Kalbimin uçurum kenarında sessiz sedasız oturdum içimi seyretmekteyim. Güven dağlarımın üzerine karlar yağmış, mutluluğumun gül benzi solmuş! 

Doğa bile şu zamanlarda inatlaşırken mevsimlerle, bendeki bu pes etme duygusu neden? Hayatta ıskaladığım veya ertelediğim nelerin peşi sıra ilerleyip yasını tutmaktayım?.. 

Kendine gel ve yenilen!.. Kim bilir kaç kişi senin zarif hallerini sevdi! Kaç mevsim geldi geçti uykulu yüreğinden. O güzel kalbinde kim bilir ne kadar hayal ve umut gizli!

Bu düşünceler, karşımda küçük kuşlar halinde süzülürken, içimin esneyen boşluğu bunları görmemem için gözlerimi perdeledi. 

Tozpembe gözlükleri bir tarafa fırlatalı çok oldu. İnanmıyorum artık hayallerin aldatıcı çekiciliğine! İçim bir hayli yorgun! Rahatsız edenlerden uzaklaşıp huzur uykusuna dalmak istiyorum. 

Şarkılarım, düşüncelerim, hayallerim alaturka! “Eski zamanlarda yaşamalıydım.” der gibi iç çekişlerim... Ne yaparsam yapayım sanki şu zamana ayak uyduramayacakmışım ve yeni olan her şey ayağıma çelme takıp beni acılara boğacak gibi! 

Gidelim bu sancılı hayattan! Canı cebimizde yaşamaktan! Nefesimizi hüzünle harmanlamaktan yorulduk. Şehrin kuru gürültüsünden kaçalım. İçimizin esneyen boşluğuna sığınalım. Sessiz sedasız bir meçhule sarılalım. Silelim hayattın tüm görüntüsünü gözlerimizden, uçsuz bucaksız bir uçurumun kenarında yapayalnız kalakalalım. 

Yalansız, hesapsız haykırışların, zoraki duyduğum sesleri eşliğinde harf harf süzülen umudun peşinde sürüklenirken, bir kâğıdın üzerinde yazılanların arasındaki beyazlık alsın gözümüzü! Görmeyelim siyaha dair hiçbir şey! 

Bugün günlerden içimin esneyen boşluğu! Yorgun ve bezgin yüreklerin, umutsuzca estiği zamanlar olur ya hani! İnanmadığın bir mucize gibi yaşanır her şey! Kendini tanıyamazsın. Tam da öyle işte!

Duygular birbirine karışınca, hayatlar ve şartlar birbirine dokundukça, sorunlar gönül arasına acımasız bir bıçak gibi girer ve kesip yaralar yüreğini! Yeni bir tükenme dönemi, yeni bir sonbahar! Tek tek dökersin gönül ağacından kızarıp, sararıp solan yapraklarını! Rüzgâr hoyratça eserek, senden kalan her şeyi yerden süpürmekte! Her yaprak bir gözyaşı damlacığına dönüşüvermekte...

Gönül ağacın çıplak kaldığında sende üşümeye başlarsın. Farklı bir yorgunluğun esnemesine rağmen özgürlüğün için başkaldırır duyguların! Yeniyetme bir ergenin kaynayan kanı gibi karşı çıkar yorgunluğuna hislerin! Karanlıklardan akan bir bezmişliğin, ömrünün hesabını sorduğu gibi! 

Şimdi odamda ışıklar sönük, ben camın önünde parlayan aya bakıyorum. Duygularım farklı renklerde, içimde dolaşır başıboş! Görürüm hesaplarımı. Sonra derim ki; “hesapta benim, hata da! Kayıpta benim, var olan da!  Hayat iyisiyle de kötüsüyle de benim!”

“Al” derim, “bu hayat senin; atsan da olmaz, satsan da!” Barış geçmişinle! Umuda dört elle sarıl. Şu hayatta bize kalan bir umut, bir de hayal! Hepi topu bu kadar işte insanoğlu!

Bahara girerken üç cemre düşsün gönlünüze! Biri umut, biri hayal, biri mutluluk! Her yorgunluğun esneyen boşluğu gün gelir, ufak bir tebessümle biter. Önemli olan her şeyin zamanında kıymetini bilmek! Renklensin ağaçlarınız rengârenk çiçeklerinizle! Mutluluk gönlünüzün yakasını hiç bırakmasın. Muhabbetle yazı dostlarım.