1992’de 25 Şubat’ı 26’ya bağlayan gece bütün dünyanın gözü önünde Hocalı da büyük bir kıyım, katliam ve soykırım gerçekleştirildi. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Yukarı Karabağ’ın işgalinden sonra gerçekleştirilen en büyük sivil katliamı olarak adlandırdığı bu kıyımda ki vahşet ile ilgili hatıralar ve görüntüler insanın kanını donduran cinsten. İnsanların gözlerini oyup, etlerini parçalayarak vahşeti gerçekleştiren Ermeniler, hamile kadınların karnında ki çocuklara saldırıp cenazelerin kimi organlarını kesecek kadar insanlık dışı bir katliamı gerçekleştirmekten geri durmamışlardır.  

     Yukarı Karabağ’ın bölgede çok uzun yıllardır bir sorun olarak kaldığını söyleyebiliriz. Yukarı Karabağ’da Azerilerin ve Ermenilerin hak iddiaları kapsamında dönem dönem gerginlikler çıktığını görmekteyiz. Yukarı Karabağ sorunu tarihi Karabağ toprakları içinde yer alan bölgede ortaya çıkmıştır. Kaynağı itibariyle oldukça geriye giden bu sorun, on dokuzuncu yüzyılda belirginleşmiştir. 1905 yılında taraflar arasında başlayan çatışmalar önce Çarlık Rusya’sı, ardından da Ermenilerin Nisan 1920’de başlattığı isyan üzerine Kızıl Ordu tarafından bastırılmıştır.  Bölgenin stratejik öneminden dolayı bölgeyi doğrudan kendine bağlamayı düşünen Sovyet yönetimi, daha sonra bu kararından vazgeçmiş ve 5 Temmuz 1921’de Yukarı Karabağ’ın Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti sınırları içinde özerk bir bölge haline getirilmesi kararını almıştır. Bu karardan memnun olmayan Ermeniler, itiraz edip kararın değiştirilmesi yönünde taleplerde bulunmuş olsalar da Yukarı Karabağ’ın statüsü aynı kalmıştır. 1980’li yıllara kadar bu konu halının altına süpürülen konular arasında bulunmuş ve o yıllarda tekrar alevlenene kadar sön(dürül)müştür. 

    Gorbaçov’un prestroika ve glasnost politikaları kapsamında devreye soktuğu yeni dönem de Ermeniler bunu bir fırsat bilerek bölge de tekrar girişimlerde bulunmuşlardır. SSCB’nin dağılması sonrasında ise Azerbaycan ve Ermenistan’ın bağımsızlığını ilan etmesi konuyu yeni bir boyuta taşımıştır. 26 Kasım 1991’de Yukarı Karabağ’ın özerklik statüsünün feshedilmesi ve bölgenin doğrudan Azerbaycan’a bağlanmasıyla, Ermeniler buna tepki göstermiş ve 6 Ocak 1992’de Yukarı Karabağ Konseyi bağımsızlık ilan etmiştir. Ancak bu hamleyi ve bağımsızlığı Ermeniler bile tanımamıştır. 

    1990 yılında gerginlikler devam ederken Baltık devletleri arabuluculuğuyla iki devlet Riga’da masaya oturmuşlar ancak Ermeni tarafının kabul edilmesi zor tutumu nedeniyle, görüşmeler başladığı gün sona ermiştir. 

    1991 yılında çatışmalar devam ederken Azerbaycan’ın, Ermenilerin ihlallerini göstermek adına çağırdığı Rus ve Kazak gözlemcileri taşıyan helikopter 20 Kasım’da düşürüldü. Ocak 1992’de çatışmalar devam ederken bölgeyi abluka altına alan Ermeniler karayollarını kapatmışken bölge ile yalnızca helikopterler ile iletişim kurulabiliyordu. Ermeniler bölgenin elektriğini kesmiş ve ablukayı her geçen gün artırmaktaydı. Bölgeye ulaşan son yardım helikopterini de düşüren Ermenilere Rus ordusunun 81. Tümeninin de destek vereceğini açıklaması durumu iyice çıkmaza sokmuştur. Üstelik Sovyet döneminde askerlik görevi kapsamında harp eğitiminden uzak tutulan Azeri Türkleri açısından mücadele oldukça güçleşmekteydi.  İnsan Hakları İzleme Komitesi’nin raporlarına yansıyan tespitler çerçevesinde  Hocalıyı ablukaya alan Ermeniler katliam öncesi yaptıkları aralıksız bombardımanlarda çoğu kez doğrudan sivilleri hedef almaktaydılar.  Bölgenin tek havaalanına sahip olan kritik noktada ki Hocalı kasabasın da Şubat 25-26’da yaşananlar ise insanlık dışı bir eylem olarak adlandırılabilir. Resmi rakamlara göre 106’sı kadın, 83’ü çocuk olmak üzere 613 Azerbaycanlı katledilmiştir. Dönemin diğer kayıtları ve anlatılanlara bakılınca ise tablonun daha vahim olduğunu görmek mümkün olacaktır. 

      Hocalıda yaşanan vahşetin bir soykırım girişimi boyutunda olduğunu ‘’Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’’ açısından değerlendirildiğinde görmek mümkün olacaktır. Nereden bakarsak bakalım büyük bir katliam olarak nitelendirilebilecek olayın hukuksal bağlamda ki kriterler ile karşılaştırıldığında ise ‘’Soykırım’’ olarak adlandırılabilmesi mümkün gözükmektedir.

     Dönem itibariyle Türkiye’nin tutumuna gelecek olursak; Sovyetler ile ilişkilerine gelebilecek bir zarara karşı Türkiye 1980-1990 arasında yaşananları Sovyetlerin iç meselesi olarak gördüğünü beyan etmiştir. 1990 itibariyle artan Ermeni saldırıları döneminde de Türkiye Ermenilere karşı bir tavır alma girişiminde dahi bulunmamıştır. Hatta çatışmaların yoğunlaştığı bir dönemde Avrupa’nın özellikle Fransa’nın Ermenilere gönderdiği yardımlar Türkiye üzerinden ulaştırılmıştır. Ermenilerin Şuşa’yı ele geçirdiği, Laçin’i bombaladığı bir dönemde dahi yeni bir Kıbrıs Sorunu doğması korkusuyla Türkiye temkinli davrandı. Bölgede ki vahşetin karşısında bölgeye ulaşarak yardım etmek ve kalanları geri çıkarabilmek adına Türkiye’den iki helikopter istediğini beyan eden Elçibey’in bu talebi de ne yazık ki kabul edilmemişti. Ermenilerin katliamlarını devam ettirmesinin akabinde 1993’de Türkiye, Ermenistan sınırını kapatarak nihayet ilk net tepkiyi vermiş oldu.  

   Dönemin gazeteleri irdelendiğinde Azerbaycan’da dahi yeterli kadar yer dinmediğini gördüğümüz bu katliamın sonra ki yıllarda gündeme gelmeye başladığı ifade edilebilir. Bu farkındalık sonrasında Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde Yukarı Karabağ sorunu önemli bir yer teşkil etmeye başlamıştır. 14 Ekim 2010’da oynanan Türkiye-Ermenistan maçında, Azerbaycan bayraklarının stada alınmaması ve bazı kötü görüntülerin yaşanmış olması, Türkiye ile Azerbaycan arasında bir ‘’bayrak krizi’’ne sebep olmuştur. Ancak bunun dışında ‘’iki devlet tek millet’’ sloganını her iki tarafında kullandığı bir politika ilişkileri bağlamında Türkiye için ekseriyetle Azerbaycan’ın bu hususta ki hassasiyetleri göz önünde bulundurulmaktadır. 

     Sonuç olarak, Hocalıda yaşanan bu vahşetin artık Türkiye ve Azerbaycan’ın girişimleri ile duyuruluyor olması yeterli değildir. Bütün dünyaya bunun bir soykırım olduğunu ispatlamak adına uzun vadeli ve planlı bir çalışma yapılması elzemdir. Öyle ki, üstelik görüntüler, fotoğraflar, gözlemci raporları, dönemin haber kaynakları ve hatıralar ile sabit olan bu eylemin uluslararası kamuoyuna duyurulması için daha net adımlar atılmalıdır. 

   Bu vahşette can verenleri rahmetle anıyorum…