereç kullanmaksızın saatlerce dalardık bir oyuna. Öyle ki yemek saatlerini unutur azar işitir ama gene de oyunu yarım bırakıp evlerimize dönmezdik. Bazı oyunlarda yürekli, bazısında korkak, bazısında telaşlı ya da tam tersine soğukkanlı olmak işe yarardı. Saklambaç oynuyorsan, her seferinde farklı bir yer bulmak gerekirdi örneğin. Eğer yakan top oynuyorsan duracağın yeri iyi hesaplaman, misketteyse hedefi tutturmak gerekirdi. İpuçlarıyla bir cinayeti çözmekten inşaat artıklarından kulübe yapmaya, bisiklete binmekten futbola kadar onlarca farklı oyunumuz vardı. Sonra bilgisayar oyunları çıktı, koşup terleme kısmı biraz azaldı. Ama bir süre sonra üstü çamur olmayan çocukların gözleri bozulmaya hatta aşırıya kaçanların sağlıkları hepten bozulmaya başladı. Ne olursa olsun, bilgisayarda veya çim üstünde, internette veya sokakta çocuklar oyun oynamaya devam ediyorlar. Dün de bugün de çocukların en önemli işi nedir derseniz, ben ‘oyun oynamak’ derim.

Psikiyatrist Alfred Adler oyun oynamaktan kaçan çocukların ruhsal gelişimlerinin sorunlu olacağını belirtmiş. Ben oyun çağının biraz daha sonrasına bakmak istiyorum. Artık okul bitmiş, sorumluluklar artmış, oyun için zaman azalmıştır. Geçen yıllarla birlikte toplumun beklentileri de öylesine değişmiştir ki artık oyun oynamak bir sorumsuzluk belirtisi veya zaman israfı olarak görülmeye başlamış, ancak her ne hikmetse içteki oyun oynama isteği henüz kaybolmamıştır. İşte bu yaşlarda bazı insanlar toplumun beklentilerine uyarak kendilerine daha ciddi, daha sert bir kimliği yakıştırıp oyun oynamaktan tümüyle uzaklaşıyorlar, bazılarıysa içindeki oyuncuyu arada bir yedeğe çekse de tümüyle emekliye ayırmadan hep hazırda tutuyor. Oyun oynamayı sürdüren kişiler, genellikle iş yaşamının zorlu koşullarına daha kolay dayanabilen, duygusal zekalarını daha iyi kullanabilen, çevresindekileri daha fazla motive edebilen kişiler oluyor. Enerjileri her zaman yüksek, hiç beklemediğiniz bir anda bile yüzlerinde çocukluklarından kalma bir gülümseme belirebiliyor. İçlerinde henüz tükenmemiş bir iyimserlik, hoşgörü ve sevgi kaynağı var. Oyun oynamaktan vazgeçmeyen insanlar, takım çalışmasına da daha yatkın oluyor, tıpkı oyun oynar gibi, yaptıkları işten zevk alacakları yönleri bulabiliyorlar.

Oyunlar insanın içindeki yaşama arzusunu temsil ediyor, öyle ki yetmiş yaşında birisi bile eskiden birlikte oyun oynadığı ilkokul arkadaşlarıyla yeniden bir araya geldiğinde gözleri ışıldıyor, normalden fazla gülüyor ve enerjisi yükseliyor. Birlikte oyun oynadığı arkadaşlarını yıllar sonra görse bile o geçmişteki coşkunun bir benzerini yaşıyor. Oyun oynamayı bırakmış kişiler ise daha az gülüyor ve daha yorgun görünüyorlar. Bu da ister istemez insanın daha hızlı yaşlanmasına neden oluyor.

Şimdi başlığa yeniden dönelim: Oyun oynamak insan ruhunu besleyen bir kaynak gibidir. Kendinizi yaşlanmış hissediyor, çocukluğunuzdaki ruhunuza dönmek istiyorsanız yeniden oyun oynamaya başlamalısınız.