“İnsan Kendi Kendinin Katilidir!”

Sıkıntılar dize varırcasına kar gibi örtmüştü etrafı… Umut zorlukla ilerliyordu.  Cemreler yeryüzüne misafir olmaya başlayalı çok zaman geçmişti oysa. Havanın ısınması beklenirken o gün en çetin kış günlerine meydan okurcasına yüreklerde buz kesmişti. 

Bir ayın otuz ikinci günüydü. Olmayan bir günün, meçhul kişisinin öyküsüydü bu…

Hava oldukça karanlıktı. Sokak lambalarının bu gece ortalığı aydınlatmaya pek niyeti yok gibiydi. Caddeden geçen arabalar bile ilerlediği yoldan memnun olmayarak seyrediyordu. Düzenin içinde bir düzensizlik söz konusuydu.

O gün; düzenli olarak, düzensiz bir hayat yaşayan şahısların yaşamları gibiydi adeta…Hiç kimsenin sahiplenmeyeceği bir öykü, öksüz bir hayalin kollarında büyümeye çalışıyordu. 

Böyle bir gecede, pencerenin pervazına yaslanmış elinden kayıp gidenleri düşünen biri vardı çok uzaklarda… Ahlanıp, vahlanıyor; ayın bile aydınlatamadığı semayı kendine perde yapıp, mazi sokaklarında; en hüzünlü anılarını bir bir ziyaret ediyordu.

Yok olduktan sonra hayıflanmanın bir faydasının olmadığı malumdu. Ya da bir hikayenin tecellisi bugüne yansır mıydı?..

“Mevlana ile Şems ilk tanışmadan sonra beraber evine gittiklerinde aralarında şöyle bir hadise geçmişti; “Mevlânâ'nın bir oda ağzına kadar dolu kitapları vardı. Şems; bu kitapları havuza atmasını söyledi. Mevlânâ kitapları kucağına doldurup havuza atıyordu. En sonunda bir kitap kalmıştı. Bu kitap yanında çok kıymetli idi. Onu da suya atınca, Mevlânâ'nın kalbi karıştı. “Bu büyük zât ise, kitapları neden suya attırdı” diye kalbine geldi. 

Şems; Mevlânâ'ya ne düşündüğünü sordu. Mevlânâ: “En son attığım kitap, babamdan kalma ve benim için çok mühimdi. İçinde ezberimde olmayan birçok mevzular vardı.” Şems eline uzun bir değnek alıp havuzu karıştırdı; “O kitap ne zaman suyun yüzüne çıkarsa bana haber ver” dedi. Bir zaman sonra karıştıra karıştıra kitap suyun yüzüne çıktı. Mevlânâ: “İşte bu kitaptır” deyince Şems: “Bismillah” deyip kitabı eline aldı ve Mevlânâ'ya uzattı. Mevlânâ kitabı açtı, hayret etti. Saatlerce suyun içerisinde duran kitabın hiçbir yerine yaş değmemiş, kitabın içerisinden toz dökülüyor. Şems'e sordu: “Bu kitabın her tarafının yaşarması, hatta dağılması lâzımdı. Hiçbir yeri yaşarmamış. Sanki hiç suyun içine atılmamış. Nasıl oldu böyle?” Şems: “Ben, sana bunu öğretmeye çalışıyorum. Sen kafanı kitaplara takıyorsun” deyince, Mevlânâ kendiliğinden o kitabı da suya attı.”

Bir anda buhikâye düşmüştü gönül ummanına işte… Yüreğinde bir denge hissetti… Denizlerde; yüzeyden güneye akıntı varsa,derinlerde de kuzeye akıntı olarakbir terazi görevi edasıyla eşitlik sağladığı gibi, bu özellik gönlüne rahatlama olarak tecelli etmişti. Kendini huşu içinde hissetti.

“Yok olan şeylerin kalpte karışıklık, pişmanlık yaratmasının yerine, altında yatan tılsımı anımsamak gerekir belki de…” diye düşündü. Çok uzaklardan bir ışık gelip tam karşısına ilişiverdi. Düşündüklerinin yansıması gibiydi. Bir müddet gözlerini üzerinde gezdirdi, bir anda uzaklara dalıverdi. 

Gördükleri karşısında şaşakaldı. O ışık gelip sol göğsüne girdi. Ve farkına vardı ki; tanyeri çoktan ağarmaya başlamıştı. Gönlünün umudu bedenine hâkim olmaya başlamıştı. Gördükleri gelecekteki aydınlık günleriydi. Her şeye bir “Elhamdülillah” deyip, maziye takılmadan ilerleme zamanı gelmişti. Güzelliklere umutla…